“Yürüdüm ölümsüz, büyük bir sabaha
O çocuk düşü bir kez daha
Başlasın diye yeniden.”
Ataol Behramoğlu (Bir Yolculuktu)
Yolculuk kelimesi benim gibi melankoliye yatkın insanlar için saatler, düşünceler ve gece ile özdeşleşmiş olsa da Avrupa Futbol Şampiyonası özelinde Türkiye A Milli Futbol Takımı adına içinde pek çok duyguyu barındırıyor. 2021’de makyajlı kasasıyla göreceğimiz 2020 Avrupa Futbol Şampiyonası, katılacağımız beşinci şampiyona olacak; üstelik bu turnuvaya ilk defa 1996’da katıldığımız düşünülürse yalnız ve güzel ülkemiz için bu sayı mucize gibi duruyor, son yedi şampiyonanın beşine katıldık (toplamda on altıda beş). 11 Haziran’da ev sahipliği yapacak on bir ülkeden biri olan İtalya’yla açılış maçını yapacağımız şampiyona öncesi katıldığımız turnuvaları ve şampiyona yolculuğumuzu beraber hatırlayalım:
1996: “HEYECAN”
“…You knew what you had to do,
though the wind pried
with its stiff fingers
at the very foundations,
though their melancholy
was terrible…”*
1990’larda Avrupa futbolunda Şampiyonlar Ligi ve Premier Lig gibi organizasyonların yapılmaya başlandığı ve değişim rüzgarlarının hissedildiği bir ortamdan elbette Avrupa Futbol Şampiyonası da etkilendi. Elemelerde galibiyetin artık iki puan değil üç puan sayıldığı, katılan takım sayısının sekizden on altıya çıkarıldığı ve turnuva takımının belirlenmesi gibi eğlenceyi, ilgiyi ve rekabeti artırmaya yönelik ilklerin yaşandığı bu turnuva, tarihe ‘bir şekilde’ geçmeyi seven bizim için de bir ilk olacaktı.
1960’dan beri düzenlenen turnuvanın onuncu seferine katılırken altı torbanın beşincisinde yer almamız bizim Avrupa futbolunda esasında pek de iyi yerlerde olmadığımızın kanıtı olsa da kura şansımız gülüyor ve pek çok devin arasından şöyle bir gruba girme talihini yaşıyorduk:
Özellikle ilk iki torbadan İsveç ve İsviçre’yi çekerek büyük bir fırsat yakalayan ve mevcut jenerasyonuyla umut vadeden Türkiye, grupta en çok gol atan takım olup sadece bir yenilgi alarak (İsviçre’yle karşılıklı birer galibiyet) grubu ikinci bitiriyor ve sekiz gruptan en iyi altı ikincinin Şampiyona’ya direkt katılması sayesinde baraj maçları olmadan İngiltere’nin yolunu tutuyordu. İlk defa katıldığımız Avrupa Futbol Şampiyonası’na direkt katılmak elbette büyük bir özgüven oluşturuyordu ama sırada turnuvadaki gruplar vardı.
Ara Not 1- Hollanda, İrlanda’yla oynadığı baraj maçını kazanarak turnuvaya katıldı.
Ara Not 2- Çekoslovakya yerine katılan Çek Cumhuriyeti, SSCB yerine Rusya, Yugoslavya yerine Hırvatistan’la beraber Türkiye, Bulgaristan ve İsviçre, Avrupa Futbol Şampiyonası’na ilk defa katıldı.
Turnuva gruplarına son torbadan katılan Türkiye, hepsi ülke içinde oynayan oyunculardan oluşan kadrosuyla ölüm grubu sayılmasa da dişli bir gruba düşüyordu:
D Grubu
Turnuvanın, tarihimizde resmi maçlarda gol atamadığımız İngiltere’de düzenlenmesinin ve ilk katılım heyecanının etkisiyle olsa gerek elemelerdeki golcülüğümüzden eser kalmıyor ve grubu gol atamadan sonuncu olarak bitiriyorduk. “Fair Play” kavramına ödülü alacak kadar yakın olduğunu bilmediğimiz Alpay Özalan’ın Goran Vlaovic’i düşürmeyip gol yedirdiği Hırvatistan maçıyla hafızalarımıza kazınan turnuva, global ölçekte ise ilk defa bir turnuvada uygulanan “Altın Gol” ile Bierhoff sayesinde Almanya’nın Çek Cumhuriyeti karşısında kupayı kazanmasıyla hatırlanıyordu.
