Tüm zamanların en iyi halter sporcusu, Türkiye’nin medarıiftiharı Cep Herkülü Naim Süleymanoğlu… Kariyerinin başlangıcında bir yandan Sosyalist Bulgaristan’ın gururu, diğer yandan Bulgaristan Türklerinin kurtuluş umudu…
Sporun “afyon etkisi” uzun yıllar boyunca vurgulanmıştır. Ve spor, iktidarlar tarafından bu yaklaşım doğrultusunda yoğunlukla kullanılmıştır. Portekiz diktatör Salazar’ın ülkeyi uzun yıllar boyunca 3F (Fado, Fiesta, Futbol) ile yönettiğini söylemesi veya İspanyol diktatör Franco’nun Bernabeu stadı için “150 bin kişilik uyku tulumu” benzetmesi yapması gibi… Bu yaklaşıma göre spor, kitleleri oyalama işlevi görmekte, yönetim halkın boş zamanlarını spora yönlendirmektedir. Böylece halk hâkim ideolojiye ayak uydurmakta ve yönetimin olumsuzluklarını, mevcut şikâyetlerini bir kenara bırakarak spora yönelmektedir.
Daha sonra sporun halkı kontrol etmeye yönelik ideolojik bir araç olarak algılanmasının yanı sıra, yalnızca bununla sınırlı bir alan olarak kalmayıp aynı zamanda ideolojik bir mücadele alanı olduğu anlayışı devreye girmiştir. Bu anlayışa göre üzerinde hala büyük ölçüde iktidarın kontrolü söz konusu olsa dahi spor yalnızca iktidarın temsiliyet alanı olmayıp, muhalefete de açık kamusal bir alan olarak görülmeye başlamıştır.
Bu noktada belirtilmesi gerekir ki sporun farklı ideolojileri savunan sosyal sınıflar arası bir mücadele alanı olabilmesi her spor için mümkün olmamaktadır. Zira her sınıfın her spora erişim imkânı yoktur. Futbol sahası burjuvazi ile işçi sınıfı arasında bir karşılaşma alanı olabiliyorken, golf sahasını böyle bir karşılaşma alanı olarak değerlendirmek mümkün olmayacaktır. Ayrıca iktidarın ve muhalefetin kendini ifade edeceği bir alan olarak spor, ulusal düzeyde olduğu gibi elbette ideolojik mücadele alanı olarak uluslararası boyutta da ele alınmalıdır. Nitekim özellikle Soğuk Savaş döneminde devletlerin iki bloğa ayrılması ve bunu takiben devletlerarası gelişen ideolojik mücadele bunun örneği olacaktır.
Yukarıda bahsedilenler ışığında bu yazıda, Cep Herkülü: Naim Süleymanoğlu filminde sporun devletlerarası ideolojik bir karşılaşma alanı olarak nasıl kullanıldığı analiz edilmektedir. Yönetmeni Özer Feyzioğlu, senaristi Barış Pirhasan olan 2019 yapımı film, Naim Süleymanoğlu’nun 1970-1980’li yılları arasındaki hayatını kapsayan biyografisini konu almaktadır.
“Dünyayı kaldıran adam” Naim Süleymanoğlu, 1967 Kırcaali doğumlu Bulgaristan Türk’ü halter sporcusudur. Dokuz yaşında halter kariyerine başlamış, 16 yaşına geldiğinde halter tarihinde en genç dünya rekortmeni unvanını almıştır. Üst üste üç kez olimpiyat şampiyonu olan ve tüm zamanların en iyi haltercisi olarak kabul edilen “Cep Herkülü”nün biyografi filminde Naim’in başarısı ve spor hayatı, sporun ideolojik mücadele alanı olması temelinde işlenmiştir.
