Stefan Kuntz büyük beklentilerle göreve gelmişti ancak Euro 2024 hedefine ulaşamadan görevinden alındı. Özellikle Ermenistan beraberliği sonucu gelişen süreç hocanın sonunu getirdi. Nisan ayında Kuntz’un 16 maçlık bir değerlendirmesini yazmıştım. Bu yazımda da o günden sonra oynanan 4 maçı değerlendirip Milli Takımımızın geleceğini mercek altına alacağım.
Yukarıda belirttiğim üzere Kuntz’un ilk 16 maçını değerlendirdiğim bir yazı yazmıştım, o sebeple bu maçların üstünde detaylıca durmayacağım. Ancak yazının bütünlüğü adına kısa bir hatırlama yapmamızda yarar var. 6-1’lik Hollanda yenilgisinden sonra göreve gelen Kuntz, takımı Dünya Kupası Eleme play-off aşamasına taşımayı başardı. Play-off’ta Portekiz deplasmanında alınan yenilgi can sıkıcıydı. Dünyanın en kaliteli milli takımlarından birine karşı tek maçta deplasmanda oynamak çok zordur. Beklentiler düşük olsa bile can sıkıcı olan Portekiz’in o gün inanılmaz bir oyun sergilememesi ve bizim özellikle ikinci yarıyı fena oynamayıp bir penaltıdan yararlanamamamızdı. Akabinde 6 maçlık bir Uluslar Ligi serüveni yaşadık. Son iki maç hariç bence başarılı bir performans gösterilmişti. Lüksemburg beraberliği ve futbol tarihimize kötü şekilde geçen Faroe Adaları yenilgisi o 4 maça gölge düşürdü haklı olarak.
Euro 2024 Elemeleri başlarken Kuntz hala eleştirilerin odağındaydı. Oyun olarak Türk futbol kamuoyunu memnun edebilmiş değildi. Ermenistan deplasmanında 1-0’dan çevrilen maçla iyi bir başlangıç yapmış sayılabilirdik. Ancak Kuntz’un o günkü üçlü savunma tercihi tartışma konusu oldu. Zaten ikinci yarı Salih Özcan’ı oyuna alıp dörtlü savunmaya döndükten sonra daha net pozisyon bulmaya başladık ve goller bulduk. Buradaki mesele bence üçlü olmamalıydı. Takımımız üçlü savunma oynamaya müsait isimlerden oluşuyor ama bu planı uygulamak için doğru maç o muydu, pek emin değilim. Ermenistan maçından sonra Bursa’da oynadığımız Hırvatistan maçını tribünden izleyenlerden biriydim. Açık konuşmak gerekirse dünya 3.sü rakibimize karşı favori değildik. Yine de bizi kolay yendiklerini düşünüyorum. Bazen çok önde baskı yaptık rakibe ve onlar da bu baskıdan kolay çıktılar. Set oyununda sıkıntılar yaşadığımız zaten malum, dolayısıyla kaybettik. Bu noktaya kadar Kuntz’un kağıt üstündeki performansı başarılıydı. 16 maçta dört yenilgisi vardı. (Üçünden yazı içinde bahsettik, kalan maç da İtalya ile hazırlık maçıydı.) Buna rağmen genel tablo o kadar olumlu şeyler söylemiyordu. Kritik süreç elemenin kalan kısmı olacaktı.
Haziran’daki ilk maç Letonya’ya karşıydı. Maçtan beklentimiz topa daha fazla sahip olup oyunu domine ettiğimiz bir galibiyet almaktı. İlk yarı aslında bunu kısmen yansıttı. Ferdi Kadıoğlu’nun bindirmeleri, Orkun ve Hakan’ın geriden oyunu yönlendirişi önemli unsurlardı. Diğer yandan Letonya’nın bizim hatalarımızla yakaladığı fırsatlar ikinci yarıda olacaklara bir işaretti sanki. Çabuk goller bulup maçı koparmamız gereken yerde rakibi maça ortak etmiştik. Skoru 1-1 yapan gol orta alanda çok basit bir pas hatasından gelişen kontrayla geldi. Onlar ne kadar iyi çıktıysa biz de o kadar kötü savunmuş olabiliriz geçişi. Baskıyı arttırdıkları bölümde Cengiz’le tekrar öne geçsek bile hala net üstünlük sağlayamamıştık. 90+4’de gelişen pozisyonda ceza sahası içinde bomboş kalan Tobers topu ağlara göndererek durumu eşitledi. İrfan Can’ın son dakika golüyle galibiyeti aldık almasına ama oyuna dair eleştirilerin dozu artmaya başladı. Hocayı her fırsatta savunmaya çalışsam da o gün takımın performansı yetersizdi. Letonya ile top kaybı sayılarımız neredeyse eşitti, aynı şekilde şut sayıları da. Hatta isabetli şut sayıları ve ceza sahası içinden şut sayıları bizden fazlaydı. Gol beklentilerinin 2.69 olması tüm bu istatistiklerden daha can sıkıcıydı. Yani bitiricilikleri biraz daha iyi olsaydı yenilmiştik.
