“İyi hücum maç kazandırır, iyi savunma şampiyon yapar.”
Çocukken sokakta top oynayan hemen herkes öncelik olarak forvette olmak ister; gole en yakın olmak, idol olarak benimsediği futbolcunun kendisine has hareketlerini yapmak, sonradan zihninde devamlı oynatabileceği şık goller atmak, maçın son dakikası olan akşam ezanında veya sokaklardan çıkan altın gol kuralı “atan kazanır”la son golü atıp kahraman olmak. Bu yüzden sokaklarda en iyi oyuncu en uca yazılır onun arkasına da kalite olarak iyiden kötüye doğru bir sıralama yapılır ve dolayısıyla da topla ilişkisi en az olanlar kaleye ve savunmaya geçer.
Sokaklardaki vaziyeti bu olan bir ülkenin yıllar boyu yetiştirdiği kaleci ve savunma oyuncularının hücumculardan daha iyi olması hayatın bize bir esprisi ya da yeşil sahanın yüzümüze çarptığı bir hakikat diyebilir miyiz? Bu sorunun cevabını biraz olsun bulmak adına kadrajımızı futbolun oyun alanı dışına çıkarmalıyız.
TARİHİN SATIR ARALARI
Bu toplumun belleğine işlenenlerin büyük çoğunluğunu zaferler, fetihler ve kazanılan savaşlar oluşturur. Yıkılan devletlerin yerine yenisinin geldiği, atara atar, gidere gider bir anlayışın hâkim olduğu bir tarih anlatılır bize. Saldıran tarafın güçlü, savunan tarafınsa zayıf olduğu ve saldıran tarafın her seferinde kazandığı ön kabulü zihnimize kodlanmıştır. Dolayısıyla bu zamana kadar savunma yapmak devamlı olarak acizlik, zayıflık olarak algılanagelmiştir. Tabii bu durum salt olarak tarih anlatısıyla da alakalı değildir. Bu coğrafyanın insanı büyük mağlubiyetler de yaşamıştır. Toprak kayıpları, Birinci Dünya Savaşı sonrası Anadolu’nun işgal edilmesi ciddi travmalardır. Özellikle büyük savaştan iki yüzyıl kadar önce üç kıtada hüküm süren bir imparatorluğun halkı için aşılması kolay olmayan bir travmadır. Haliyle bu durum tarihin tozlu raflarında kalmamış toplumsal yaşama oradan da futbol sahalarına ulaşmıştır. Savunma yapmak zayıflıktır, güçlü olan hücum eder. Oysaki iyi ve organize hücum edebilmenin en önemli koşulu sağlam bir savunmaya sahip olmaktan da gelir.
Yukarıda değinmeye çalıştığım toplumsal belleğin futbol sahasına tezahürüydü aslında. Toplumsal hayatta takınılan tavır, oynanan futbolun karakterini de belirlediği için bu coğrafyanın insanı biraz da bu sebepten sürekli hücum etmek istiyor ve bu sahaya da yansıyor tabii ki. Sistemli şekilde hücum edemediğinden dolayı da her defasında ortaya bir kaos futbolu çıkıyor.
Aslında futbolu her ne kadar gol atma öncelikli olarak oynuyor olsak da savunmayı hiç önemsemediğimiz gibi bir sonuç çıkaramayız buradan zira futbolun en temel kurallarından biri olan “gol atamıyorsan yeme” anlayışına hakimizdir. Haliyle topun hedefe ulaştırılacağı yere de “kale” dememiz boşuna değil. Zira kale, genel olarak “savunulacak yer” anlamına geliyor. Tabii burada kaleyi fethetme arzumuzu da gizleyemediğimizi belirtmekte yarar var.
SEYYAH OLAN DÖNÜŞÜR
Son yıllarda Avrupa’ya giden oyuncularımızda ciddi bir artış var ve bu oyuncular geçmişten farklı olarak Avrupa seyahatini İstanbul aktarmasız yapmaya başladılar. Bu kimine göre yabancı sınırının makul bir seviyeye çıkarılmasından, kimine göreyse Avrupalı kulüplerin Türkiye’ye olan ilgisinin artmasından kaynaklı. Hangi sebep daha etkili onun tartışmasına girmeyeceğim. Gelmek istediğim nokta, bu durumun özellikle milli takım düzeyinde yarattığı olumlu dönüşüm ve biraz da ülke futbolu açısından şapkamızı önümüze koyup düşünmemiz gerektiği üzerine.
