Pandemide insanlar en küçük şeyin bile değerini anlayıp onun hasretini çekerken hayatı arma üzerinden anlamlandıran taraftar için maça gidememek çok zordu. Tribün olmadan hiçbir şeyin anlamı yoktu. Televizyon karşısında izlenen maçlar zevksizdi. Hoparlörden gelen hayalet sesler, pankartların yalnızlığı, hafta sonu yaklaşırken ki heyecanın yok oluşu, “tribünler bi’ açılsa her şey hallolacak aslında” hissi ve çoğu insanın ‘kayıp’ olarak tanımladığı iki sene. ‘’Hiçbir şey eskisi gibi değil.’’ Bu yazıda konuştuğumuz Gençlerbirliği’nin KaraKızıl tribün grubu, yedi yılın ardından ait oldukları yer olan tribüne geri döndü. Karakızıl’dan Onur ile pandemi sürecini, tribün kültürünü, geri dönüşlerini ve bitmeyecek mücadeleyi konuştuk. Ve sözü de tam buradan açtık, KaraKızıl direnişten…
Söyleşiyi gerçekleştiren: Nusret Tongarlak ve Özgenur Aydın.
KaraKızıl grubu herkes tarafından bilinen anti-faşist duruşa sahip. Boykot süreci, pankartlarınız, futbola ve dünyaya ait olan fikirlerin hepsi buradan geliyor. Bu açıdan KaraKızıl’ı anlatır mısın?
Tabii, KaraKızıl’ın ilkeleri, savunduğu fikirler var. Karşıt örneğiyle anlatmak daha açıklayıcı olur. Maalesef Türkiye’deki hegemon taraftar tanımı; küfreden, hiçbir şekilde şehrine ve insanlığa katkısı olmayan, insanların dışlamış olduğu bir kitle. Bu tanım büyük takımların taraftarları tarafından da beslenmektedir ve zaman içinde gerçeğe dönüşmüştür. Biz bunu reddediyoruz ve daha farklı bir taraftarlığın ve yeni bir dünyanın mümkün olduğunu söylüyoruz. İllaki bir taraftarın stada gidip cinsiyetçi şekilde küfretmesine gerek olduğunu düşünmüyoruz ve kesinlikle karşıyız. Dünyada ve özellikle Avrupa’da yaygın olan anti-faşist kültürünün bir parçası olarak görüyoruz kendimizi. İki senede bir olan St.Pauli taraftarının düzenlediği Antira turnuvalarına da katılım gösteriyoruz. Bu kültürden olan diğer gruplarla da ilişkilerimizi sürdürüyoruz.
Türkiye’de ayrımcılığa uğrayan kesimlerin tribünde adı ve görünürlüğü yok. KaraKızıl’ın bu konudaki duruşu nedir?
Tribünde bizim için bir ayrım yok. Tribünde bulunan insanın Gençlerbirliği’ni sevmesi önemlidir. KaraKızıl farklı kimliklerin içinde olduğu ve hiçbir zaman cinsiyetçi küfre izin vermeyen bir oluşumdur. Toplumda ezilen kim varsa ona omuz vermeye her zaman hazırız.
Passolig sürecinde en çok karşı çıkan ve boykot kararını değiştirmeyen gruplardan biriydiniz. Bu süreçte davalar, eylemler, karşıt pankartlar ve mücadeleyi devam ettiren onlarca güzel faaliyetin ardından Türkiye’de diğer boykotların seyri gibi güçlü bir şekilde devamı sağlanamadı. Yedi yılın ardından bu sene geri döndünüz. Bu süreç nasıl geçti?
Bu süreçten sonra geri dönmemizin iki nedeni var. Birincisi, hukuki sürecimizin bitmiş olması diyebilirim. Davalar sonuçlandı ve küçük de olsa kazanımlar elde ettik. İkincisi ise kulüp olağanüstü bir dönemden geçti, yıllardır süren bir saltanat sona erdi. Takım bu süreçte zor bir durumdaydı, önceki yönetim her şeyi tükettiği için geriye enkaz kalmış oldu. Biz bu noktada takımı yalnız bırakmayarak elimizi taşın altına koymak istedik ve bu da tribünde olmadan olmuyor. Ancak burada yanlış anlaşılma olmasın; biz hala Passolig’e, Aktifbank’ın uygulamalarına karşıyız ve boykotu bitirme çağrısı yapmıyoruz. Bizim için mücadele yöntem değiştirdi. Tarihe dönüp baktığımızda da böyledir, mücadeleler aynı şekilde devam etmez. Aramızda geçen konuşmalar ile şuna karar verdik; bizim için yeni bir hat örülmesi lazım. Hem takım desteğe ihtiyaç duyduğu için hem de mücadelede yol değişikliğine karar verdiğimiz için geri döndük. Boykotun ilk zamanlarında hentbol maçlarına gitmeye başladık. Evde olan hentbol maçlarında salonun kapasitesi doluyordu. Tribünden de spordan da keyif aldığımız çok güzel bir ortam oluşmuştu. Bundan bir hafta sonra hentbola Passolig geldi. Passolig ilk çıktığında tribünlerin dolum oranı %35’e kadar düşmüştü. Keşke bu kadar yalnız kalmasaydık. Örgütlü gözüküp de örgütlü olmayan yapılar boykota grev kırıcılığı yapmasaydı biz şu an Passolig diye bir şey konuşmuyor olurduk. Fakat muhalif partilerin seçim döneminde “Passolig kaldırılsın” vaadinin bulunması bile bizim için bir başarıdır.
