2022 Snooker sezonu, geçtiğimiz haftalarda düzenlenen Dünya Şampiyonası ile sonlandı. Yakın dönem snooker tarihinin altın üçlüsü olan 92 Sınıfı’nın tamamı yarı finallerde boy gösterirken sınıfın en başarılı öğrencisi Ronnie O’Sullivan şampiyonluğa ulaşmayı başardı. Finalde halefi Judd Trump’ı 18-13 ile geçen Ronnie, böylece şampiyonluk sayısında Stephen Hendry’yi yakalamış oldu. 1992’de profesyonel olan O’Sullivan-Higgins-Williams üçlüsünün, kariyerlerinin 30. yılında bile en zorlu ve en yorucu turnuvada dahi nasıl şampiyonluğun en güçlü adayları oldukları da büyük merak konusu. Eşsiz yeteneklerinin yanında ceplerinden çıkardıkları birkaç farklı unsur sayesinde hala sporun en tepesinde kalabiliyorlar. Snooker sevenleri her şekilde büyülemeyi başaran bu adamların inişleri, çıkışları ve muhteşem kariyerleri sizlerle…
Çoğu sporsever için 92 Sınıfı, tek bir şeyi tanımlar; Manchester United’ın altyapısından 1992’de çıkan Beckham, Giggs, Scholes, Neville kardeşler ve Nicky Butt. Fakat her ne kadar United bu isimlerle büyük başarılara imza atmış olsa da bulundukları sporu onlardan daha çok domine eden bir başka grup daha var. Ronnie O’Sullivan, John Higgins ve Mark Williams, 1992’de profesyonel snooker oyuncusu olduklarında birkaç şampiyonluk kazanacakları, amatör dönemlerindeki başarılarından dolayı elbette öngörülüyordu. Fakat kimse bu çocukların 30 sene sonra toplam 14 Dünya Şampiyonluğu, 11 Masters Şampiyonluğu ve 12 Birleşik Krallık Şampiyonluğu ile hala sporun zirvesinde yer alacağını tahmin edemezdi. Bu başarı ve sebeplerini anlamak için bu üçlüyü ve kariyerlerini daha yakından tanıyalım.
RONNIE O’SULLIVAN
Snooker tarihinin en büyük ismi olan Ronnie; maçlardaki enteresan hareketleri, hakemlerle iyi geçinememesi ve kriminal geçmişi sebebiyle de tartışmasız şekilde sporun en büyük figürü. Ancak Ronnie, hayatı boyunca çoğu rakibinden çok kez zorlu durumlarla baş etmek zorunda kalmasına rağmen tüm bu güçlüklerden en güçlü şekilde çıkmayı başardı ve aklını işine verdiğinde durdurulamaz bir oyuncu olduğunu tüm dünyaya gösterdi. 10 yaşında ilk 100’lük serisini, 15 yaşında ilk 147’sini yaparak yeteneğini çok küçük yaşlarda kanıtlamayı başaran Ronnie’nin kabusları, profesyonelliğe adım attığı 1992’de başladı.
İlk sezonunda henüz 16 yaşındayken babasının cinayet sebebiyle hapse girmesiyle şok yaşayan Ronnie, sezonu doğal olarak pek iyi geçiremedi. Ancak bu zorlu duruma rağmen ilk senesinde bir rekor kıracaktı. Hızlı oyun stili sebebiyle çabucak dikkat çeken Ronnie, dokuz frame’den oluşan bir maçı sadece 43 dakikada kazanınca kendisiyle sonradan çokça özdeşleşecek olan “Roket” lakabını aldı. Böylece pek de istediği şartlarda başlayamamasına rağmen ilk sezonunda kendini göstermeyi başlamıştı. Ertesi sene ise muhteşem bir iş başararak yeteneğini herkese kanıtlayacaktı. 1993 Birleşik Krallık Şampiyonası finalinde Hendry’yi 10-6 skorla geçerek şampiyon olan Ronnie, böylece hala elinde tuttuğu en genç sıralama turnuvası kazanan sporcu rekorunu da kırmış oldu. Bu, ayrıca onun ilk Üçlü Taç turnuvası şampiyonluğuydu.
1995’de 19 yaşındayken Masters’ta zafere ulaşınca kariyerinin henüz üçüncü senesinde tek eksiği dünya şampiyonluğu kalmıştı. Fakat kötü talihi onu yalnız bırakmayacaktı. Ertesi yıl annesi vergi kaçakçılığından içeri girince Ronnie, 8 yaşındaki kız kardeşi ile baş başa kalacaktı. Bir de o sene ilk çocuğu doğunca üstündeki yük fazlasıyla artan genç Ronnie, yine bu zorlu durumdan oyununa odaklanarak çıkacaktı. 1996-1999 arasında dört dünya şampiyonasında üç kez yarı finale kalmayı başardı ve bu sayede uzun ve yorucu geçen turnuvaya da alıştığını göstermiş oldu. Her ne kadar şampiyonluk gelmese de Roket, büyük oyununun ve gelecekteki kupaların sinyallerini bu süreçte fazlasıyla verdi. 1996 Dünya Şampiyonası’nda Alain Robidoux’ya karşı oynadığı maçta sol elle oynayabilme meziyetlerini ilk defa gösteren Ronnie, 1997’deki şampiyonada ise yeni bir rekor daha kıracaktı. Halen elinde bulundurduğu, dünyanın en hızlı 147’si rekorunu 5 dakika 8 saniye ile kırarak neden Roket olduğunu herkese gösterdi.
