Türkiye son aylarda ürkütücü manzaralara sahne olan ve Marmara Denizi’nde sonun başlangıcı olarak görülen müsilaj kavramı ile tanıştı. Vatandaşlar olarak gündemimizi ne kadar meşgul ettiği konusunda soru işaretleri olsa da son bir senedir müsilaj üzerine çalışmalarda bulunan Serkan Ocak’a bir sorduk, bin işittik. Deutsche Welle için hazırladığı müsilaj dosyasından, müsilajın su sporlarına etkisine; İstanbul’un korunmasından eğitim sistemine kadar birçok konuda konuştuk.
– Öncelikle şunu sorarak başlamak istiyorum. Müsilaj ile sizler de bizim gibi yakın zamanda mı tanıştınız yoksa denizle iç içe olmaya başladığınız ilk günlerden bu yana böyle bir kavramın farkındalığında mıydınız?
Ben müsilaj kavramını ilk defa geçen sene duydum ve 2020’nin Ekim ayında haberini yapmaya başladım. Silivri açıklarında vardı. Çoğu insan gibi ben de kavramı bilmiyordum. Ekim ayında ilk kez balıkçılarla ve çevredekilerle konuşarak bu konu üzerine haber yaptım. Balıkçıların müsilaj denilen şeye “kaykay” dediklerine şahit oldum. Sebebi de ağı çektikleri makara müsilajın sümüklü yapısından ötürü kayıyor ve ağın çekilmesini zorlaştırıyormuş bu yüzden de kaykay diyorlarmış. İstanbul Üniversitesi Su Bilimleri Fakültesi’nden Melek İşbilir ile konuşurken o anlatmıştı müsilajı. İlk haberimde de terim kullanmak yerine deniz salyası ve kaykay olarak bahsetmiştim. Balıkçılar buna aslında her sene ufak tefek rastlıyor. Bahar ile yaz aylarında sıcaklık ve kirlilik arttığı zaman ortaya çıkıyor. Bilim insanlarının ve balıkçıların söylediğine göre 2020’de de çok yoğun yaşanmış fakat su yüzeyine çıkma durumu görülmemiş. Dolayısıyla ben bir sene önce öğrenmiştim. Tüm Türkiye de yaklaşık birkaç ay önce öğrendi.
-Deutsche Welle’de hazırladığınız “müsilaj” dosyasına gelmek istiyorum. Çok etkileyici, korku filmi başlangıcı gibi bir girişle bizleri karşılıyorsunuz. Ardından bu dosyanın içerisinde izlediklerimiz ve dinlediklerimiz de bunun “korku filmi gibi” değil bizzat korku filmi olduğunu bizlere yansıtıyor. Bu dosyayı hazırlama sürecinizden bahseder misiniz?
Uzun süredir bir dalış yapmak istiyordum. Bir ara müsilaj kıyılara geldi, göründü ve gitti. Dalmak için bir kere daha gelmesini bekledim ve bu birkaç ay önce tüm sahili kaplayan müsilaj dalgası geldiğinde daldım. Hem Marmara’nın Kuzey’inde yani Bostancı’da hem de Güney’inde Erdek’te daldım. Bütün bir Marmara’da olmasa da belli noktalarda dalmış bulundum. Korku filmi benzetmene gelecek olursam evet, Bandırma Limanı’nda öyle bir görüntüye denk geldim. O kadar ilginçti ki; video haberde izlediğin gibi Gemlik körfezinde timelapse yaptık. O görüntüyü çekme niyetiyle orada değildik. Yalnızca bir saat içerisinde geldi ve gitti. Mustafa Sarı hocamız da yanımdaydı o an. O görüntü bize şunu gösteriyor aslında; bilek kadar vidanjörlerle salyayı temizlemeye çalışıyorlar ya işte vidanjörle temizlemeyle bu işin bitmeyeceğinin bir göstergesi. Düşününce evet, hiçbir şey yapılmamasından iyi tabii ama kıyılarda kol kadar şeyle yapılan temizlikle bu iş bitmez. Asıl sorunun yüzeyde değil denizin içerisinde ve altında olduğunu tüm vatandaşlarımızın bilmesi gerekir.