Son Not 1- Altın Ayakkabı: Alan Shearer (İngiltere)- 5 gol.
Son Not 2- Turnuvanın Oyuncusu: Mathias Sammer (Almanya).
Son Not 3- Maç Başına Gol Ortalaması: 2.06.
2000: “ÇIKIŞ”
“…the stars began to burn
through the sheets of clouds…”
İlk kez iki ülkenin (Hollanda ve Belçika) ortaklaşa düzenlediği 2000 Avrupa Futbol Şampiyonası, 1996’daki turnuvayı mecburen de olsa ‘önemli olan katılmaktı’ mottosuyla geçen Türkiye tarafından ülke çapında bir takıntı halini alan ‘milenyum’ aşkıyla bekleniyordu. Yakaladığı ivmeyle kendini 5. torbadan 2. torbaya atan Milliler, bu sefer 1. torbadan bir dev çekiyordu:
1997’de Hollanda’yı yendiğimiz Bursa Atatürk Stadyumu’nda bu kez Almanya’yı on kişiyle devirmeyi başarsak ve deplasmanda berabere kalmış olsak da grupta ikinci oluyorduk. Sadece en iyi ikincinin turnuvaya direkt katılacağı şeklinde bir kural koyulunca yalnızca bir gol averajıyla Portekiz’e geçiliyor ve play-off oynamak zorunda kalıyorduk.
Euro 1996’nın baraj maçında elenen İrlanda Cumhuriyeti bu kez de Türkiye’nin rakibi oluyor, “İçimizdeki İrlandalılar”ın da yardımlarına rağmen makus talihleri değişmiyor ve Türkiye, 1996’daki direkt katılımı sonrası bu kez de ilk defa baraj maçını atlatıp 2000 Avrupa Futbol Şampiyonası’nın konuklarından biri oluyordu.
Ara Not 1- Norveç ve Slovenya, ilk defa Avrupa Futbol Şampiyonası’na katıldı.
Çekirdek kadrosunu Galatasaray’ın oluşturduğu ve UEFA Kupası’nın alınmasıyla morallenen Milli Takım, Tugay Kerimoğlu ve Muzzy İzzet dışında Türkiye’de oynayan oyuncularıyla yine son torbadan katıldığı grup kuralarında zor ama umut verici bir gruba düşüyordu:
B Grubu
Avrupa Futbol Şampiyonası tarihimizdeki ilk golü açılış maçımızda İtalya’ya atmış olsak da 2-1’lik yenilgiden kurtulamıyor, İsveç’le golsüz berabere kalıp Belçika’yı 2-0 yenerek mağlubiyetle ‘başla-berabere kal-son maçı kazan-çık’ örüntümüze uygun bir performans sergiliyor ve 2002 Dünya Kupası grup sonuçlarının provasını yaparak gruptan çıkıyorduk.
Tarihimizde ilk defa çıktığımız çeyrek finaldeki rakibimiz ilginçti: Elemelerde bizden bir fazla averajı olduğu için turnuvaya direkt katılan Portekiz. Maalesef bir önceki turnuvanın Fair Play ödüllü ismi Alpay burada alıştığımız bir davranışla direkt kırmızı kart görüyor, Figo ve Nuno Gomes iş birliğiyle bulduğu gollerle Portekiz 2- 0’lık skorla rahat bir şekilde yarı finale yükselen taraf oluyordu. Ancak Portekiz’i, turnuvanın gollerden altın çıkarma uzmanı Fransa yeniyor ve finali de kazanıp 1998 Dünya Kupası sonrası dublesini tamamlayarak turnuvayı toplamda ikinci kez kazanıyordu.
Son Not 1- Altın Ayakkabı: Patrick Kluivert (Hollanda) ve Savo Milošević (Yugoslavya)- 5 gol.
Son Not 2- Turnuvanın Oyuncusu: Zinedine Zidane (Fransa).
Son Not 3- Maç Başına Gol Ortalaması: 2.74.