Fakat Ronnie’nin umursamaz tavırları ve problemli hareketleri de yavaş yavaş gün yüzüne çıkmaya başlamıştı. 1996’da maçtan sonra bir basın görevlisine saldırması ile başlayan olayları, sonraki yıllarda çok daha farklı ve beklenmedik bir şekle bürünecekti. 1998 İrlanda Masters’ı kazandıktan sonra kanında esrar bulununca şampiyonluğu geri alındı. Sonrasında kariyerinin başlarından beri uyuşturucu ve alkol bağımlısı olduğunu itiraf edince rehabilitasyon için hastaneye yatırıldı. Anlaşılan oydu ki; anne ve babası sebebiyle yaşadığı problemler, genç Ronnie’de ciddi tahribata yol açmış ve bunu kendi yöntemleriyle çözmeye kalkınca da büyük bir çıkmazın içine girmişti. Fakat şu bir gerçekti ki; Ronnie bu problemlere rağmen oyununu büyütmeye devam ediyordu ve bu da snooker’ına odaklanarak sıyrılmaya çalıştığının bir göstergesiydi. İyileşen ve kendine gelen Roket, ilk Dünya Şampiyonluğunu 2001’de John Higgins’e karşı kazandı.
Bugün olduğu gibi gençliklerinde de birbirine müthiş saygı duyan ikili, maçtan sonra aileleriyle dışarı çıkıp birlikte eğlendi. Snooker’ın diğer tüm sporlardan farkını ortaya koyan bu hareket ayrıca 92 Sınıfı’nın da kendi içindeki ahengini fazlasıyla açıklıyordu. Efsane oyunculardan Ray Reardon ile çalışmaya başlayan Ronnie, 2004’te ikinci şampiyonluğunu kazandı. Sonraki sene ikinci Masters zaferine de ulaştı ancak sorunlar yine baş göstermeye başlamıştı. 2005 Dünya Şampiyonası’nda turnuvanın ortasında saçını kazıtmasıyla başlayan ve devam eden davranış bozuklukları, Ronnie’nin bir depresyonda olduğunun izlerini yansıtmaya başladı. Turnuvadan elendiği çeyrek finaldeki Peter Ebdon maçında ise iyice belirginleşecekti.
Ömür törpüsü lakabıyla bilinen ve çok yavaş bir oyun stiline sahip olan Ebdon’ın vuruşları sırasında zaman zaman yerinden kalkan, gülen ve uyuklayan Ronnie, önde olduğu maçta son 14 frame’den 11’ini kaybederek feci şekilde turnuvadan elendi. Aynı yıl Birleşik Krallık Şampiyonası’nda ilk turdaki Mark King maçında ise rakibi masadayken kafasını ıslak havluyla kapatarak bekleyen Ronnie, maçı decider’da kaybetti. 2007’de aynı turnuvayı kazanana dek de üç yıl boyunca hiçbir sıralama turnuvası kazanamayacaktı. Aynı sezon Dünya Şampiyonluğu’nu da kazandı ama sonrasında yine kısır bir döneme girecekti. İnişli çıkışlı performansı, tam düzeldi derken yine başlayan sorunları sebebiyle bir türlü dikiş tutturamayan Ronnie, yine de şimdiden snooker tarihinde yerini çoktan almıştı.
Gününde olduğunda durdurulamayan agresif oyunu ve kariyerinin başında geride olduğu farklı departmanlarda kendini geliştirmesi sebebiyle psikolojisi nasıl olursa olsun her turnuvanın favorilerinden biri haline gelmişti. Sorun ise pek sık gününde olmamasıydı ve ayrıca oyununun hala yontulması gereken tarafları vardı. Harika bir potçu ve tam bir beyaz top ustası olmasına rağmen güvenli vuruşlardaki sabırsızlığı sebebiyle çok fazla kaybetmeye başladı. Bu sonuçlarla 2011’de ilk kez sıralamada ilk 10’un dışına düştü. Ancak Ronnie’nin asıl sorunu oyununda değil kendindeydi. 20 yıla yakın kariyerinde onun oyununu tanımlayan olumsuz özelliklerin başında sabırsızlığı ve buna bağlı olarak da güvenli vuruşlardaki özensizliği geliyordu. Üstüne gittiğinde oyunun bu pek sevilmeyen departmanlarında da eşsiz yeteneğini su yüzüne çıkaracağı barizdi ve bunun için psikiyatrist Steve Peters ile çalışmaya başladı.
Ronnie, oyunundaki sorunların kaynağının kafasında olduğunu anladığı an belki de kariyerinin ikinci baharına açılan kapıyı aralamıştı. Peters’ın ustaca yaklaşımları sayesinde kendine gelen Roket, 2012’de dördüncü dünya şampiyonluğunu kazandı ama hemen akabinde ertesi sene oynamayacağını açıklayarak snooker’a ara verdi. Uzun süren çalışmaların ve düzelme girişimlerinin omuzlarına yüklediği yük onun tamamen tükenmesine sebep olmuştu, üstelik şampiyon olmasına rağmen. 2013’de biri hariç hiçbir turnuvaya katılmayacaktı. Katıldığı tek turnuva ise sezon sonunda düzenlenen Dünya Şampiyonası’ydı. Istakayı elinden bıraktıktan tam bir sene sonra aynı yerde, Crucible Tiyatrosu’nda muhteşem bir geri dönüş ve sürprize imza atarak yine şampiyon oldu. Bu inanılmaz bir şeydi; tam bir yıl oynamadıktan sonra gelip katıldığı ilk turnuvayı kazanmıştı, üstelik bu da Dünya Şampiyonası’ydı.