Soğuk Savaş döneminde komünist rejim altındaki Bulgaristan’da yaşayan Türk azınlığı, iki devlet arasında politik bir mesele olagelmiştir. Soğuk Savaş’ın başlangıcında iki devletin farklı bloklarda yer alması başlangıçtan itibaren Türk -Bulgar ilişkilerinin seyrini olumsuz etkilemiştir. 1984 yılına gelindiğinde ise Bulgaristan’da başlatılan “Ulusal Kurtuluş Hareketi” ve “Köklere Dönüş Operasyonu” kapsamında ülkede yer alan azınlıklara yönelik asimilasyon çalışmaları başlatılmıştı. Asimilasyon çalışmaları arasında filmde en ön planda olan mesele Türk azınlığın ülkede yaşamaya devam edebilmesi için Türkçe konuşmanın yasaklanması ve Bulgarca isim seçmeye zorlanmasıdır. Bunun yanında milis güçler tarafından azınlıklara yönelik saldırılar ve bu saldırıların ulusal ve uluslararası çapta duyulmuyor olması vurgulanan bir başka önemli meseledir.
Halterde başarılı bir şekilde ilerleyen ve ismini uluslararası arenada duyurmaya başlayan Naim, yapılan asimilasyon çalışmalarına ve azınlıklara yönelik saldırılar ve insan hakları ihlallere istinaden: “Sofya’da bile bilen yok, nasıl tanır ki tüm dünya” diyerek bir milli bir misyon üstlenmişti. “Herkesin bir silahı vardır, ne yapabilirsin bu halk için?”. Spor bu silahlardan biridir ve Naim bu silahını kuşanmıştı. Ülkenin bir bölgesinde yaşanan siyasi gelişmelerin dışarıya yayılmaması, vatandaş giriş çıkışının sınırlı olduğu bir ortamda haberci giriş çıkışının hiç olmaması üzerine, “ben çıkabilirim, ben konuşursam dünya dinler” diyerek Naim, spor etkinliklerinin bir ideolojiyi veya bir davayı savunu platformu olarak nasıl kullanılabileceğine işaret etmektedir.
Naim Süleymanoğlu’nun isminin resmi bir tören ile Naum Shalamanov’a dönüştürülmesi Naim’in kimlik savunusu arzusunu körüklemiş, Naim’in benimsediği bu misyonu yerine getirmesi için gereken süreci hızlandırmasına neden olmuştu.
Naim’in halterdeki başarısının, doğal olarak Bulgaristan tarafından komünist rejiminin bir başarısı olarak benimsendiği görülmekte. Bu başarının komünist parti sayesinde elde edildiği ve Naim’in komünist partiyi desteklediğine ilişkin baskıyla konuşma yaptırılması bunu göstermektedir. Naim “Sosyalist Bulgaristan’ın kahraman evladı” olarak kabul edilirken, o bu baskıdan kurtulmak için anavatanı olan Türkiye’ye kaçmaya çalışmaktaydı.
Nihayetinde 1986 Melbourne Halter Dünya Şampiyonası sonrası “vatansever” Türklerin ve Türk hükümetinin yardımıyla Naim Türkiye’ye kaçmış, milli sporcunun bu kaçışı diplomatik bir mesele haline gelmiştir. İki devlet arasında zaten gergin olan ilişkiler daha da gerilmiştir. Devamında Naim, Kırcaali’de yaşananları Türk basınına aktarsa da bunun uluslararası arenada yeterince ses getirmediğini fark etmiştir. Bu noktada belirtilmeli ki Naim’in Türkiye’ye kaçışının Bulgaristan’da yaşayan azınlık Türk halkı tarafından büyük coşkuyla karşılandığı yansıtılmaktadır. Bulgaristan Türkleri kendi kimliklerini; kendi aralarından çıkan ve uluslararası başarılar elde eden, dünyaca tanınan başarılı sporcunun kimliğiyle bütünleştirmiş, kendi milletlerinden olan bir sporcunun “özgürlüğünü” milletlerinin ve kimliklerinin özgürlüğü olarak görmüşlerdir. Görünen o ki Bulgaristan Türklerinin temsilini Naim tek başına üstlenmişti.