-Muhtemelen müsilajın deniz yüzeyine çıktığı ilk günlerde işin vahametini tam olarak anlayamamışsınızdır diye düşünüyorum. Ardından çok sayıda araştırmalar yaptınız fakat İstanbul Bostancı’da ve Balıkesir Erdek’te dalış yaptığınızda işin korkunçluğunu o an daha fazla anlamış gibisiniz. O anlar nasıldı?
Erdek’te askerlik yaptım. Oranın denizini çok seviyorum, Erdek’in suyu cam gibidir. Saatlerce yüzülebilen ve dalış yapılabilen bir denizdir. Gittiğimde gördüğüm manzara korkunçtu. İstanbul kıyılarında her zaman bulanıklık görülür fakat Erdek’te veya Marmara’nın Güney sahilleri her zaman berraktır. Dalgıç arkadaşlardan işin korkunçluğunu duyuyordum ama buna tanık olmak başka türlü bir şeydi. Suyun altında metrelerce derinlikte tabaka halinde karşımıza çıktı. Denizin dibi örtü gibi bir şeyle kaplıydı. Kritik seviyede nesli tükenmekte olan ve midyenin devasa haline benzer pinalar vardır. Bir saat içerisinde 25 litre suyu filtre eder. Onların üzeri tümüyle örtülmüş haldeydi. Bu canlıların hâlini gördükçe daha fazla çaba sarf etmemiz gerektiğini anladık. Fakat kamuoyundaki etkisi gelip geçici olacak gibi görünüyor. Biz zaten millet olarak yaşananları çok çabuk unutmaktayız. Müsilajı yüzeyde görmemeye başladıkça denizin dibindeki sıkıntıyı unutacağız. Marmara Denizi’nin kirliliği ile alakalı adım atılmadıkça bu sorun bâki kalacak.
-Balıkçılardan akademisyenlere kadar denizle iç içe olan paydaşlarla sohbet ettiniz. Onların bakış açılarını nasıl yorumlarsınız?
Balıkçıların büyük çoğunluğu kendi derdindedir. Balık tutamıyoruz, ağ atamıyoruz gibi kendi maddi sorunlarıyla alakalı serzenişte bulunurlar. Çoğunluğu, “Aman denizimiz kirleniyor burası bizim ekosistemimiz dikkat edelim.” gibi şeyleri düşünmez. Zaten bu kadar düşünseler filolarını büyütmezler ve avları bu kadar sık yapmazlar. Ama bilim insanları böyle değil. Senelerdir bas bas bağırıyorlardı. Marmara Denizi’ndeki kirlilikle alakalı çok sayıda haber yaptım. Devlet de görüyor bunu ama sanayicilerin çok büyük baskısı var. Marmara’daki sorunun kaynağı ne? Bunun üzerine eğilmiyoruz. Ergene Nehri’ni temizleyeceğiz dediler. Seneler evvel derin deşarj yönteminin açılışını yaptılar. Derin deşarj denilen şey de organik bir yüktür. Bu sefer Marmara’ya daha da yük bindi. Düşünebiliyor musun saniyede bilmem kaç bin metreküp su basılıyor denize. Marmara’nın kaldırabileceği yük belli ve artık kaldıramıyor. Bakanlık 22 maddelik acil eylem planı açıkladı. Üç ay sonra korumaya başlayacağız dediler. Acil eylem planı deniyor ama üç ay sonrası gösteriliyor. Neden üç ay sonra? Zaten herkes üç aya unutur bu olayı, kendileri de unutur. Benim konuştuğum bütün bilim insanları yarın düğmeye basılması gerektiğini söylüyor. Radikal karar alınmadığı sürece doğa bize bunun bedelini ağır bir şekilde ödetecek. Doğa öyle bir şey ki; pandemiyle kendisini gösteriyor ya da müsilaj ile kendini gösteriyor. Bu müsilajın ilerleyen evrelerinde çürük yumurta kokusunun her yeri kaplayacağı söyleniyor. Düşünsene geçmişte Haliç’in koktuğu gibi bütün Marmara’nın koktuğunu, çok feci bir durum.
-Uzmanlar müsilajdan kurtulmanın temizlemek ya da oksijen vermek gibi çözümlerle olmayacağını asıl önemli olanın kirliliği önlemek olduğunu söylüyor. Başka ülkelerin kendi denizlerini veya doğalarını korumak için böylesine ekstra şeylere ihtiyaç duymasına şahit oldunuz mu?