Pandemi sürecinde tribünde olmak nasıl bir deneyim oldu? Farklı kulüplerden birçok taraftar stada girerken birçok problem yaşadı; HES kodu, bilet iptali, maça geç giriş gibi.
Kişisel olarak geri dönme kararı aldıktan sonra hiçbir deplasmanı kaçırmayacağıma dair kendime söz verdim. Yedi yıl çok uzun bir süreç… Hakikaten bu sporu ve takımı çok seviyoruz ve çok özledik. Geri döndüğümüzde deplasman yasağı yoktu, sonradan açıklandı. Ancak ben hala maça gidemedim çünkü Passolig sistemi benim HES kodumu okumuyor. Benim gibi bu problemi yaşayan birkaç taraftar daha var. Bu taraftarlardan bazıları Passolig’den “Kartınız bloke olmuştur.” mesajını aldıktan sonra gişeye gidip aşı konusunda herhangi bir problemi olmadığını belirtince tek girişlik bilet vermişler. AVM’de bile HES kodumda sorun çıkmıyor. Passolig bu süreci yönetemedi. Pandeminin yarattığı ekonomik tahribattan dolayı da insanlar eskisi gibi maçlara gidemiyor. Bunun dışında deplasman yasağı olduğu için maçları topluca izleyebileceğimiz mekan ayarlamaya çalışıyoruz. Mekanlarda fiyatlar çok pahalı, öğrenci arkadaşları çağıramıyorsun. Şu an pandemide tribünler boş, insanlar tribüne gitmek istemiyor. Bu da anlaşılır bir şey, zor bir dönemden geçiyoruz.
Yıkılan stadyumlar, değişen stadyumlar, yönetim değişimi, ülke durumu ve taraftarı etkileyen ve kültürel kodu değiştiren birçok etmen. Uzunca bir sürenin ardından geri dönmek oyunda yeni açılan bir bölüme giriş yapmak gibi.
Şunun çok farkındayız; bizim Passolig’i boykot etmeye başladığımız dönem ki Türkiye ile şu anki Türkiye aynı değil ama Karakızıl hala aynı KaraKızıl. Biz tribünde çok renkli bir muhalefetiz. Kadınlar ve çocuklar bizim aramıza çok rahat bir şekilde karışabiliyor çünkü biz diğerlerinden farklı olarak asla cinsiyetçi küfretmiyoruz, edenleri uyarıyoruz. Bu bizim için çok önemli bir ilke. Bu renkli kültür, günümüz Türkiye’sinde ve 6222 yasasından dolayı zorlaştı. Fakat bizim için fark eden bir şey yok. Biz ödün vermeyi düşünmüyoruz, vermedik de. Gezi’den sonra iktidarın şöyle bir politikası var; stadyumları şehir dışına taşımak, taraftarları şehir merkezinden uzak tutmak -zaten bu siyasetten uzak tutmak demektir- ve stadyumların arazilerini endüstrileştirmek. Kapitalist düzene yeni bir rant kapısı sağlamaya çalışıyorlar. Ankara’nın iki takımının da sahiplendiği 19 Mayıs Stadyumu’nu yıktılar ve görece Ankara’nın şehir dışında bulunan stada zorla göndermiş oldular. Bunun şöyle bir sıkıntısı var: Stadyumların belli bir kültürü vardır dolayısıyla bu kültürü devam ettirmek gerekir. Eryaman Stadı’nda koltuklar sarı-lacivert. Bu kültür için de yeni bir stadyum yapılması gerekiyor ve kültürün en iyi yansıtılacağı yer kale arkası olduğu için biz de kale arkasını tercih ediyoruz. Yurt dışında da hep böyledir; ultras gruplar, anti-faşist kültür de kale arkasına konumlandı. KaraKızıl da ilk kale arkasında doğdu.
Geçenlerde KaraKızıl pankartını spor şube stada sokmadı. Bu olay nasıl gelişti?
