Londra’nın güneybatısından yaz aylarında yükselen çim kokusu senelerdir tenis severlerin içini ısıtıyor. Bir senelik aranın ardından kavuştuğumuz “tenisin cenneti” Wimbledon, açık dönemde hanedanlar üzerinden açıklanabilecek bir geçmişe sahip. Bu hanedanlarının hikayeleri ise tenisin ve hayatın nasıl iç içe geçtiğini gösteren hoş emareler barındırıyor.
Wimbledon, diğer adıyla SW19, hem tenisçiler hem tenis severler için belki de sezonun en özel turnuvası. Burada şampiyon olabilmek, herhalde profesyonel veya amatör olarak tenis oynayan her çocuğun hayali olsa da bu çok az kişinin elde edebildiği bir durum. Bu turnuvada şampiyon olmanın ne kadar özel bir his olduğunu anlamak için Goran Ivanisevic’in 2001 yılında elde ettiği şampiyonluk sonrası verdiği demece bakmak yeterli. Ivanisevic, üç kez finalde kaybettikten sonra dördüncü finalde zafere ulaşmasının ardından yaptığı açıklamada, “Hayatımda bundan sonra hiçbir maçı kazanmasam da umurumda değil. Hayatımda ne yaparsam yapayım, nereye gidersem gideyim ben her daim Wimbledon şampiyonu olacağım.” diyerek turnuvanın kendisi için önemini çok güzel özetlemişti. Her üst düzey sporcunun Goran Ivanisevic’in eriştiği bu onura erişememesinde, belirli dönemlerde Merkez Kort’a damga vurmuş özel isimlerin etkisi oldukça fazla. Björn Borg, Pete Sampras, Roger Federer ve Novak Djokovic farklı dönemlerde kurdukları hanedanlıklarla Wimbledon tarihine damga vururken pek çok profesyonel tenisçinin hayallerinin gerçekleşmesine mani oldular.
Açık dönemin başladığı 1968 yılından sonra sekiz senede altı farklı isim zafere ulaşmış ve her sene yeni bir şampiyon çıkma ihtimali canlı kalmıştı. Ta ki İsveç’in altın çocuğu Björn Borg 1976’da ilk zaferini elde edene kadar. Borg kariyerinin başında aslında bir çim kort spesiyalisti olarak öne çıkmamıştı. İlk Grand Slam zaferleri 1974 ve 1975 Roland Garros’ta gelmişti. Çim kort hünerlerinin keskinleşmesi de pek zaman almadı ve 20 yaşındayken kariyerinin ilk Wimbledon zaferini elde etti. Ilie Nastase karşısında elde ettiği zaferle turnuva tarihinde yeni bir dönemin kapılarını açan Borg takip eden dört senede de zafere ulaşmıştı. Bu şampiyonluklardan sonuncusunu alırken John McEnroe ile oynadığı final maçı ise sadece Wimbledon’ın değil tenis tarihinin en iyi maçlarından biri olacaktı. McEnroe dördüncü sette yedi defa şampiyonluk puanını çevirmiş ve 34 puanlık tie-break sonrasında maçı karar setine taşımıştı. Fakat Borg’un sarsılan üstünlüğünü sonlandırmaya o an için gücü yetmemişti. Kortta sakinliği ve duygularını yansıtmaması sebebiyle “Ice Borg” olarak da anılan İsveçli raketin hanedanlığı, hem karakter hem de oyun olarak tam zıttı olan McEnroe tarafından 1981 finalinde yıkılmıştı. Borg, Londra’da bu süre zarfında adeta bir ikon haline gelmiş ve her sene kendisine olan ilgi artmıştı. Artan ilgi ve ve beklentiler sonucu hissettiği baskıyla mücadele etmekte zorlanan Björn Borg yılın sonunda aldığı kararla herkesi şoke edecek ve sadece 26 yaşındayken kortlara veda ettiğini açıklayacaktı. Emekliliğini açıklarken tenisten artık keyif almadığını, önümüzdeki yıllarda kendisine davet gelse bile büyük turnuvalarda asla oynamayacağını açıklayan Borg’un baskı karşısında mental bir kırılma yaşadığı bariz gözleniyordu. Profesyonel sporcuların da birer insan olduklarını, psikolojik durumlarının iş hayatını etkileyebileceği gerçeğini tokat gibi yüzümüze çarparken kendinden oldukça emin görünüyordu. Borg, bu kararı ile tenis dünyasının en büyük ‘acaba’ sorularından birinin öznesi olmaya devam ediyor.