Daha dün Avustralya’dan bir bilim insanı Savaş Karakaş’ın canlı yayın konuğu oldu. Avustralya’nın denizlerini koruması üzerine sohbet ettiler. Balıkçılık üzerine bilim insanı diyor ki; bütün balıkçıların ne kadar balık tutacağı ve ne kadar kazanacağı bellidir. Kimse bir fazlasını tutamaz eğer öyle bir durum olursa insanlar şikayet eder ve o kişinin bütün iş ruhsatları, evrakları alınır cezaya çarptırılır. Oralarda buna kimse cesaret edemez eğer ederse yaşayacaklarını bilir. Bizim ülkemizde ise ciddi bir kural tanımazlık ve sistemsizlik var. Yani son birkaç aydır ülkemizde yaşananlara dair neler neler duyuyoruz ama bir tane savcı soruşturma açabiliyor mu? Yasa erki, yargı erkine müdahale ediyor. Kolluk güçleri istediğine eylem yaptırıp istediğine yaptırtmıyor. Tamamen keyfi şeyler… Covid-19 pandemisi sürecinde de bunu görüyoruz. Bu sebeple bilim kurulu kuruldu. Bu kurulun söylediği hangi sözler uygulandı acaba? Zamanında İstanbul ile ilgili 1/100.000’lik çevre düzeni planı olarak kentin anayasası niteliğinde çalışma yapıldı. Bunun içerisinde ne Kanal İstanbul, ne İstanbul Havalimanı ne de üçüncü köprü vardı. Hiçbiri yoktu. İstanbul gelişecek ama kuzey-güney rotasında değil doğu-batı rotasında gelişecek deniliyordu. Anayasaya hiçbir şekilde uyulmadı. Milyonlarca Türk lirası harcayıp İstanbul Metropolitan Merkezi kurdular. Bu plana da uymadılar. Pandemi yasaklarında insanlar kendi cenazelerine gidemedi fakat hükümete yakın kişilerin cenazelerine hiçbir kısıtlama konulmadı. Lebalep kavramıyla tanıştık geçtiğimiz aylarda. Bunları niye anlatıyorum biliyor musun? Tamamı bahsettiğimiz sistemsizlikle alakalı. Memlekette güvensizlik hâkim. Her neyse Marmara’nın durumu da çok basit. Bilim insanları bas bas bağırıyor. Kirletmeyeceksin. Biyolojik arıtma yapacaksın. Denize daha fazla yük vermeyeceksin. Metrobüs de bu şehir için bir çözüm değildi. Uzun vadeli plan yapılsa ve trenle taşımacılık yapılsa zaten bir şeyler yoluna girecek. Berlin’den örnek vereyim. 100 yıl sonra bile şehrin nasıl bir yapılanmada olacağı belli. İstanbul’un bırak 100 sene sonrasını 10 sene sonrasını bilmiyoruz. İstanbul’da artık nefes alamaz haldeyiz. Şehir gökdelenlerden geçilmiyor. Bu da hava akışını bariz şekilde etkiliyor.
-Müsilaj dosyanızda balıkçı reisi ile aranızda geçen sohbette, kendilerini pandeminin değil müsilajın öldüreceğini söylüyor. Bu sohbetten yola çıkarak konuyu hafiften spor eksenine getirmiş olacağım ama şu an için su sporlarında da böylesine ciddi bir durum var mı?