Avrupa kulüplerinin oyuncularımıza gösterdikleri ilgi kadar oyuncularımızın da kariyer planlamasını buraya dönük yapıyor olmaları birtakım şeylerle yüzleşmemizin önünü açmış olabilir. Bunlardan en önemlisi futbolumuzun ve kulüplerimizin düze çıkma reçetesinin dışarıya oyuncu yollama fikridir muhtemelen. Kulüplerin içinde bulundukları mali durumlar futbol kalitesinin devamlı düşmesinin en önemli sebebi. Dolayısıyla dışarıya satılan oyuncunun maddi anlamda kulübe ciddi bir faydası olacaktır. Tabii bunun sürekli hale gelebilmesi için gelen paranın altyapıya aktarılması ve altyapıların da bu felsefe etrafında dönüştürülmeleri gerekir.
EURO 2020’ye gidecek kadronun yarısından fazlası Avrupa’nın büyük kulüplerinde forma giyiyor. Farklı futbol kültürleri, farklı hocalar, üst düzey oyuncular, tüm bunların getirdiği üst düzey mücadeleler ve doğal olarak değişen oyun ve pozisyon algısı. Öyle ki milli takımın oynadığı, genelde birçok maçta ilk 11 içerisinde yalnızca iki veya üç oyuncu Süper Lig’de mücadele edenler arasından oluyor. Durum böyle olunca EURO 2020 Elemeleri’nde yalnızca 3 gol yiyen ve son Dünya Şampiyonu Fransa’dan 4 puan alan bir takım çıkıyor ortaya.
Oyuncularımızın Avrupa’ya yaptıkları transferlerle beraber orada yakaladıkları başarılar kendi gelişimlerini de olumlu yönde etkiliyor. Çalıştıkları sporcu yöneticilerinin de yönlendirmeleri doğrultusunda gittikleri ülkelerin dili ve kültürü hakkında edindikleri bilgiler futbola odaklanmalarını kolaylaştırıyor. Zira bir insanın herhangi bir yer ile sağladığı adaptasyon, orasıyla ne kadar uyum içinde olabildiğiyle alakalıdır. Bu çocukların da kazandıkları başarıların arka planındaki en büyük sebebin bulundukları yere adapte olmalarını söylememiz yanlış olmaz. Dolayısıyla milli takım kampında değişime ve dönüşüme kendisini kapatmayan oyuncuların fazlalığı, ligimizden milli olan oyuncuların da üzerinde etkisini gösteriyor. Bu da takımdaki oyuncuların saha içinde birbirleriyle uyumunu arttıran en önemli etken oluyor haliyle.
“TURKISH WALL”
Milli takımın yıllardır, takımın geri kalanına göre en sağlam yeri savunması oldu. Ancak hakkını ziyadesiyle vermek gerekir ki hiçbiri şu anki savunma hattı kadar ses getirmedi: Merih Demiral, Çağlar Söyüncü, Kaan Ayhan, Ozan Kabak, Zeki Çelik, Umut Meraş, Mert Müldür. Bu isimlerin oluşturduğu defans hattı geçmişte kazanılan başarılar esnasında stoperde iyi bir ikili oluşturan Alpay Özalan ve Bülent Korkmaz gibi döneminin en iyi isimlerini çoktan geride bıraktı desek abartmış olmayız çünkü bunu Bülent Korkmaz’ın kendisi de dile getiriyor: “Merih’i benimle çok denkleştiriyorlar. Benim fikrim ben dönemin en iyi oyuncularından biriydim ama Merih beni geçti. Çağlar da öyle. İkisi de hem oynadıkları lig hem de yetenek olarak daha iyi.” Elbette burada Bülent Korkmaz’ın tevazu gösterdiğini düşünebiliriz ancak durum tam da onun belirttiği gibi. Bu çocuklar bu yaşta gerçekleştirdikleriyle ileride neler yapabilecekleri konusunda ciddi anlamda heyecan yaratıyorlar.
Neredeyse her biri Avrupa’nın büyük takımlarında oynayan defans ekibi, bir araya geldiklerinde kale önünde Voltran oluşturuyorlar adeta. Futbol kariyerlerinde henüz olgunluk çağına gelmemiş olan bu çocuklar, saha içinde o kadar hırslı ve kendilerinden emin işler yapıyorlar ki izlerken saygı duymamak, takdir etmemek elde değil gerçekten. Durum böyle olunca da futbolseverler tarafından onları en iyi tanımlayacak sözün ortaya çıkması pek zaman almadı açıkçası: Turkish Wall. Bu tanımlama uzun yıllardır değerli savunma oyuncularına sahip olup devamlı hücum oynamaya çalışan bir ülkenin yüzüne vurulan bir gerçek aynı zamanda. Bu çocuklar bizi iyi savunma yaparak bir şeyler kazanabileceğimizle yüzleştirdiler biraz da.