Olası Galler mağlubiyeti hocanın bugün değil de o gün gönderilmesine sebep olabilirdi. Arda Güler ve Umut Nayir’ın yerine Salih Özcan ve Barış Alper Yılmaz sahadaydı. Galler o gün topu bize bıraktı diyebiliriz, biz de daha çok sete yerleşip rakip savunmanın arkasına yapılacak koşularla fırsat aradık. Kerem-Barış Alper-Cengiz üçlüsü ile bunu yapmak mümkün olsa da rakip beşli hatla ve dar şekilde kapanınca onu aşmak kolay olmadı. Net 9 ihtiyacı hissedilir olmuşken ikinci yarıya Umut Nayir ile başladı Kuntz. Dakikalar geçtikçe iş zorlaşıyordu. Sabırla pozisyon aramaya devam ettik ve Umut Nayir kafayla golünü atarak neden oyunda olması gerektiğini kanıtladı adeta. 2. gol ise herkesin aklındadır sanırım, ”Altın Çocuk” Arda Güler ceza sahası dışından nefis bir gol attı. Kritik bir eşik aşılmıştı ve avantajlı konumdaydık. Ancak Euro 2024 öncesi özellikle toplu oyun performansı soru işaretiydi.
İplerin koptuğu maça geldik. Kuntz görev süresinin çoğunda baskı altındaydı, bazen doğru bazen de haksız eleştirilere maruz kaldı. Eskişehir’deki Ermenistan maçı öncesinde de medyada isimler dolaşmaya başlamıştı bile. Aslında isimler sürekli dolaşıyordu ama Kuntz bir şekilde sonuç aldığı için görevinde kalıyordu. Zaten ben de o güne kadar kendisini destekliyordum fakat öyle şeyler oldu ki 1-1 biten o maç kendisine dair umutların bitmesine neden oldu.
Öncelikle şunu belirtmeliyim, performans anlamında bence kendisinin en kötü maçıydı. İlk 11’deki bazı tercihler tartışılıyordu herkesçe. Haksız eleştiriler olduğunu düşünmüyorum. Rakibin net şekilde topu size bırakacağı ortadayken sanki top onlarda kalacakmışçasına bir kadro çıkarttık bence. Sol bek başlayan Cenk Özkaçar mevkiisinde rahat gözükmedi ve iyi oynamadı. Beklerinden birini mutlaka hücuma dönük şekilde kullanan Kuntz bu maçta aynı şeyi yapmadı. Onur Bulut oynayabilir miydi diye düşünmeden edemiyorum doğrusu. Diğer yandan Hakan-İsmail Yüksek- Orkun üçlüsüyle topu rakip üçüncü bölgeye taşımak kolay değil. Hakan ve Orkun’un oyunu ne kadar iyi yönlendirebildiği ortada ama ikisi de takımlarında daha çok 6-8 karışımı hatta yer yer direk 6 numara gibi oynuyor. Bu orta saha kurgusunda üçüncü oyuncu da başka bir 6 numara olunca sizi derinde bekleyen rakibe karşı sadece kanattan gelişen hücumlar yapmak zorunda kalıyorsunuz. Ön taraftaki üçlü ve maçtaki durum Galler maçıyla aynıydı zaten. Hatta sonrasındaki süreç de aynı, yine santrfor değişti ve golü atan kişi oyuna sonradan giren Bertuğ Yıldırım oldu. Eleştirdiğim diğer konularda da hoca değişiklikler yaptı. Onur Bulut, İrfan Can Kahveci de oyuna girdi. Dikkat ettiniz mi bilmiyorum ama genelde skorları oyuncu değişikliklerinin etkisiyle aldık son dönemde. Bu da kendisi adına eksi yazan faktörlerdendi.
Maç 1-1 bittikten sonra Kuntz’un açıklamaları da bence hatalıydı:
“İlk devre aslında istediğimiz oyunu gösterdik. 5-6 pozisyonumuz vardı. İlk devrede sadece golü bulamamamızı eleştirebilirim.”
“Devre arasından sonra oyuncularımızda bir özgüven düşüklüğü oldu. Iskalanan bir top sonucu golü yedik. Yine de takım direnmeye çalıştı ve 8. veya 9. pozisyonun ardından golü bulabildik.”
“Takım son ana kadar maçı bırakmadı. Negatif görebileceğimiz konu, eksiklerimiz bugün sahaya yansıdı. Bazı oyuncularımız umduğumuz oyunu sahaya yansıtamadı.”
“İlk devrede biraz daha hızlı oynayabilirdik. Zaman zaman bir adım daha hızlı olmalıydık ama buna rağmen 5-6 pozisyona girebildik. Böyle maçlarda bazen o golü atabilecek forvetin de eksik olduğunu görüyorsunuz.”
