Kalkınma, Barış ve Spor

by Merve Elibirlik
“Sporun insanları birleştirici gücü başka çok az şeyde vardır. Spor bir zamanlar sadece çaresizlik olan yerde umut yaratır. Spor insanlarla anladıkları bir dilde konuşur.”
Mandela

Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin girişimi ile başlatılan ve UNESCO tarafından resmi olarak ilan edilen, hoşgörü ve saygıyı teşvik ederek sporun barışın gerçekleştirilmesine katkısını desteklemek amacıyla Kalkınma ve Barış için Dünya Spor Günü 2014’ten bu yana 6 Nisan’da kutlanıyor.

Spor ve kalkınma bir arada düşünüldüğünde hem bireyi hem de toplumu iyileştirebilecek, sağlıklı bir kültürü teşvik edebilecek kadar bağlantılı. Spor, hoşgörü ve saygıyı teşvik ederek kalkınma ve barışın gerçekleşmesine katkıda bulunur ve toplulukları güçlendirir. Spor iklim krizi için harekete geçirir, yoksullukla mücadelede yer alır. 

Spor, toplumun her halinde insanlar arasında iletişim yolları açar. Sporun yarattığı belki de en önemli değerlerden biri, farklı dünya vatandaşlarının ortak bir oyun alanında buluşma fırsatıdır. Spor, sadece fiziksel aktivitelerin uygulanmasıyla da sınırlı değil üstelik. Herkesin sosyal becerilerini geliştirmek, kültürel değerlerini güçlendirmek ve kurallara uyum sağlamak için bir araya geldikleri yerdir.

Sporun Bugünü

İster antik ister modern olimpiyatlar, her ne kadar eleştirilse de spor ve barış kavramını zihinlerde ve pratikte bir araya getiren, sporun barış lehine girişimlerini teşvik etmek için faydalı bir ilhamdır. Şiddetli çatışmaların ve savaşların sadece spor sayesinde sona ermesini her zaman beklemek fazla idealist olsa da sporun pozitif gücü ve tutkusu toplumları ve liderleri bir araya getirmeye, çatışma çözümü ve uzlaşma zemini sunmayı sağlar.

Bugün spor, gerçek potansiyelini ortaya çıkarmada hâlâ birçok zorlukla karşı karşıya. Spor müsabakaları sırasında sık sık, ulusal ya da uluslararası, hoşgörüsüzlük, ırkçılık, ayrımcılık, nefret ve şiddet örnekleri görüyoruz. Sporun değerini azaltıcı etkileriyle yolsuzluk ve doping de dahil olmak üzere sporda yanlış uygulamalarla yüzleşmek zorunda kalabiliyoruz. Oysa spor bizi tüm bu olumsuzluklar karşısında mücadele etmeye, iyi yönetişim, dürüstlük ve şeffaflıkla, evrensel değerleri ve ilkeleriyle daha kapsayıcı ve barışçıl bir dünyayı teşvik etmeye çağırıyor. Bunu yüksek sesle dile getirmek için bir aracı olan 6 Nisan Kalkınma ve Barış için Spor Gününü bir fırsat olarak değerlendirmeli ve hatırlamalıyız: Spor, birleştirir.   

Spor Barışı Sağlayabilir mi?

Tarihsel olarak spor; dünyada barış kültürünü teşvik etmek, kültürler, uluslar ve cinsiyetler arasındaki farklılıkları saygıyla karşılamak için güçlü bir iletişim platformu olarak rol alıyor. İnsani olarak da spor, yaralarımızı sarıyor, bize iyi geliyor. Yüzümüze bu telaş arasında bir gülücük oturtuyor. Ben de bu gülücüklerden üç tanesini bugün hatırlatmak istiyorum.

Kadının yeri neresi? Mutfak ve yatak odası mı yoksa tenis kortları mı?

Hem tenis hem de spor tarihinin ilham verici figürlerinden biri olan Billie Jean King iyi bir sporcu olduğu kadar güçlü bir feminist aktivist. Tenis severler onu kortlarda takip etse de galibiyetler sonrasında erkek ve kadın tenisçilerin farklı ücretlendirilmesi onu kortların dışında eşit ücret arayışıyla sadece Amerika değil dünya tarafından takip edilen bir kadın sporcu yapmıştı. Erkeklerin biyolojik olarak daha güçlü olduğu ve kadınlardan çok daha fazla seyirci topladığı savunması karşısında Billie Jean, Kadınlar Tenis Birliği’ni (WTA) kurdu. Dönemin eskiyen tenis yıldızı Bobby Riggs, King’in aksine cinsiyetçi söylemleriyle, kadınların yatak odasına ve mutfağa ait olduğu, başta Jeans’ı sonra diğer kadın tenisçileri bunu ispat etmek için maçlara davet ediyordu. 1973’te Jeans bu daveti kabul etti ve “Cinsiyetlerin Savaşı” gerçekleşti. Jeans üç seti de kazanarak aslında raketini sadece Bobby Ringgs’e karşı değil, erkek egemen spor anlayışına da salladı.