2008: “DUYGULARINI KORU”
“…and there was a new voice
which you slowly
recognized as your own…”
2004 Avrupa Futbol Şampiyonası’nı “Çek bir Letonya!” mutluluğu ve sonrasında adını Google’a sormadan ezbere yazabilen bir nesil olmamıza neden olan “Verpakovskis” faciasıyla kaçırmamızın ardından çıkış trendi hızla terse dönen Türkiye’de amaç, 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası’na ne olursa olsun katılmaktı. Turnuvayı Yunanistan’la ortaklaşa düzenleme talebimiz reddedilip turnuva Avusturya ve İsviçre’ye verilmiş ve üstüne 2004 Avrupa Futbol Şampiyonası’nı bir dargın bir barışık ilişkimizin olduğu komşumuz Yunanistan büyük bir sürprizle kazanmıştı. Bunlar yetmezmiş gibi 1. torbadan katıldığımız 2004 elemeleri sonrası bu turnuvaya 2. torbadan giriyor ve doğal olarak 1. torbada yer alan komşumuzla gruplarda bir araya geliyorduk:
Ara Not 1- Avusturya ve Polonya ilk defa Avrupa Futbol Şampiyonası’na katıldı. Yunanistan’ı deplasmanda 4-1 yenip kendi evimizde 1-0 yenildiğimiz, son iki maçta Nihat’ın ön plana çıkmasıyla kendi evimizde Bosna-Hersek’i 1-0, deplasmanda sisli ve puslu bir akşamda Norveç’i 2-1 yendiğimiz elemeler sonucunda, ilk iki takımın turnuvaya direkt katılmasının da avantajıyla 3. kez turnuvanın yolunu tutuyorduk.
Ara Not 2- İngiltere elemeleri geçemedi.
Ara Not 3- Elemeleri yenilgisiz bitirebilen bir takım olmadı.
Yurt dışında oynayan yedi oyuncumuzun dahil olduğu, Mehmet Aurelio ve Colin Kazım-Richards gibi oyuncuları da içeren kadromuzla, yine son torbadan katıldığımız kura çekiminde 2000’in rövanşı için bir fırsat çıkıyor ve Hollanda, İtalya ve Fransa ile aynı gruba düşen Romanya bahtsızlığına düşmeden ‘orta şekerli’ bir grubu çekiyorduk:
A Grubu
Ara Not 4- Fransa da kura çekimine son torbadan katıldı.
Hiçbir beraberliğin çıkmadığı bu enteresan grupta yine Portekiz’e diş geçiremeyip 2-0 yeniliyor ancak İsviçre’yi 2-1 yeniyor ve 2000 Avrupa Futbol Şampiyonası’nda Belçika ve 2002 Dünya Kupası’nda Japonya ve Güney Kore’den sonra bir kez daha ev sahibini eli boş göndererek kötü bir misafirlik örneği sergiliyorduk. Final maçında ise 2-0 geriye düşsek de Çek Cumhuriyeti’ni de 3-2 yenerek (“Yapma Volkan! Yapma be!”) çeyrek finalin yolunu tutuyor ve kazandığımız iki maçta da “Biz bitti demeden bitmez!” sloganını yaratacak geri dönüşlere imza atıyorduk.
Ara Not 5- Efsanevi Çek Cumhuriyeti maçı, kötü bir tesadüfle turnuvanın 23.871 kişi ile en düşük seyircili maçıdır (ort: 36.803).
Bu sonuçların üstüne grubu lider bitiren belalımız Portekiz’in bize bütün çektirdiklerine karşılık olarak Almanya’yla eşleşmesi, bizimse sonradan Portekiz’in yerini alacağını henüz bilmediğimiz Hırvatistan’la eşleşmemiz, şüphesiz bir şeylerin değiştiğinin göstergesiydi.
Portekiz’in Almanya’ya elenmesiyle başlayan mutluluk, 119. dakikada gol yiyip 120 +2. dakikada “Semih! Semih! Semih!” x 1500 nidalarıyla zirveye ulaşıyor ve şaşkınlık içindeki Hırvatistan’ın penaltılarda varlık gösterememesiyle Avrupa Futbol Şampiyonası tarihimizde ilk defa yarı finale çıkmanın sevincini yaşıyorduk. Bir kez daha muhteşem bir geri dönüşe imza atan Türkiye, bu turnuvanın “Duygularını Koru” sloganına belki de en yakışan ülke olduğunu bir kez daha gösteriyordu.
Ara Not 6- Semih Şentürk’ün golü, Avrupa Şampiyonaları tarihinde en geç atılan, aynı maçtaki Ivan Klasnic’in golünden rekoru alarak, goldür.