İşleri yeniden yoluna koymasına rağmen bu sefer son şampiyon unvanına sahip olduğu 2015 Birleşik Krallık Şampiyonası’na uyku problemleri sebebiyle katılmayacağını açıkladı. Yaşadığı her bir problemde herkes geçmişini hatırladığı için Ronnie’nin yine bir girdabın içine düşeceği doğal olarak yazılıp çiziliyordu. Fakat tüm bu kötü beklentilerden yine güçlü çıkmayı başaran Roket, 2016 ve 2017’de üst üste iki kez Masters kazanarak hala bir rekor olan yedinci şampiyonluğunu almış oldu. Aynı şey Birleşik Krallık Şampiyonluğu’nu 2017 ve 2018’de kazanınca da tekrarlandı. Oyununu iyice oturtan, eşsiz pot yeteneğini ve seri inşa etme özelliklerinin yanına güvenli vuruşları ve mental gücünü de ekleyen Ronnie için artık yeniden Dünya Şampiyonluğu ihtimali gerçekçi bir hal almıştı. Zira 2014’de Mark Selby’ye kaybettiği finalden sonra özellikle bu turnuvada bir kendine güvensizlik oluşmuştu ancak Ronnie bu problemi iki senede aldığı dört Üçlü Taç turnuvasıyla yok etmiş oldu. Ve sonunda da 2020’de yeniden Dünya Şampiyonu olma şansı kendine gelecekti.
İyi bir turnuva oynayan Ronnie, yarı finalde Selby ile eşleşince kamuoyu ikiye ayrıldı. Bir kısım son zamanlarda oyun olarak kariyer zirvesini gören Ronnie’nin bu sefer kaybetmeyeceğini düşünürken bir kısım da, yıldızının pek barışmadığı Selby karşısında yine problem yaşayacağını düşünüyordu. 17 frame alanın kazanacağı maçta son düzlüğe girilirken Selby’nin 16-14 üstünlüğü vardı ki bu andan itibaren Ronnie, ciddi anlamda ateş gücünü göstermeye başlayacaktı. Üst üste 2 frame’de muhteşem iki uzun pot ile masaya giren Ronnie, çabucak beraberliği yakalayıp maçı karar frame’ine götürmeyi başardı. Selby’nin düşmeyen güvenli vuruş istatistiklerine rağmen yoktan var ettiği pozisyonlarla rakibinin kendine güvenini -evet Selby gibi bir oyuncunun- kıran Roket, son frame’de de harika bir uzun pot ile masaya girmeyi başardı. Köşede oturan Mark Selby hiç olmadığı kadar yıpranmış ve şaşırmış görünürken Ronnie, masayı temizlemeye başlamıştı. Selby’ye karşı Dünya Şampiyonası yarı finalinde böyle bir geri dönüşü sadece Ronnie O’Sullivan yapabilirdi. Maçı kazanan Ronnie, finalde tıpkı Selby gibi kendisine ters bir oyun stiline sahip olan Kyren Wilson ile eşleşti. Wilson’ı da 18-8 gibi ezici bir skorla geçen Ronnie, böylece kariyerinin altıncı Dünya Şampiyonluğu kazanmayı başardı. Fakat ardından yine bir problemle karşı karşıya gelmişti.
Higgins’in de yıllardır yaşadığı final kazanamama problemi bu sefer Ronnie’de baş göstermiş, Roket oynadığı üst üste beş finalin hepsini kaybetmişti. Ancak tarih, yazılmaya devam edecekti ve Ronnie bu seneki finalde Judd Trump’a karşı gösterdiği güzel performansla kupayı yeniden kaldırmayı başardı. Hem Ronnie’nin final kaybetme alışkanlığı, hem de Trump’a karşı olan kötü karnesi sebebiyle soru işaretleri altında başlayan maçta Roket yine mutlu sona ulaşmıştı. Ne de olsa Dünya Şampiyonası onun eviydi, her ne kadar en sevmediği turnuva olduğunu söylese de. Bu sayede tüm zamanlarda Hendry’yi yakalayan Ronnie, diğer üçlü taç turnuvaları ve sıralama turnuvalarındaki zaferleri, 100’lük ve maksimum serilerdeki rekorları sayesinde günümüzde tarihin en başarılı oyuncusu konumunda. Pot becerisi, seri inşa etme yeteneği, beyaz kontrolü ve güvenli vuruşlarda son yıllardaki tutarlılığı sayesine Ronnie, şu anda turdaki en komple oyuncu konumunda.
JOHN HIGGINS
Tüm zamanların en iyilerinden biri olan Higgins, Ronnie’nin kariyerindeki en büyük rakibi konumunda. Muhteşem oyun zekası ve seri inşa etme becerileri ile her zaman varlığını hissettiren Higgins, O’Sullivan ve Williams’a göre daha istikrarlı bir kariyere sahip. Fakat Higgins de kariyerinde bazı problemler yaşadı. Sporun kirli tarafındaki sorunları biraz üstüne yapışmış olsa da Higgins her zaman saygın ve sevilen bir oyuncu olmayı başardı. Çok zor günler geçirse de yeniden ayağa kalktı ve halen daha sporun en büyüklerinden biri konumunda.