Borg’u tahtından eden McEnroe ve turnuvanın en genç kazananı Boris Becker 1980’lerde Wimbledon finallerinin vazgeçilmez isimleri olurken finallerde Borg gibi bir dominasyon kurmayı başaramadılar. Bu süreçte üçer kez şampiyon olan iki isme ek olarak beş farklı isim (Jimmy Connors, Pat Cash, Michael Stich, Stefan Edberg ve Andre Agassi) zafer elde etti. Wimbledon’ın yeni hanedanını bulması için 1993 yılını beklemesi gerekiyordu. Pete Sampras, tenis dünyasında hızla yükselirken Wimbledon’da ilk görünürlüğünü 1992 yılında yarı finale yükseldiğinde elde etmişti. Bu yarı final gelecekte kurulacak dominasyonun ayak sesleriydi. İlk zaferini elde ederken son şampiyon Andre Agassi ve Boris Becker’i geçmeye başaran Pete Sampras 1994 ve 1995’te tacını korumayı sürdürüyordu. 1996 yılında çeyrek finalde Richard Krajicek karşısında aldığı yenilgiden daha da güçlenmiş olarak çıkmayı başaracaktı. Takip eden yıllarda üst üste dört kez, son sekiz senede ise yedinci kez Wimbledon zaferi elde etmişti. Onun bu zaferleri elde etmesinde yüksek top spinli servislerinin etkisi büyüktü. Servisi o kadar etkiliydi ki, emekli olduktan yıllar sonra yapılan listede tarihin en iyi servis atan oyuncusu olarak gösteriliyordu. “Pistol” lakabıyla anılan Pete Sampras, Andre Agassi, Patrick Rafter ve Goran Ivanisevic ile yoğun rekabet içerisinde geçirdiği kariyerinde 286 hafta boyunca ATP sıralamasının tepesinde kalmayı başarmıştı. Pek tabii bunda kazandığı 14 Grand Slam’in yarısını elde ettiği Wimbledon’ın önemi oldukça fazla. Güçlü servisleri ile rakibini çaresiz bırakan Pete Sampras’ın Wimbledon dominasyonunun bitişinde ise yeni hanedana bayrağı teslim ediyordu. 2001 Wimbledon dördüncü turunda 19 yaşındaki İsviçreli Roger Federer tarafından elenirken The New York Times bu gelişmeyi “Wimbledon’ın kralı Pete Sampras tahtından indirildi.” manşetiyle verirken başlıkta adı geçmeyen genç raketin yeni kral olacağından habersizdi. Tahtından edilen kral, kariyeri bittiğinde 14 Grand Slam zaferiyle açık dönemde en fazla Grand Slam kazanan oyuncusu olma unvanını Björn Borg’dan devralırken tenise servislerini tamamlamıştı.
Wimbledon’da kralı devirdikten sonra çeyrek finalde Tim Henman’a elenen Federer, bir sonraki sene ilk turda hiç beklenmedik şekilde elemelerden gelen Mario Ancic’e kaybederek çok büyük hayal kırıklığı yaşattı. Lakin, onu öldürmeyen şey güçlendirmişti. Londra’nın güneybatısında yeni bir kralın tahta çıkması 2003 yılında gerçekleşti ve beş sene arka arkaya şampiyon olarak SW19’da Björn Borg’un bu rekoruna ortak oldu. Belki de bu süreçte en çok canını yaktığı isimler finalde ikişer kez yendiği Andy Roddick ve Rafael Nadal olmuştu. Nadal üst üste iki kere finalde kaybettikten sonra 2008’de finalde Federer’i eleyerek kupaya uzanırken ikilinin mücadelesi 1980’deki Borg-McEnroe finali gibi epik bir final olarak kayıtlara geçiyordu. Federer ise bu yenilgiden bir sene sonra finalde bir kez daha Andy Roddick’in Wimbledon hayallerini finalde suya düşürerek son yedi senede altıncı zaferini elde ediyordu. Ekselansları, 2010 ve sonrasında Wimbledon şampiyonluğu için “olağan şüpheli” olsa da eski dominantlığını göstermekte zorlandı. 2012 ve 2017’de kazandığı şampiyonluklar ile toplam zafer sayısını sekize yükselterek Pete Sampras’ın yedi şampiyonluğunu geride bıraktı. Bu süreçte üç final mağlubiyeti alan Federer bu üç finalde de kendisinden Wimbledon hanedanlığını devralma konusundaki en büyük tehdit olan Novak Djokovic’e kaybediyordu. Pandemi arasından önceki son Wimbledon’da izlediğimiz, turnuva tarihinin en uzun tekler finali mücadelesi olan 2019 finalinde, Federer istatistiksel anlamda hemen hemen her kategoride üstün olmasına şampiyonluk sayılarını değerlendiremediği maçta Djokovic’le mental olarak baş etmekte zorlanmıştı. Dokuzuncu zaferi kıl payı kaçıran Federer bu şansı kaçırdığına inanamadığını ve bu maçı unutmaya çalışacağını belirtiyordu. Federer şu anda Rafael Nadal ile birlikte 20 Grand Slam kazanarak Pete Sampras’ın rekorunu çoktan eline geçirmiş durumda ve bu sene bunu bir adım öteye taşımak için elinden geleni yapmaya hazır. Pandemi sonrası dönüşünde eski formundan oldukça uzakta olan 39 yaşındaki yıldız, oyuna olan sevgisinden dolayı hala denemekten vazgeçmiyor. Biz seyirciler için ise yaşı, fiziksel durumu ne olursa olsun Federer’i bir kez daha beyazlar içinde Wimbledon çimlerinde görebilmek paha biçilemez bir keyif.