Yarı finalde Almanya’nın karşısına tam dokuz oyuncusundan yoksun çıkan Türkiye, beklenmedik oyuncularının müthiş katkı vermesine ve “süper yedek” Semih’in 86. dakikada maçı beraberliğe taşımasına rağmen bu kez son dakikada üzülen taraf oluyor ve 3-2 yenilerek üzgün ama başı dik bir şekilde finalin kapısından dönüyordu.
Son Not 1- Türkiye, turnuvada sadece 13 dakika maçı önde götürmüştür.
Son Not 2- Türkiye, dokuz golle turnuvada en çok gol yiyen (gol yemediği maç yok) ve kart gören (15 sarı, 1 kırmızı) takımdır.
Son Not 3- Hamit Altıntop, turnuva takımına seçilmiştir.
Son Not 4- Tüm maçlarını kazanarak 1964’ten sonra ikinci kez şampiyon olan İspanya, 1984 Fransa ve 1996 Almanya’sından sonra bunu başaran üçüncü takım olmuştur.
Son Not 5- Altın Ayakkabı: David Villa (İspanya).
Son Not 6- Turnuvanın Oyuncusu: Xavi (İspanya).
Son Not 7- Maç Başına Gol Ortalaması: 2.48.
2016: “ÇÖKÜŞ”
“…It was already late
enough, and a wild night,
and the road full of fallen
branches and stones…”
2008’deki muhteşem başarıdan sonraki iki büyük turnuvaya katılamayan Türkiye’de hedef, ev sahipliği oylamasını Fransa’ya dönemin UEFA Başkanı Michel Platini’nin katkılarıyla bir oy farkla kaybettiği Euro 2016’ya katılmaktı. 2008 başarısının teknik direktörü Fatih Terim’in bir kez daha göreve geldiği Türkiye, elemelere 3. torbadan katılmıştı (2008 elemelerinde 2. torba). Olmaz denilen olayların bir araya geleceğini henüz bilmediğimiz grubu oluşturan takımlar ise şu şekildeydi:
İlk kez 24 takımın katılacağı ve ilk ikinin direkt çıkacağı elemelerin A Grubunda; “Topu elle getirseler üç defa götürebilirler” denilen İzlanda’ya 3-0 yenilmemiz, Çek Cumhuriyeti’nin lider çıkması ve Hollanda’nın biri bizden olmak üzere tam beş yenilgi alarak 4. olması gibi enteresan olaylar oluyordu. Böyle bir grupta elbette 2008 ruhu tekrar canlanıyor ve Türkiye; sırayla Hollanda ve Çek Cumhuriyeti’ni ve son maçta Selçuk İnan’ın, David Beckham’ın Yunanistan’a attığı gole selam gönderircesine 89. dakikada attığı frikik golüyle İzlanda’yı yeniyor, Yiğit Özgür’ün malum karikatüründeki gibi onlarca olasılık bir araya geliyor ve turnuvanın elemeleri tarihinde ilk defa kullanılan en iyi üçüncü kotasını doldurarak şampiyonanın yolunu tutuyordu.
Ara Not 1- İzlanda, Kuzey İrlanda, Galler, Arnavutluk ve Slovakya ilk defa Avrupa Futbol Şampiyonası’na katıldı.
Genç yıldız adayı Emre Mor’un da aralarında olduğu altı lejyoner takviyeli Türkiye, önceki turnuvalarda olduğu gibi son torbadan kura çekimine giriyor ve tanıdık takımlarla denk geliyordu:
D Grubu
İlk maçta yeni belalımız Hırvatistan’a 1-0 yenilerek 2008’in rövanşını veriyor, son iki Avrupa Şampiyonası’nın kazananı İspanya’ya hiçbir varlık göstermeden 3-0 yeniliyorduk. Son maçta ise Çek Cumhuriyeti’ni 2-0 yenerek yine bir “Acaba?” dedirtiyor, ancak bu sefer en iyi üçüncüler arasında ilk 4’e giremeyerek eleniyorduk.