Tıpkı Ronnie gibi 1992’de profesyonel olan Higgins, 1994’de Grand Prix’yi (son zamanlarda Dünya Açık ismiyle düzenleniyordu) kazanmayı başardı ve ilk sıralama turnuvası şampiyonluğunu aldı. İki senede dört turnuva daha kazanınca dünya sıralamasında 51. basamaktan 2. sıraya çıkmayı başardı. 1996 Birleşik Krallık Şampiyonası finalinde İskoçların mücadelesinde Hendry’ye finalde 10-9 kaybettiğinde bir Üçlü Taç turnuvası şampiyonluğuna en çok yaklaştığı andı. Önceki sene Masters finalinde Ronnie’ye karşı silik bir performans ve 9-3 ile masadan mağlup ayrılan Higgins, Hendry’ye karşı 4-8 geriye düşmesine rağmen maçı 9-8’e getirmiş ve şampiyonluğa çok yaklaşmıştı. Ama son 2 frame’de pot yapamadan talihsiz bir şekilde finali kaybetmişti.
Higgins’in hızla yükselen kariyeri, yakınlarda çok büyük şeyler kazanacağının habercisiydi. 1998 Dünya Şampiyonası’nda da beklenen olacaktı. Yarı finalde Ronnie’yi, finalde de son şampiyon Ken Doherty’yi geçerek zafere ulaşan Higgins, tek turnuvada 14 tane 100’lük seri ile rekoru da kırmıştı. Ayrıca Hendry’nin dünya sıralamasının tepesinde geçirdiği sekiz senenin ardından ilk kez onu indiren kişi de, vatandaşı Higgins oldu. Bu başarısıyla rüzgarı arkasına alan Higgins, ertesi sezon Birleşik Krallık Şampiyonası ve Masters’ı da kazanmayı başardı. İki sene boyunca Dünya 1 numarası olmasına rağmen Mark Williams’ın yükselen formu sebebiyle 2 numaraya düştü.
O sezon Birleşik Krallık Şampiyonası’nı almasına rağmen Dünya Şampiyonası’nda finalde Ronnie’ye kaybetti. Tahtını Williams’a kaybetmesine rağmen formunu koruyarak istikrarını sürdürdü ve ertesi sezona da çok iyi bir giriş yaptı. Fakat sezona ilk üç turnuvayı kazanarak girmesine rağmen sonrasında ciddi bir düşüş yaşayacaktı. Oyununda aklına oturmayan bazı şeyler, kendine güveninin gitmesine sebep olmaya başlamış ve istikrarıyla tanınan Higgins bir anda başka bir oyuncuya dönüşmüştü. Adeta kendi kendini bitiren Higgins’in bu problemler boğuşup yenebilmesi uzun süre alacaktı. Günümüzdeki haline benzer biçimde ama daha erken turlarda garip performanslarla elenen Higgins’in yeniden bir turnuva kazanabilmesi için 2,5 sene geçmesi gerekecekti.
Kasım 2004’de Britanya Açık’da zafere ulaşınca rahatlayan Higgins, eski performansına biraz uzak olsa da yine de sorunların büyük çoğunluğunu atlatmıştı. Bir yıl sonra Grand Prix’de tüm turnuva boyunca yüksek bir özgüvenle oynayan ve finalde Ronnie’yi 9-2 ile geçen Higgins, nihayet geri dönüşünü tamamlamış oldu. Büyük bir oyun sergilemeyi başarması, kendine güveninin tamamen yerine gelmesi ve Ronnie’ye finalde ezici şekilde geçmesi sebebiyle Higgins artık bıraktığı yerdeydi. Sırada ise Masters zaferi vardı.
Önceki sene finalde kaybettiği Ronnie ile yeniden karşılaşan Higgins, sondan bir önceki frame’i alarak maçı decider’a götürmeyi başardı. Karar frame’inde ise hem yeteneği hem de şansı yanında olacaktı. Masada olan Ronnie üst üste potlarla galibiyete giderken basit bir kırmızı kaçırmış ve Higgins’e şans doğmuştu. 60-0 önde olan Ronnie’ye karşı güvenli vuruş düellosundan galip çıkan Higgins’e siyah bandından orta cebe bir kırmızı şansı doğdu. Böylece Higgins, kırmızıyı atıp masayı temizleyerek kazanmayı başardı ve ikinci Masters şampiyonluğunu aldı. Higgins’in frame çalma yetenekleri ve gerektiğine herkesten üstünleşebildiği güvenli vuruş özelliklerini anlatabilmek için bu tek frame yeterliydi.
Arkasından esen rüzgar, onu 2007’de bir kez daha Dünya Şampiyonluğuna götürecekti. Mark Selby’yi 18-13 ile deviren Higgins, böylece yedi yıl sonra yeniden 1 numaraya da yerleşmiş oldu. Bu başarısını 2009’da da tekrarlamayı başaran Higgins, böylece üçüncü kez Dünya Şampiyonu oldu. Fakat ertesi sene, kariyerinde her şey gayet güzel giderken Higgins’in snooker’da pek de görülmeyen yüz kızartıcı bir olayla manşet olmasını hiç kimse beklemiyordu. Kiev’de bir otel odasında menajeriyle birlikte bazı maçlarda bilerek frame kaybetmek konusunda konuştukları ortaya çıktı. Üstelik bir de video kayıtları vardı. Toplamda kazanılacak para 300.000 Euro’ydu ki bu da o dönem Dünya Şampiyonası’nı kazanmaktan daha büyük bir gelir kaynağıydı. Önceden ayarlanmış maçlarda bazı frame’leri kaybederek çok büyük bir kara para sahibi olacaklardı.