Soğuk Savaş döneminin önemli bir hatırası ping-pong maçı.

Bir otobüsü kaçırmak, bir ipek şal vermek barış sembolü olabilir mi? İnandırıcı gelmesi güç de olsa, sinefillerin Forrest Gump sahnesini çoktan hatırladığı ping-pong göndermesi bir gerçek. 1970’lerde Soğuk Savaş’ın zirvesinde, iki pinpon oyuncusu arasındaki küçük bir karşılaşma, büyük bir uçurumun kapanmasına yardımcı oldu. Hikâye basitçe, 1971’de Amerikalı pinpon oyuncusu Glenn Cowan, takımının otobüsüne geç kalıyor. Onun yerine Çin otobüsüne biniyor ve Çin takımının oyuncusu Zhuang Zedong ile bir sohbet başlatıyor. Takım arkadaşlarının baskısına rağmen anlatılana göre, Zedong çantasından bir ipek şal çıkarıp Cowan’a Çin halkının dostluğunu göstermek için veriyor. Bu karşılıklı dost adımları, Başkan Mao Zedong’un Amerikan takımını Çin’de oynamaya davet etmesine yol açtı. Başkan Richard Nixon da Çin ekibini resepsiyonda karşılıyor. Sporcuların başlattığı bu karşılıklı hoşgörü, liderlerin attığı politik adımlar iki ülke arasında resmi diplomatik ilişkilere yol açtı. Bu ilişki de uluslararası ilişkiler ve siyaset biliminde yerini Ping Pong Diplomasisi olarak aldı.

Ne siyah ne de beyaz: Gökkuşağı Ulusu

1948’den 1994’e kadar “apartheid” rejimiyle, basitçe ırkçı, yönetilen Güney Afrika’da halk için spor beyazlar için rugby, siyahlar içinse futbol demekti. Güney Afrika’nın barışçıl lideri Mandela, apartheid rejimini sonlandırıp ülkenin lideri olunca “gökkuşağı ulusu” olarak adlandırdığı çok renkli halkı için umut inşa etmek, siyah ve beyaz parçaları birleştirmek için aradığı fırsatı rugby ile kullandı. Güney Afrika, 1995’te Ragbi Birliği Dünya Kupası’na ev sahibiydi ve Mandela sporun birleştirici gücünü çoktan keşfetmişti. İşe rugby milli takım kaptanı François Pienaar’ı davet edip dostluğunu kazanarak başladı. Milli takım antrenörü Kitch Christie, takımın eski kaptanı Morne Du Plessis ve Ragbi Federasyonu Başkanı Edward Griffiths’le halkı bir araya getirebilecek çalışmalar yaptılar. Takımın tek siyah oyuncusu Chester Williams, takımın yüzü oldu. Tek takım, tek ülke sloganı ile birlik çağrısı yapıldı. Sporu ve ulusu ayıran renkler kayboldu. Takımda tüm renklere yer verildi. 1995 finali Yeni Zelanda ve Güney Afrika arasında oynandı, Güney Afrika’nın galibiyeti günlerce “birlikte” kutlandı.

Dünya barışını sağlamak için gerçekten ihtiyacımız olan tek şeyin bir top ya da bir organizasyon olduğuna inanmak zor olabilir.  Bazen politik çıkarlar bir maç ya da spor ruhundan daha karmaşık, doğru. Yine de bu politikalar sporcunun bu uğurda yüklendiği sorumluluğun değerini azaltmıyor. Sporun dünyayı değiştirebileceğine olan inancımız tüm haklarıyla saklı ve baki. Jesse Owens ve Luz Long’un birbirine gülümseyişi, Muhammed Ali’nin birleştiriciliği, Didier Drogba’nın “silahları bırakın, birlikte yaşayabiliriz” haykırışı, olimpiyatlarda mülteci takımının yer alması gibi örnekler bizim inancımızı güçlendirmeye devam edecek.

You may also like

Leave a Comment