Müsilaj su sporlarını tabii ki etkiliyor ve etkileyecektir. İnsanlar gözüyle gördüğüne göre hareket ediyor. Günlük değişecektir hareketlilik. Bilim insanlarımızın dediğine göre müsilaj belli bir noktadan sonra dağılacak. Fakat önümüzdeki sene tekrardan çıkabilir. Bostancı sahilinde yelken ve kürek sporları yaygındır. Ben Deutsche Welle için o video haberi yaparken üç-dört yelken vardı fakat biliyoruz ki normal şartlarda 20-25 civarı olur. Mesela Kaş’ta müsilaj olsa ya da su bulanık olsa tüplü dalış turizmi büyük oranda azalır. Ben önümüzdeki günlerde Gökçeada’nın kitesurf yapılan kıyılarında müsilajı gözlemlemek için dalış yapacağım. Eminim ki cennet gibi olan o noktalarda su bulansa ve müsilajın etkileri görülse bölge turizminde ciddi ölçüde sıkıntı olur. Kitesurf için dünyanın sayılı bölgelerinden birisi orası. Lodos estiğinde müsilajın yine geleceğini söylüyorlar neyse ki şu günlerde yokmuş. Kirliliği yok etmediğimiz sürece müsilaj bizimle olmaya devam edecek. Su yüzeyinde olacak ama asıl denizin alt kısımlarında etkilerini göreceğiz. Bu kervan böyle devam ederse su sporları daha da ölümcül şekilde etkilenecek. Benim bir su sporu okulum olsaydı eğer Marmara Denizi sınırları içinde bu sıkıntının durumuna göre daha güney bölgelere inmeyi düşünebilirdim.
-Boğaziçi kıtalararası yüzme yarışlarına 12 kez katıldınız. 2019’daki yarışın ardından yaptığınız paylaşımda “Boğazın kirliliğini anlatmaya kalksam koca bir sayfa tutar.” ifadelerini kullandınız. Boğaz her seferinde bu kadar yıpratıcı bir kirlilikle mi sizleri karşılıyordu?
Ben ilk olarak 2000’lerin başında yüzmeye başladım boğazda. Yüzmeye başladığım zamanlarda balıklar görüyorduk. Su gerçekten temizdi. Bir keresinde yunuslar atlıyordu yanımızda ama artık kefal bile görmüyorum. Son yüzüşümde ekmek parçasından plastiklere ne kadar çerçöp varsa elimize yüzümüze değiyordu. Bazı arkadaşlarım boğazda yüzmek istemiyor artık. Ben her şeye rağmen bu organizasyonun çok değerli olduğunu düşünüyorum. Yurt dışından arkadaşlarımı çağırıyorum. Onlar da her şeye rağmen bu organizasyona değer veriyor. Bu sene Rusya’dan bir arkadaşım gelecek. Fakat sularımızdaki kirlilik yüzünden ülkenin tanıtımı da sıkıntıya girebilir. Benim derdim ülkemizi kötülemek değil yapıcı eleştirilerle bunların düzelmesini sağlamak. Daha bu sabah beni bir yardım kuruluşu aradı. Geçtiğimiz yıllarda onlar için boğazdaki yüzme etkinliklerine katılmıştım. Bu sene için, “Boğazda yapılacak yarışa katılmayı düşünüyor musunuz?” diye sordular. Bu kuruluş gerek müsilaj gerek kirlilikten ötürü bana danışıyor böyle bir organizasyona katılalım mı diye. Hayatımda duymadığım bir şey bu. Kirlilik bu kadar etkilemeye başladı hayatımızı. Bir tane boğaz var, bir tane Marmara var, bir tane körfez var. Su sporları için bulunmaz nimet bu bölge. Haliç mesela. Gidip bakalım şimdi. İki tane kürek takımı zor görürsün o suda. O kadar zevkli ki oysa. Avrupa’da gittiğim çoğu şehirde adamların denizleri veya gölleri olmamasına rağmen buldukları en ufak su parçasında bile bir etkinlik yapmaya çalışıyorlar. Nehirde kanoyla gezenler, kürek takımları, yüzenler falan…
Devletin de politikaları çok önemli kesinlikle. Küçük yaştan sevdirmemiz lazım bizim su sporlarını. Eminim ki çocuklarımıza su sporunu sevdirirsek ileride milli takımlar seviyesinde çok önemli işler yapabiliriz. Ülkemizde nefis bir potansiyel var bunun için. Öncelikle genç bir nüfusuz. Bu nüfusu spora yönlendirmemiz şart. Bu enerjiden faydalanmamız lazım. Üç tarafımız denizlerle çevrili. Her türlü nehir ve göle sahibiz ama kullanamıyoruz. Deniz kültürümüz yok. Tekne kültürümüz yok. Su altı ve su üstü kültürümüz yok. İnanır mısın bilmem ama bütün ülke genelinde su sporu okulu 20-30’u geçmez.