İlk devre performansı hakkında söylediklerine hala çok şaşkınım, ilk yarı kaçan pozisyonlar oldu ancak ortaya konan oyun çok kötüydü. ”Kötüysek nasıl pozisyon bulduk?” diyebilirsiniz. Bunun birtakım sebepleri var. Bahsettiğim üzere maç kurgusunun hatalı olması en önemlisi. Yine de şans bulduk ama Barış Alper Yılmaz’ın ana mevkiisi santrfor olmadığı için net fırsatları bitirmekte zorlandı. Ağırlıklı şekilde kanatlardan hücum ettik ve Kerem-Cengiz ikilisi rakibin üstüne çok gitmedi. Özetle devamlı pas yaptığımız, savunma arkası koşular atılan ama efektif olmayan bir oyun ortaya koyduk. Diğer bir konu da ”özgüven düşüklüğü” sanırım. Bu Kuntz’dan da bağımsız bir konu. Son yıllardaki başarısızlıklarımızın altında yatan sebep olarak bunun sürekli dile getirilmesi ne yazık ki net soruna işaret ediyor.
Japonya maçı için de bir şeyler yazmak istiyorum ama sanırım benzer konuların tekrarı olacak. Topun bizde daha çok kaldığı ama aynı sebeplerle kaybettiğimiz bir maç… Hocanın maçtan sonraki açıklamasını vurgulamak lazım: Maçtan önceki uyarılarımızı sahada uygulayamayan oyuncular vardı. Bazı futbolcular Japonya’ya fiziksel olarak yanıt verecek seviyede değildi. Eğer takım olarak bir şeyler kazanmak istiyorsak, herkes elinden geleni yapmalı. Oyuncuların Milli Takım için yüzde yüz performanslarını sahada göstermesi gerekiyor. Canımı en çok acıtan şey; oyuncuların bunu yapmamaları. Yanıt sahada verilir, maç sonu röportajlarında değil.” Bu hocanın oyunculara karşı ilk isyanı değildi, Faroe Adaları yenilgisinden sonra verdiği bir röportajda benzer şeyleri ima etmişti. Maçtan çok sonra bunları söylediği için çok yankı bulmadı o günkü demeçleri belki ama Japonya maçından söyledikleri bazı şeylerin bittiğini gösteriyordu. Hocanın gelişime odaklı açıklamalarından memnun oldum hep, bir planı işaret etmesi umut ettiriyordu bizlere. Ne var ki gelinen noktada taktiksel olarak gelişim yoksa ve oyuncular karşınızdaysa oradan iyi işleyen bir yapı çıkartmak çok zor. Haliyle gönderilişi de sürpriz değil.
Bizi Ne Bekliyor?
Çıkan haberler Montella’nın göreve geleceğini ifade ediyor. Ben yazıyı henüz resmi açıklama gelmeden yazıyorum ama siz okuduğunuzda Vincenzo Montella muhtemelen resmen açıklanmış olur. Ben hiçbir zaman sorunun sadece hocada olduğunu düşünmedim, bu yazıda çok eleştirdim ve çoğunluğu saha içi eleştirilerdi. Aslında hocanın işi bir taraftan zordu çünkü oyuncularımız iyi oyuncular olsa da farklı takımlarda farklı oyun stilleri içinde farklı rolleri var hepsinin. İspanya, Almanya, İtalya gibi ülkelerde de bu sorun vardır; asıl mesele o ülkelerin bir ekol oturtması. Bizde ne yazık ki böyle bir şey yok. Hoca doğru rolleri vermiş gibiyken bir anda terse gitti iş. Montella’nın zorlanacağı konulardan biri olur bence bu.
Aynı zamanda oyuncular bazında da bazı maçlar özelinde konsantre olamama problemleri olduğunu düşünüyorum. Montella’nın odaklanması gereken konular da bunlar olacak: Taktiksel açıdan daha iyi ve net bir takım çıkartmak ve mental anlamda takımı ayakta tutmak. Baskının fazla olduğu bir görevde bunu ne kadar yapabilecek, merak ediyorum. İtalya geçmişi olan oyuncularla iyi iletişim kuracak olması, Süper Lig’de yakın zamanda çalışmış olması ve Adana Demirspor’daki görev süresinde Yunus Akgün, Emre Akbaba gibi Türk oyunculardan yüksek verim alması önemli unsurlar. Taktiksel olarak da Milli Takım’a uygun bir oyun stili var aslında. Adana Demirspor’la geçiş hücumları ve hareketlilik üzerinden kurguladığı oyunu ortaya koyabilir burada da. Ama kabul etmek gerekir ki işi zor olacak, ilk maçının Hırvatistan deplasmanı olması ve grubun kaderinin belirleneceği dönemde geliyor oluşu umarım doğru değerlendirilir. Kendisine başarılar diliyorum.
Yazının sonunda Stefan Kuntz’a da teşekkür etmem gerekir. İki yıldır Milli Takım’ın başarısı için çalıştı. İyi maçları oldu fakat gelinen noktada bu birliktelikten olumlu şeyler çıkmayacaktı. İlk geldiğinde en çok heyecanlananlardan biriydim, maalesef hayal kırıklığıyla bitiyor bu hikaye. Kendisinin iyi bir insan olduğunu düşünüyorum, çok çaba gösterdiğine de eminim. Futbolda başarı içinse maalesef daha fazlasına ihtiyaç var.
Stefan Kuntz’a Milli Takım’a katkılarından ötürü teşekkür ediyorum ve kariyerinin devamında başarılar diliyorum.