Higgins, para cezalarının yanında altı ay süreyle turnuvalardan men cezasına çarptırıldı. Her ne kadar menajerinin fikri olsa da bu denli büyük bir oyuncu için böyle konularla gündeme gelmek oldukça sarsıcı bir durumdu. Kariyerinin başından beri ona çok destek veren ve çoğu turnuvada yanında olan babası, olaylar sonucunda sağlık problemleri yaşamaya başladı. Bir anda tepetaklak olan kariyeri ve üstündeki lekeyle spora geri dönüp dönmeyeceği tartışılmaya başlandı. Zira snooker için bu, sıra dışı bir şeydi ve özellikle Ada’daki turnuvalarda ciddi protesto edilebilirdi. Fakat tıpkı Ronnie gibi Higgins de snooker’dan uzak kaldığı ayların sonunda çok daha iyi ve iştahlı dönecekti. Altı ay sonra katıldığı ilk turnuvayı kazanmayı başardı. Hemen ardından da bir final oynadı. Geri dönüşüne denk gelen Almanya ve Çekya’daki turnuvalarda rahat görünmüş ve özgüvenli oyunuyla başarılar sağlamıştı.
Ama şimdi sıra Ada’daydı. Üstelik Birleşik Krallık Şampiyonası’nda oynayacaktı. Turnuva boyunca gergin ama kararlı görünen Higgins, adını finale yazdırmayı başarmış ve karşısında Mark Williams’ı bulmuştu. Williams, en iyi dönemlerinden uzakta olsa da o zamanlar 2018’dekine benzer bir geri dönüş çabası içindeydi ve finale de çok iyi başladı. Higgins’in ısınamaması ve Williams’ın ortada giden frame’lerde sihrini konuşturup pot becerisiyle kazanması, ona akşam seansını başlarken 7-2’lik bir avantaj kazandırmıştı. Ardından 10 olanın kazanacağı mücadelede skor 9-5’e geldi. Williams için tek frame yeterli olacakken Higgins iyi yaptığı şeylerden birini, güzel bir geri dönüşü başarıyla tamamlamayı başardı ve maçı karar frame’inde kazanmayı başardı.
Sonrasında Galler Açık’taki zafer geldi ve sonunda da sezonun en önemli turnuvası, Dünya Şampiyonası gelmişti. Çeyrek finalde Ronnie’yi evine yollayan, ardından da Williams’ı mağlup ederek 92 Sınıfı’ndan ahbaplarını atlatmayı başaran Higgins, finalde Judd Trump ile karşı karşıya gelecekti. Geçen sene tabii ki tamamıyla unutulmuş değildi. Hatta yarı final maçında bir seyirci “300 bini nasıl yiyorsun John? Sen snooker’ın yüz karasısın” diye bağırmıştı. Ancak final maçına iyi konsantre olmayı başaran Higgins, ilk finaline çıkan Trump’ı 18-15 ile geçerek dördüncü kez şampiyon olacaktı. Tıpkı Ronnie’nin bir sene oynamadıktan sonra gelip kazanması gibi bir gövde gösterisiyle, altı ay oynamadıktan sonra gelip 2 tane Üçlü Taç turnuvası kazanması gerçekten olağanüstü bir şeydi. Üstelik bu süreçte çokça kötü muamele ve çirkin itham ile anılıp, üstüne de babasını kanser sebebiyle kaybetmesine rağmen.
Hiç şüphesiz ki çok zor zamanlardan geçip atlatmış, yeniden ayağa kalkmış ve kazanmayı başarmıştı. Higgins’in büyük geri dönüşü böylece tamamlanmıştı. Üstündeki psikolojik yükü atmayı başaran Higgins’de sonraki yıllarda bir form düşüklüğü görülse de yine de turnuvalar kazanmaya devam etti. O tarihten günümüze kadar Galler Açık, Şanghay Masters ve Oyuncular Şampiyonası gibi turnuvaları kazanmayı başarsa da özellikle son yıllarda ciddi bir final kaybetme problemi ile karşı karşıya. Ancak 2017, 2018 ve 2019’da üst üste üç tane Dünya Şampiyonası finali kaybetmesine rağmen hiçbir şekilde mücadeleden kopmayan ve istikrarını koruyan Higgins geçtiğimiz günlerde de yarı finaldeydi. Kaybettiği finallerin kendisine getirdiği moral bozukluğunu umursamayan ve bu yaşında halen şampiyonlukları zorlayan Higgins, büyük bir saygıyı hak ediyor. Ustalığını her daim belli eden Higgins, her ne kadar son zamanlarda kaybettikleriyle hatırlansa da kazandığı çokça turnuva ile en başarılılardan biri konumunda.
MARK WILLIAMS
Üçlünün yaşça en büyüğü olan Mark Williams, her ne kadar daha az turnuva kazanmış olsa da saf pot yeteneği ve renkli kişiliği ile her zaman en sevilen oyunculardan biri olmuştur. Ronnie ve Higgins’e göre junior seviyedeki kariyerine daha geç başlayan Williams için aslında snooker, her zaman birinci planda değildi. Çocukken fena bir boksör olmayan Williams’ın 12 maçlık namağlup serisi bile vardı. Snooker’da ise 13 yaşında ilk 100’lük serisini inşa etmeyi başardı ancak rakiplerine göre özellikle güvenli vuruşlarda gerideydi. Saf yeteneğine güvenen başına buyruk yapısı, onu zaman zaman yarı yolda bırakabiliyordu.