– Aslında en çok merak ettiğim noktalardan birisi de sizler gibi su sporları ile içli dışlı olan isimlerle veya gününün büyük çoğunluğunu suda geçiren insanlarla hükümet; bakanlıklar veya belediyeler aracılığıyla bir şekilde iletişime geçip müsilajın dünü, bugünü ve geleceği ile alakalı bilgilendirme yaptı mı ve destek konusunda bir aşama kaydedildi mi?
Benimle olmadı. Pek de destek olacaklarını sanmıyorum. Normal zamanda bir destekleri olmuyor. Şu zamanda hükümet veya bakanlıklar kendi dertleriyle boğuştuğu için yardım edeceklerini sanmıyorum. En azından benim çevremde su sporlarıyla ilgilenen insanlara bir destekleri olmadı.
-Bisikletten kampçılığa, dalıştan tırmanışa kadar doğa ile tanışık ve barışık sporlar ve eylemlerde bulunuyorsunuz. Ülkemiz özelinde bisikletten kampçılığa dalıştan tırmanışa kadar tüm doğa sporlarında ciddi bir ümitsizlik hâkim. Bisikletçilere özgür bir sürüş imkânı tanınmıyor. Kamp alanlarına ciddi kısıtlamalar getiriliyor. Dalış veya diğer su sporları kirlilikle savaşıyor. Sizler bu kara bulutları nasıl karşılıyorsunuz?
Olumlu bir şey söyleyerek başlayayım. Devletten bir şey beklemeye gerek yok. Bu ülke çok güzel bir ülke. Bize doğanın tüm imkânları açık. Dünyada 70’in üzerinde ülke gezdim. Nerede yaşamak istersin diye sorsan yine Türkiye’yi seçerim. Çıralı’da nisan ayında denize girip Olimpos’un eteklerinde kayak yapabiliyorsun. Böyle bir ülkede istediğin zaman her şeyi yapabilirsin. Ama olumsuz şeylere gelecek olursak, bisiklet sürüyorsun can güvenliğin yok. Resmi gazetede bisikletlilere bir buçuk metre mesafe bırakılmasına dair kanun var fakat kim uyguluyor. Benim en büyük hayallerimden birisi İstanbul’da evimden işime bisikletle gitmek ama bunu gerçekleştirebileceğimi dair inancım her geçen gün azalıyor. Biz bisiklet toplumu değiliz. Küçük yaşta eğitim vermemiz gerekiyor bunun için. Devletin şöyle de bir hatası var; ülkemizde bisiklet kasklarında ekstra vergi bindiriliyor. Halbuki Avusturya’da bir euro’ya kask alabilirsin. Devlet herkes kask taksın diye sübvanse ediyor. Kask demişken bizim ülkemizde kayak yaparken kask takılmasını zorunlu tutan yalnızca iki adet kayak merkezi var.
Bisiklete alan açsak birçok sorun çözülecek diyebilir miyiz?
Mesela hep derim İstanbul trafiği için çare iki tekerde. İtalya’da iki teker kültürü gerek motosiklet gerek bisiklet açısından çok yüksek. Slovenya için de öyle İskandinavlar için de öyle.
Sporcularımızı destekleme konusunda veya tesisleşme hakkında ne söylersiniz?
ABD’deki herhangi bir eyaletin sahip olduğu havuzlara belki İstanbul’da sahip değilizdir. Bu kadar acı bir tablo var. Bizim yüzücülerimizin çoğu da eğitimlerini ABD’de sürdürüyor. Türkiye gibi bir coğrafya ve nüfus gücüne yakışmayan bir durum var. Olimpiyatlarda veya şampiyonalarda aldığımız sonuçlara üzülüyoruz ama sanki çok mu alan açıyoruz gençlerimize. Spor kültürümüz veya spor geçmişimiz yok ki. Yabancılar küçük yaşta başlıyor bu eğitimlere. Dansçıları dört yaşında eğitiyorlar. Tabii ki en iyi dansçılar ve sporcular oralardan çıkacak. Bizim ülkemizde de paralı kurslar var. Eğiticilikten ziyade eğlence ve vakit harcamak için çocuklarımızı gönderiyoruz. Akademik düzeyde sporla çok az ilgileniyoruz.