Listenin son sırasında ise diğer üç isimden ayrılacak şekilde bir dominasyon kuran Novak Djokovic var. Djokovic, diğer üç isim gibi dört beş kere arka arkaya zaferler elde edemedi lakin 2011’den günümüze oynanan dokuz finalde altı kere boy gösterip beş şampiyonluk elde etmeyi başardı. Kariyerinin başından beri sert zeminde oldukça dominant bir performans sergileyen Novak çimde de benzer etkiyi kariyerinin ortalarından itibaren göstermeye başladı. 2011’de finalde Rafael Nadal’ı eleyerek aldığı ilk turnuva zaferi sonrası 2012’de Roger Federer’le Wimbledon’da eşleştiği ilk maçta yarı finalde kaybetmişti. Bu maçtan sonra üç kez daha eşleşen ve bütün eşleşmeleri finalde (2014, 2015 ve 2019) olan ikilinin mücadelesinde gülen hep Djokovic olmuştu. Mental ve fiziksel dayanıklılık konusunda tarihin en iyilerinden biri olan Novak Djokovic şu an turda en iyi returne sahip oyuncu olarak bu listedeki isimlere oranla avantajlı konumda. Federer ve Nadal rekabetinin en ateşli olduğu yıllarda bu rekabete dahil olup ikiliyi yakalayan Novak Djokovic toplam Grand Slam sayısında bu ikili ile arasındaki farkı bire kadar indirmiş durumda. Federer’in Pete Sampras’tan devraldığı bir numara olarak geçirilen hafta sayısı rekorunu bu sene içerisinde geçmeyi başardı. Federer Sampras’ın, Sampras Borg’un hayaletini yakalayıp geçmek için ne kadar çaba harcadıysa Djokovic’in de bu isimleri geçmek ve çimde tarihin en iyisi olmak için çaba harcayacağına şüphe yok. Nadal’ın çekildiği, Federer’in eski form durumundan uzakta olduğu bir dönemde Wimbledon 2021 için şüphesiz en güçlü aday Djokovic. Üst üste üçüncü şampiyonluğunu elde etmesi için her türlü avantajı eline geçirmiş durumdaki Djokovic’in bunu başarmasını engelleyecek biri çıkabilecek mi? Rakipler arasında iddialı genç isimlerin yanı sıra sekiz şampiyonluğu bulunan bir Wimbledon efsanesi varken bu ihtimali göz önünde bulundurmakta fayda var.
Eski bir Wimbledon şampiyonu olan Andre Agassi, tenisin hayatın dilini kullanmasının tesadüf eseri olmadığını, teniste kullanılan avantaj, servis, kırma (servis karşılanan oyunun kazanılması: “break”) ve sevgi (sıfır sayısını ifade ederken kullanılan “love”) gibi terimlerin günlük hayatımızın bir parçası olmasının her bir maçın hayatın minyatürü olmasından kaynaklandığını öne sürer. Wimbledon tarihine baktığımızda da bu terimlere adını veren gündelik hayatın izlerini sıklıkla görürüz. Borg mental olarak kırılmış, Sampras kendisini özel kılan servisleri ile seyircilere bir şölen servis etmiş, Federer ilerleyen yaşına rağmen tenis sevgisinden hiçbir şey kaybetmemiş ve Djokovic kendisine has özelliklerini keskinleştirerek avantaj yaratmayı başarmıştır. Belki bir gün Wimbledon’da bu isimlere ait olan rekorlar kırılacak ama hayatın tenise yansıması, dünyanın herhangi bir yerinde raket ve küçük yeşil top buluştuğu sürece devam edecek.