15 yaşındayken bir maden işçisi olan babası, onu madende 12 saatlik bir vardiyaya götürüp, işine sarılmazsa gelecekte nerelerde olabileceğini gösterince belki de küçük Mark’ın kariyeri şekillenmiş oldu. Oyununa daha fazla odaklanan Williams, 18 yaşındayken ilk maksimum serisini yaptı. 1992’de profesyonel olduktan üç sene sonra ise artık bir ilk 16 oyuncusuydu. Ocak 1996’da kendi evinde Galler Açık’ı alarak ilk sıralama turnuvasını kazanmayı başardı. Ertesi sene Britanya Açık’ta Hendry’yi 9-2 mağlup ederek gelişimini sürdürdü. Bir sezonda 16 numaradan 4 numaraya çıkmayı başarmıştı. Özellikle uzun potlarda kendine güveni, fark yaratmasını sağlıyordu ve en önemlisi de rahatlığıydı. Mental olarak diğer oyunculara göre üstünde daha az baskı hissetmesi, Williams’a büyük bir avantaj getiriyordu.
Bunun en büyük örneklerinden birini yine Stephen Hendry ile karşı karşıya geldiği 1998 Masters finalinde gösterecekti. Hali hazırda altı Dünya Şampiyonluğu bulunan İskoç efsane Stephen Hendry’ye karşı 6-9 geride olduğu finali karar frame’ine taşımayı başarmıştı. Karar frame’inde ise siyah oyununa giden maç, iyice alevlenmişti. Üst üste güvenli vuruşların ardından oyuncular düşük ihtimalli pot denemelerine başlamıştı ve Hendry’ye bir şans doğdu. Fakat Williams’ın kaçırdığı atış sonrası kolay bir pot ile şampiyonluğa ulaşacak olan Hendry, bunu başaramayınca Mark yeniden masaya döndü. Henüz 23 yaşındayken karşısında döneminin en iyisi olarak nitelendirilen bir oyuncu varken hata yapmayan Williams, böylece ilk Masters şampiyonluğunu kazanmış oldu.
Aynı sene Dünya Şampiyonası’nda yarı final, ertesi yıl da final oynamayı başardı. Yavaş yavaş kapıyı tıklatmaya başlayan, özellikle kariyerinin başında geride olduğu güvenli vuruş ve beyaz kontrolü departmanlarında da gelişim kaydeden Williams için ertesi sene rüya gibi geçecekti. Önce Birleşik Krallık Şampiyonası’nda vatandaşı Matthew Stevens’ı mağlup eden Williams için tek eksik artık Crucible’dı. Nihayet gelip çatan 2000 Dünya Şampiyonası’nda ilk turlarda rakiplerine pek şans tanımadan, az masada kalma süreleriyle rahat galibiyetler alan Williams’ın karşısına yarı finalde John Higgins gelmişti. Higgins maçını 10-14’den 17-15 çevirmeyi başaran Williams, adını finale yazdırmayı başardı ve karşısında yine Stevens’ı buldu. Tıpkı Williams gibi Stevens’da uzun potlarda çok yetenekli bir Galli’ydi ve o sezon Masters’ı da kazanmayı başarmıştı. Formunun zirvesinde olan ve kendine güvenli Stevens, Birleşik Krallık finalinin rövanşını almak istiyordu. Öyle ki Stevens bir ara maçta 13-7’lik bir avantaja da sahip oldu. Fakat Williams üst üste 5 frame alarak Stevens’ın ensesine gelmeyi başarmıştı. Son düzlüğe girilirken çok daha hatasız oynayan ve sıkışan frame’lerde eşsiz potlarıyla masaya giren Williams, maçı 18-16 kazanmayı başarıp ilk Dünya Şampiyonluğu’nu kazandı.
“Galli Pot Makinesi” lakabının hakkını veren ve sıralamada 1 numaraya yerleşen Williams böylece daha 25 yaşındayken tüm büyük turnuvaları kazanmayı başarmıştı. Babasının büyük etkileriyle girdiği bu serüvende babasının bir zamanlar korktuğu gelecekten çok uzakta, çok rahat bir yaşam kalitesine sahip bir Mark Williams vardı. Bu rahatlama, performansında düşüşe yol açsa da ertesi sene Grand Prix’yi kazanmasının yanında Birleşik Krallık Şampiyonası ve Çin Açık’ta finaldeydi. Sonraki yıl Çin Açık’ta bu sefer kazanmayı başardı ve Masters’da da finalde yer aldı. Ancak Dünya Şampiyonaları’nda iki yıldır ikinci turda elenen Williams, Masters’ın da sıralamaya etki etmemesi sebebiyle 1 numarayı Ronnie’ye kaptırdı.
Üstün yetenekli bir oyuncu olsa da kariyerinin başından beri kendisine avantaj sağlayan rahatlığı, bu sefer ters tepmeye başlamıştı. Kısa sürede büyük başarılar kazanması, onda bir rehavete yol açmış ve performansı düşmüştü. Saman alevi gibi bir parlayış olup olmadığı konuşulurken Williams için sonraki sezon tam anlamıyla bir başkaldırı olacaktı. Önce Birleşik Krallık Şampiyonası’nda Ken Doherty’yi karar frame’inde mağlup etmeyi başardı. Bunu ardından Hendry’yi 10-4 mağlup ettiği Masters galibiyeti izledi ve sırada Dünya Şampiyonası vardı. Fakat onun öncesinde İrlanda Masters için seyahat ederken uçakta ıstaka ucu bükülüp hasar gördü. Neyse ki iki hafta sonraki Crucible için problemsiz şekilde tamir edilmişti. Şampiyonaya ilk iki maçta toplam dört frame vererek fırtına gibi giren Williams, Hendry ve Lee’yi de geçerek adını finale yazdırmayı başardı. Finalde karşısında ise yine Doherty’yi bulacaktı.