Diğer ülkelerde kış sporlarını öğretmek için mesela çocukları dağlara götürüyorlar ama bunu devlet sübvanse ettiği için aileler ekonomik açıdan zor duruma düşmüyor. Bizim ülkemizde böyle bir kış sporları kampı olsa haftalığı yedi-sekiz bin Türk lirası. Bizim ülkemizde başarılı olan sporcuların çok büyük kısmında devletin sistematik olarak bir desteği yok. Aileler yemelerinden içmelerinden gezmelerinden kısarak çocuklarının iyi bir sporcu olması için çabalıyor. Kendi hayatlarından vazgeçiyorlar. Başarıların gelmemesine insanlar şaşırmamalı. Devletin desteği gerçekten maddi ve manevi açıdan çok önemli. Bizim ülkemizin neresinde çocuklar okuluna veya arkadaşlarıyla oynamaya bisikletle gidebilir? Büyük şehirlerde böyle şeyler artık mümkün değil. Tour de France organizasyonunu izliyoruz her şey o kadar güzel ki. Eskiden Cumhurbaşkanlığı Bisiklet Turu’nda güzel görüntüler izlerdik. Türkiye’yi göstermeyi bile beceremiyorlar. Bu organizasyonları düzenleyenler arasında hayatında bisiklete binmemiş insanlar var. Adamlar sırf Provence’tan bisiklet turu geçecek diye üzüm bağlarının görünürlüğüne özen gösteriyor. Ek olarak bu işler için seyirci de önemli. İstanbul’da maratona katılıyorum fırsatım oldukça. Turistler büyük bir heyecan ve mutlulukla alkışlıyor. Bizim vatandaşlarımız ise sizin yüzünüzden trafik kesiliyor diyerek serzenişte bulunuyor. Barselona’da katıldığım yarı maratonda her kilometre başını insanlar doldurmuştu. Bir pazar sabahı sohbet ediyor ve sporunu yapıyorsun. Organizasyonda hayat enerjilerini birbirlerinden alıyorlar. Her şey o kadar bütün ki aslında. Spor ortamları yaratıldığında ve fırsatlar arttırıldığında daha az insan sağlık kuruluşlarına başvuracak. Daha az insan psikolojik olarak dış faktörlerden etkilenecek. Bisiklet kadar sağlıklı bir şey yok. Yürümek, koşmak, yüzmek de buna dâhil.
Mesela bu sene Cumhurbaşkanlığı Bisiklet Turu’nda bir ambulans neredeyse bisikletçileri ezecekti. İletişimsizlikten ötürü bir anda bisikletçilerin arasına daldı.
Hatırlıyorum o görüntüleri. Organizasyonlar buraya gelmesin diyorum bazen. Adamların hayati tehlikesi olabiliyor. Düzenlediğiniz bir organizasyonda bu nasıl yaşanabilir?
– Bu olaylar ışığında veyahut başka başlıklar altında su sporlarının ülkemizdeki geleceği hakkında değerlendirmeleriniz ne olur? Dalışa yüzmeye veya yelkene gönül vermek isteyen, merak eden çocukların müsilaj görüntülerinden sonra deniz korkusu yaşamalarına rastlar mıyız?
Zaten deniz kültürü olan bir toplum değiliz. Büyük ihtimalle bunun sonuçlarını yeni nesillerde göreceğiz. Yüzmek için denize girmeyen insanlarımız müsilaj veya diğer faktörler sonrası su sporlarıyla zaten ilgilenmez. Müsilajın olmadığı yerlerde de ekonomik olarak zaten kaldırılabilecek bir yük değil.
-Son olarak şunu sormak istiyorum. Siz de bir dönem ana akım medyada çalışan ve içerikler üreten birisiydiniz. Bir noktadan sonra sizler de özgür haber üretebileceğiniz bir basın kuruluşuna geçtiniz. Bu müsilaj dosyasını ana akım medyada ne kadar rahat üretebilirdiniz?
Hükümete yakın medya kuruluşları da müsilajla alakalı haber yapıyor ama bu haberi nasıl veriyorlar o önemli. “Marmara Denizi’nde doğadan kaynaklanan müsilaj oluştu, yönetimsel bir hata yok ortada ve Çevre Bakanlığı da gerekli çalışmalar yaparak üstesinden gelmeye çalışıyor.” olarak vermekteler. Yapılan şeylerin çoğu göstermelik. Sebebini hiç konuşmayıp bu sonuçtan insanlara umut vermeye çalışıyorlar.