Biz yıllardır KaraKızıl pankartında sorun yaşıyoruz. Bu sorunu sadece biz yaşamıyoruz, her yerde böyle. Mesela Sakarya’nın Tatangalar grubunun bir pankartı vardı, “Kurtuluşa Kadar Savaş” diye. Bu pankart yıllardır tribünde duran bir pankarttı. Sonra kendilerinin anlattığı üzere Gezi’den sonra politik olduğu nedeniyle yıllardır sahiplenilen bir slogana polisler itiraz ettiler. Politik olduğumuz için ve stadyumlarda bunu istemedikleri için hep sıkıntı çıkıyor. “İsminiz neden kara-kızıl?” diye soruyorlar. Bizim zaten rengimiz bu, diyoruz. Pankart daha güzel olsun diye “ı’” sözcüğünün üzerine yıldız koyarız. İki maç öncesinde bize bunu sordular, “Neden burada yıldız var?” diye. Her şeyin üzerine gidiyorlar ve otoriterleşmiş bir sistemden dolayı tüm tribünlere bu yapılıyor. Eskiden sadece bizim gibilere yapılıyordu ama artık herkese yapılıyor. Polis ‘buranın en büyüğü benim, sizi ezerim’ mantalitesiyle davranıyor ve bunu somut bir şekilde gösteriyor.
Yönetim seneler sonra değişti ve şu an daha farklı politika benimsiyor gibi gözüküyor. Yönetim hakkında ne düşünüyorsun?
Yeni yönetim bir öncekilerden farklı olarak şeffaflaşma, taraftarı dahil etme sinyali verdi ve biz de olumlu bulduk. Böyle yaklaşımı olan her yönetimi destekleriz zaten. Bunu samimi bulduğumuz için daha önce hiç yapmadığımız bir şey olarak kulübe üye olduk. Yeni yönetimi olumlamakla birlikte diğer yandan şöyle bir sıkıntı oraya çıktı; öncesinde borçlandırmaya neden olan insanlar ve Gençlerbirliği’ni tutmayan insanlar hala aynı yönetim kadrosunda bulunuyor. Bu yüzden şüpheyle yaklaştığımız taraflar da var.
Avrupa Süper Ligi’nin kurulması istendiği dönemde taraftarlık, oyun süresi, finansallaşma gibi birçok konu gündeme geldi. Almanya ekolü 50+1 epeyce konuşuldu. Bu süreç hakkındaki düşüncelerin nelerdir?
Avrupa Süper Lig’ini kurmak isteyenler, gençlerin 90 dakika futbol izlemediğini söyleyenler futbolseverler değil paragözler. Yakın zamanda Newcastle örneğini görmüşsünüzdür. Daha çok parası olan lig düzenine karışıyor ve bunun en üzücü yanı çoğu Newcastle taraftarının buna sevinmesi. Gençlerbirliği’nin başına böyle bir şey gelse ben sevinen herkesle kavga ederdim. Milyarderlerin kulübü satın almasından ziyade yönetim Gençlerbirlikli olsun, altyapıya önem versin. Bu yeterli; sokakta ya da amatörde oynaması önemli değil. Bu bir kültürdür ve sahiplenilmesi gerekir. İngiltere futbolu bu yüzden ilerlemiyor çünkü parayı veren düdüğü çalar mantığı var. Evet taraftarız, her türlü fedakarlığı yaparız fakat taraftarın işi yönetime para bulmak değildir. Ayrıca şunu da eklemek istiyorum; biz KaraKızıl olarak takımımızın kesinlikle belediyeden para almasını istemiyoruz çünkü o para halkın parasıdır, halk için harcanmalıdır.
Türkiye’de yaş ortalaması tribünlerde çok düşük. Belli bir yaştan sonra mezun olur gibi tribünü bırakıyorlar. Bunun altında yatan sosyolojik ve ekonomik nedenler var. Örgütlenme şekilleri ve günümüz tribün pratikleri ile ilgili neler söylersin?
Kültür içselleştirilemediği için bu durum böyle. Mesela üniversiteden biri mezun oluyor diyelim, evleniyor ve çocukları oluyor. Bir maça gidiyorlar, maçta küfür kıyamet. Dolayısıyla tribüne gelmek istemiyorlar. Bu tribünü, mahalleyi, şehri ne kadar sahiplendiğin ile alakalı. Kültür erozyona uğradığı zaman sayı da azalıyor. Gezi’nin lokomotif gücü düşünüldüğünde, akla tribüncüler gelmekteydi. O yüzden her zaman umut var. Zaten tribüne de bu yüzden çok müdahale ediliyor. Yeni çıkacak spor yasası ile durum daha da kötü olacak. Ancak ne yapılırsa yapılsın o araya kimse giremiyor. Sonuçta biz arma sevdalısı insanlarız.