1997’nin şampiyonu Doherty, nispeten zor bir yoldan gelmiş, sırasıyla Murphy, Dott, Higgins ve Hunter’ı elemiş ve ikinci şampiyonluğunu istiyordu. Üstelik bu dört maçın üç tanesi karar frame’ine gitmişti ve yaşlı kurt Doherty, genç rakiplerine şans tanımamıştı. Finale iyi başlayan Williams 10-2 gibi büyük bir avantajı eline alsa da Doherty mücadeleyi bırakmadı ve skoru 16-16’ya eşitlemeyi başardı. Ama son 2 frame’de eli titremeyen ve yüksek serilerle kazanan Williams böylece ikinci Dünya Şampiyonluğu’nu almayı başardı. Tek sezonda tüm Üçlü Taç turnuvalarını kazanmış ve yeniden 1 numaraya oturmuştu. Performansının rastlantısal olmadığını kanıtlamış ve klas oyununu herkese göstermeyi başarmıştı. Ancak bu sefer ilkinde olduğundan daha da büyük bir rehavete kapılan ve belki de hayatını devam ettirecek kadar fazla para kazanan Williams’ın motivasyonu ve dolayısıyla performansı ciddi derecede düştü. Sonraki sezon sadece 2003 Grand Prix’de zafere ulaşabilen ve diğer turnuvalarda kötü sonuçlar alan Williams, 2006 Çin Açık’a kadar hiçbir şey kazanamadı.
2010’da aynı turnuvayı bir kez daha kazanana kadar da yine hiç şampiyonluk gelmeyince Williams bu süreçte bir ara 22 numaraya kadar düşmüştü. Ertesi sezonu ise Dünya Şampiyonası’na yarı final, Birleşik Krallık Şampiyonası’nda final ve Almanya Masters’da şampiyonlukla tamamladı. İyi geçirdiği 2010 ve 2011 sonrası 15 numaradan yeniden 1 numaraya çıkarak güzel bir geri dönüş yaptı ve sonraki yıllar için yeniden önemli favorilerden biri olmayı başardı. Fakat tam da herkes Williams’ın muhteşem uzun potlarıyla göze hoş gelen üst seviye snooker’a geri dönüşüyle mutlu olurken o yine yapacağını yaptı ve sessiz sedasız şekilde ilk turlarda elenmeye başladı. Tam altı sene boyunca hiçbir şey kazanamayarak sıradan bir ilk 16 oyuncusu olarak kariyerine devam eden Williams için 2017-18 sezonunun başında artık geri dönüş umudu kalmamıştı. Her ne kadar büyük düşüşlerin ardından çok güçlü performanslarla hep geri dönmüş olsa da artık oyuna ateş gücü yüksek ve iştahlı yükselen yıldızların katılması ve Williams’ın yeteneklerini kaybetmiş bir imajla uzun yıllardır aynı seviyede oynaması sebebiyle hiç şans tanınmıyordu.
Gelmiş geçmiş en iyi potçu olarak gösterilen, beyaz pozisyonu önemsizken pot yeteneğinde sınır tanımayan ve hemen hemen her topu sokabilen bu yeteneğin böyle eriyip gitmesi hiç şüphesiz ki spor için çok büyük bir kayıptı. Altı senedir hiçbir şey kazanamayan ve sporu bırakmayı düşünen biri için yeniden en iyilerden biri olabilmek, imkansıza yakın bir şeydi. Ancak olumlu-olumsuz sürprizlerle kariyerini şekillendirmiş olan Williams, bir yenisine daha imza atacaktı. 2017 Kuzey İrlanda Açık’ta zor da olsa kazanmayı başaran Williams nihayet üzerindeki ölü toprağını atmayı başardı. Ardından Almanya Masters’da da durdurulamaz bir performansa imza atarak kazanma alışkanlığını yeniden elde ettiğini gösterdi. Öyle ki Judd Trump’u yarı finalde 6-1 ile geçmiş, Graeme Dott’ı finalde 9-1 ile dağıtmıştı. Masters’da çeyrek final, Oyuncular Şampiyonası’nda yarı final ile de üst seviyelerde kalmayı başarmıştı. Ve şimdi çoğu kişinin aklında olan şey, Dünya Şampiyonası’nda nasıl mücadele edeceğiydi. Kendine gelmiş bir Williams’ı izlemek büyük keyifti ama onu az çok tanıyan herkes bir gününün diğer gününü tutmadığını da biliyordu. Williams’ın şampiyonada ilk turda elenmesiyle şampiyon olmasının ihtimali birbirlerine oldukça yakındı. Şampiyon olabileceğinin potansiyelini zaten yıllar önce kazandıklarıyla kanıtlamıştı. Ancak diğer ihtimali de tüm kariyeri boyunca gösterdiği için tam anlamıyla bilinmezliklerle şampiyonaya başladı.