Büyük sıkıntılarla ve mucizelerle katıldığımız bu turnuvada prim muhabbetleri, Ozan Tufan’ın Hırvatistan’ın Luka Modric’le bulduğu golde müdahale etmek yerine saçını düzelttiğine dair tartışmalar, Arda Turan’ın İspanya maçında tribünden gelen tepkilere topu ayağında tutarak gülmesi ve tribünlerle diyaloğa girmesi gibi başlıklar, günümüze kalanlarken 18 yaşındaki Emre Mor’un dikkat çekici performansı ve stoperde oynatılan Hakan Balta-Mehmet Topal ikilisinin çok da alışık olmadıkları mevkide yaptıkları hatalar ise futbola dair hatırlayabildiğimiz kırıntılardan oluyordu.
Kendi içimizdeki kavgalar ve kötü yönetimin etkisiyle içinde olamadığımız sürprizlerle dolu olan turnuvada ise ilk defa katılan ülkelerden İzlanda çeyrek, Galler yarı final oynuyor; grubunu üçüncü bitirerek bir üst tura yükselebilen Portekiz ise süper yıldızı Cristiano Ronaldo’nun erkenden sakatlandığı maçta ev sahibi Fransa’yı 1-0 yenerek kupayı ilk defa kaldırmanın sevincini yaşıyordu.
Son Not 1- Altın Ayakkabı: Antoine Griezmann (Fransa).
Son Not 2- Turnuvanın Oyuncusu: Antoine Griezmann (Fransa).
Son Not 3- Maç Başına Gol Ortalaması: 2.12.
2020 (2021): “DUVAR”
“One day you finally knew what you had to do,
and began,
though the voices around you kept shouting their bad advice…”
Euro 2016 ev sahipliğini bir oyla kaybeden Türkiye, Euro 2020 için de adaylık başvurusunu yapıyordu. Üstelik, ilk ve tek başvuru sahibi olarak bu turnuvayı alacağından emin olan Türkiye’ye Michel Platini’den bir sürpriz daha geliyor ve turnuvanın tarihte ilk defa 11 ülkede düzenleneceği sonucu çıkıyordu. Euro 2016 sürecinde milli takımdaki kaos dolu günleri geride bırakmaya çalışan ve genç oyuncularıyla yeni bir yola çıkan Türkiye, 2016 elemelerinde olduğu gibi yine 3. torbadan kuraya katılıyor ve şöyle bir gruba düşüyordu:
Şenol Güneş yönetiminde muhteşem bir eleme süreci geçiren milliler; Fransa’dan dört puan alıyor, sadece son yılların alışıldık rakibi İzlanda’ya yeniliyor ve tarihte ilk defa son maçlar oynanmadan turnuvaya katılmayı garantiliyordu. Arnavutluk ve Andorra gibi rakipleri son dakikada atılan gollerle 1-0 yenme gibi aksiyonlar sayılmazsa elemelerde çok fazla sıkıntı yaşamayan Türkiye, mağlup olunan İzlanda maçında yenilen iki gol dışında kalan maçlarda sadece bir gol yemeyi başararak “Türk Duvarı” yakıştırmasını da sonuna kadar hak ettiğini gösteriyordu.
Ara Not 1- Finlandiya ve Kuzey Makedonya, ilk defa Avrupa Futbol Şampiyonası’na katıldı.
Şampiyona finalleri için çekilen kuraya Türkiye, turnuva tarihinde ilk defa son torbadan değil 3. torbadan katılmaya hak kazanırken kolay denilemese de üst tura çıkabilmek adına ümitli olacağı bir gruba düşüyordu:
A Grubu
Açılış maçını ev sahibi İtalya’yla yapacağımız ve sonrasındaki iki maçı ev sahibi gibi olacağımız Bakü’de oynayacağımız bu grup, üstün savunma gücümüz ve fena olmayan gol ayaklarımızla büyük beklentilere girmemizin hiç de yanlış olmayacağı turnuvanın başlangıcı için ümit verici bir eşleşme olarak görünüyor. Avrupa Şampiyonası’nın artık ‘yeni geleni’ değil ‘olmayınca arananı’ olan Milli Takımımız; genç ama tecrübeli, tecrübeli ama hırslı, Avrupa futboluna entegre ve ‘sempatik’ olarak nitelendirebileceğimiz bir kadroyla her maçında büyük bir heyecan vadediyor.
*Büyük yıkımlar, mucizeler ve inanılması güç değişimlerle dolu olan bu serüvenimize eşlik eden dizeler, Mary Oliver’ın “The Journey” adlı eserinden alınmıştır.