Naim üstlendiği bu misyonu gerçekleştirebilmek için uluslararası müsabakalara ve hatta en büyük uluslararası spor etkinliği olan Olimpiyat Oyunları’na hazırlanmaya başlamıştı. Zira bu tür kapsamlı organizasyonlarda edinilen başarılar sporcu ve temsil ettiği ülke için yumuşak güç yaratmakta, bu bağlamda bir söz hakkı, buna bağlı olarak da bir davayı veya ideolojiyi savunma fırsatı sunmaktadır.
Türkiye adına ilk kez Cardiff Avrupa Halter Şampiyonası’na katılacak olan Naim dönemin yönetmeliklerine takılmıştı. Buna göre Bulgaristan milli sporcusu olan Naim’in başka bir ülke adına yarışabilmesi için bir yıl beklemesi veya ilgili ülkenin izni gerekmekteydi. Türk hükümetinin Bulgaristan’a örtülü ödenekten yaklaşık 1 milyon 200 bin dolar vererek bu sorunu çözdüğü bilinmektedir.
Sporun spordan fazlası olduğu, bir kimlik ve ideoloji meselesi olarak nasıl kullanıldığına ilişkin olarak önemli bir ayrıntı Cardiff’te ABD’nin Naim’e ev, araba, nakit para ve çek karşılığında ülkelerine iltica ve ABD milli sporcusu olması teklifiydi. Filmde Naim’in Türk kimliği ve kimliğin maruz kaldığı ihlalleri küresel çapta duyurabilmek adına bu teklifi reddettiğinin altı çizilmektedir. Spor aracılığıyla, bir yanda kariyerinin başladığı ve temsilcisi olduğu Bulgar kimliği ve komünizmin, bir yanda batı bloğun lideri Amerika’nın, diğer yanda ise dava edindiği meseleye giden yolda Türk milli kimliğinin temsiliyeti söz konusuydu. Spor her zamanki gibi burada da sadece spor değildi.
Bu doğrultuda Naim’in hedefi olimpiyatlardı ama Bulgaristan’ın Naim’i olimpiyatlardan üç yıl veto etme hakkı vardı. Bulgaristan’ın vetoyu kaldırması üzerine Naim 1988 Seul Olimpiyat Oyunları’na Türkiye adına katılmış ve altı dünya, dokuz olimpiyat rekoru kırmış, üç altın madalya kazanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’ne getirilen milli başarının yanında Naim kendi misyonunu bu başarıları ardından ulaştığı bir platform olarak BM’de konuşma yaparak gerçekleştirmiştir. Bulgaristan’daki azınlık sorununa ve gerçekleştirilen asimilasyon ve ihlallere dikkat çeken Naim’in bu konuşması sonrası Bulgaristan Komünist Partisi sınır kapılarını açmış, 350 bin Bulgaristan Türk’ü Türkiye’ye gelmiştir.
Sportif bir başarı ile elde edilen konuşma hakkı, bir dava veya ideolojik savunu ve hemen her zaman kimlik temsiliyetinin bir aracı olmuştur. Komünist rejim altında “Sosyalist vatanın kahraman evladı” olan Naum, Türkiye’ye ilticasından sonra “Türk Süpermen” Naim olarak anılmış, anılmaya devam etmektedir. Tek bir sporcunun başarısı kimliğin, ulusun ve ideolojinin başarısı olarak benimsenmiş ve benimsenmeye; sporcuların mücadelesi kimliğin, ulusun ve ideolojinin mücadelesi olarak görülmüş ve görülmeye devam edecektir.
Kaynakça:
Emrence, Cem: “Marksizmden küreselleşme okuluna: Spor sosyolojisi, 1970-2005”, Toplum ve Bilim, 2005, s.93-105.