İlk iki turu rahat geçmeyi başaran Williams için ilk ciddi rakip Ali Carter’dı. Oyun tarzı olarak genel anlamda ters düştüğü rakibine karşın güzel bir performansla 13-8 kazanmayı başaran Williams böylece artık yarı finaldeydi. Rakibi ise 2013 finalisti Barry Hawkins’di. Maçtan önce eğer şampiyonayı kazanırsa basın toplantısına çıplak çıkacağını söyleyen Williams, zorlu mücadele öncesi her zamanki esprili halini koruduğunu gösterdi. Bu hali, her ne kadar baskıdan uzak olduğunu niteliyor olsa da yine de Williams yarı finale iyi başlayamadı. Maçın büyük kısmını Hawkins önde götürürken 1-2 frame arkadan gelen Williams, motivasyonunu hiç bozmadı ve son seansta performansını yükseltmeyi başardı. Maçı 17-15 kazanan Williams’ın karşısında eski bir dost, John Higgins vardı.
Trump ve Kyren Wilson’ı geçerek finale gelen Higgins’e karşı Williams ilk günü 10-7 önde kapatmayı başardı. İkinci güne de üst üste 4 frame alarak başlayıp kupanın bir ucundan tutsa da Higgins geri dönecekti. Turnuvanın son seansına üst üste 5 frame alarak giren Higgins, skoru 15-15’e eşitlediğinde bu final şimdiden tüm zamanların en iyilerinden biri haline gelmişti. Ya 15 sene sonra yeniden finalde olan Williams küllerinden doğuşunu tamamlayacaktı ya da Higgins beşinci şampiyonluğunu alıp Ronnie’yi yakalayacaktı. Williams yüksek serilerle çabucak iki frame alarak Higgins’e cevap verdi ancak Wishaw Büyücüsü Higgins, çok kritik olan 33. frame’i inanılmaz şekilde almayı başardı. Williams 63’lük bir seri ve şampiyonluk topu ile masadaydı. Pembe topu sağ siyah cebe atabilmesi halinde Higgins’in maçta kalabilmesi için iki snooker’a ihtiyacı olacaktı. Fakat Williams’ın hatası, ona pahalıya mal olmuş ve Higgins en iyi yaptığı şeylerden birini yapıp frame’i çalmayı başarmıştı.
Şüphesiz ki çok büyük bir fırsat kaçmıştı ve maçta son iki frame’e gelinmişti. Skor 17-16 Williams lehine gelmişken 34. frame, Williams’ın avantajını kullanması için son şans ve Higgins için de yine bir ölüm kalım durumu anlamına geliyordu. Bir öncekinin karbon kopyası gibi olan geçen frame’de iki zor potla masaya giren Williams yine seri inşa etmeye başladı. Bu sefer 62’lik bir seri ve siyah topa kalan Williams için her şey bir dejavu haline geldi. Çünkü pozisyon, önceki frame’de kaçırdığı maç topu pembe ile aynıydı. Ancak bu sefer hata yapmayan Williams pot yapmayı başardı ve 15 sene sonra yeniden bir Dünya Şampiyonluğu kazanarak artık sayılamayacak kadar çok olan kariyer geri dönüşlerinin sonuncusuna imza attı. Turnuva boyunca oynadığı muhteşem snooker’ı, bazı vuruşları gözünü kapatarak yapması ve çıplak basın toplantısıyla baştan sonra rengarenk bir şov yapan Williams böylece snooker sevenlerin gönlünde bir kez daha taht kurdu.
Ertesi sezon Dünya Açık’ta zafere ulaşan Williams sonraki sene de Çin Şampiyonası’nda final oynadı. Bu iki sezonla birlikte pandeminin ilk yılında da pek iyi performanslar sergilemeyen Williams için kronikleşmiş performans düşüşü yine boy göstermişti. Ancak bu sezona Britanya Açık’ı alarak giren, sonrasında Shoot-Out’da final oynayan Williams, Crucible’da da yarı finaldeydi. Judd Trump’a karşı felaket başladığı maçta inanılmaz bir geri dönüşe imza atsa da Trump’ın son frame’lerde yaptığı birazcık şans da içeren inanılmaz vuruşlarıyla elenmekten kurtulamadı. Yine de geçmiştekilere benzer şekilde tamamen oyundan kopmaması herkes için sevindirici çünkü; formda bir Mark Williams’ı izlemek gerçekten çok büyük bir keyif.
92 Sınıfı, oyunuyla her zaman özel olmasının yanında snooker’a getirdiği devasa izleyici portföyü sayesinde tüm zamanların en iyi dönemini yaşatıyor. Şık giyinimli, sakin ve ağırbaşlı insanların sporunda Ronnie’nin otorite karşıtı kendine has kişiliği, bazı rakipleriyle çok yakın bazılarıyla ise çok uzak ilişkiler kurması ve her zaman en zor vuruşu bile başarıyla yapabilecek yeteneği seyirciye çok farklı bir deneyim sunuyor. Higgins’in mütevazı hali, onu hiçbir zaman maçtan koparmayan yüksek konsantrasyonu ve frame çalma becerileri de oyununu bir başka şekilde izlenir kılıyor. Mark Williams ise her zaman farklı şeyler sunmayı beceren, en çok kayıpsız atış deneyenlerden biri olarak heyecanı hep yüksek tutan ve rakipleri ve hakemlerle kurduğu esprili diyaloglarıyla sevilen bir oyuncu. Sporun kemik izleyici kitlesi, snooker’ın başına gelmiş en güzel şey olan 92 Sınıfı’nın kesinlikle uzun süre masalarda kalmasını istiyor.