Futbol elbette tek bir bölgeden, mevkiden veya oyuncudan ibaret olamayacak kadar komplike bir oyun haline geldi. Ancak ortalama her takımın çok iyi olduğu bir bölge vardır, bizimki de defans hattı… Disiplinli ve bilinçli yapılan bir savunmayla neler yapılacağını zaman içerisinde belki de zaruretten öğrendik ve öğrenmeye de devam ediyoruz. Kaldı ki bu tarz turnuvaları savunmasıyla öne çıkarak kazanan takım sayısı da azımsanmayacak kadar fazla. En başta akla gelen takım tabii ki de EURO 2004’te Otto Rehhagel önderliğinde katı bir savunma oyunu ortaya koyarak şampiyon olan Yunanistan. Çok daha yakın tarihe, bir önceki Avrupa Şampiyonası’na geldiğimizde ise benzer bir oyunu sergileyerek şampiyonluğa ulaşan Portekiz’i de söyleyebiliriz.
ARINMA
Büyük bir fiyaskoyla sonuçlanan EURO 2016 sonrası yeni bir yapılanmaya giden Ay Yıldızlılar ununu elemiş eleğini asmış, kanıtlayacağı bir şeyleri kalmamış oyuncular yerine; heyecanı yok olmamış, hedefleri net olan, kariyer planlamasını ülke içinde değil de doğrudan Avrupa olarak belirleyen gençlere yönelerek onların yer aldığı bir kadro oluşturmaya girişti. Fatih Terim sonrası Mircea Lucescu ile başlayan bu keskin dönüşüm Şenol Güneş’le beraber meyvelerini toplamaya başladı. EURO 2020 Elemeleri’nde harika bir performans ortaya koyup 10 maç sonunda yalnızca 3 gol yiyerek son Dünya Şampiyonu Fransa’nın 2 puan ardından ikinci olarak finallere kalmaya hak kazandı. Bu başarının ardındaki en önemli etkense oluşan savunma hattıydı.
Genç bir kadroya sahip olan Milli Takım henüz yolun başında elbette ve bu yolda elemelerden sonraki en büyük sınavını turnuvanın ilk maçında İtalya’ya karşı verecek. Tabii karşısına çıkacağımız İtalya da geçmişten günümüze savunmasıyla ön plana çıkmış, turnuvalar kazanmış bir takım. Efsane olmuş İtalyan oyunculardan oluşan bir liste yapmaya kalksak içerisinde çok sayıda defans oyuncusu yer alır şüphesiz. Ayrıca kendi içinden Catenaccio sistemini çıkaran bir futbol ülkesine karşı savunmasıyla ün yapmaya başlamış bir takım olarak çıkmak ciddi manada büyük bir sınav olacak. Üstelik İtalya, alışılanın aksine yakaladığı yeni jenerasyonla geçmiş kadrolara göre daha kısa ve hücumcu bir yapıyla burada bulunuyor. Elemelerde 10 maçta topladıkları 30 puan ve attıkları 37 golle bunu fazlasıyla gösterdiler.
Sonuç olarak neresinden, nasıl bakarsanız bakın hem milli takım hem de “Turkish Wall” için önemli bir sahne bu turnuva. İlk kez katılma başarısı gösterilen EURO 96’da gol bile atamadan turnuvaya veda etmiştik. Dört yıl sonra EURO 2000’de İtalya’nın ardından gruptan çıkıp çeyrek finalde Portekiz’e mağlup olarak turnuvaya veda ettik. Bizim açımızdan çoktan efsaneler arasına giren EURO 2008’de ise muhteşem geri dönüşlerimize yarı finalde Almanya dur demiş ve gerisin geri yurda dönmüştük. EURO 2016’daki hezimetten sonra ilk kez büyük bir heyecanla bir turnuvaya katılıyoruz ve burada halkın büyük çoğunluğu gerçekten önemli bir başarı bekliyor. Bu beklentinin en önemli sebebi de bu çocuklara gerçekten güveniyor olmaları. Taraftar çok uzun süredir ilk kez kendisini milli takımla bu kadar özdeşleştirmiş durumda. Kadrodaki oyuncuların her birine ayrı bir sevgi ve sempati duyuluyor adeta. Tabii bunun ciddi nedenlerinden biri bu çocukların Türkiye’de değil de yurt dışında futbol oynuyor olmaları. Ülkedeki yoğun stresli ve tartışmalı ortamdan uzak durmaları onların sahiplenilmesini kolaylaştırıyor. Bu da ülke insanın samimiyet sınavlarından biri olarak tartışılmayı ve konuşulmayı bekleyen konular arasındaki yerini korumaya devam ediyor.
* Sun Tzu’nun “Savaş Sanatı” adlı eserinden ilhamla…
2 comments
[…] dört puan takımın potansiyelini bize gösteriyor. Barış Havuz’un Savunma Sanatı yazısında [1] ‘Voltran’ olarak bahsettiği bu savunma kurgusuna Avrupa basını tarafından layık […]
[…] Dergi ekibi olarak kimi övsek hüsrana uğradı ki o konudaki en büyük eserimiz budur, umarım bu lanet bir seferlik devre dışı […]