İÇ YÜZÜYLE NEWCASTLE UNITED SATIN ALIMI: DÜNÜ, BUGÜNÜ VE YARINI

by Berkan Alkaya
Giriş

2003 yılının henüz iklim değişikliğini tam anlamıyla vurmadığı güzel bir Haziran sabahında spor kanallarının neredeyse tamamında Rus oligarşisinin gözde bir isminin Chelsea’yi satın alması konuşuluyordu. Benim o dönemki ekonomi bilgim tam anlamıyla “para-çokomel” ilişkisi seviyesindeyken bile bu satın alımın neler getirebileceğine dair bir tahayyülüm vardı. Aslında ister istemez bu olayın getirilerini anlamak durumunda kalıyordunuz zira gerçekten tüm medya –o zamanlar sosyal medyadan söz edemiyoruz, sadece televizyon kanalları ve gazeteler– bu olayın boyutlarını ve sonuçlarını enine boyuna konuşuyordu. Rus-İsrailli iş insanı Roman Arkadyevich Abromovich, 2003 yılında Chelsea’yi satın aldığında sadece İngiltere Premier Ligi’ni değil, dünya futbolundaki işleyişi de değiştiren çok kritik bir hamleye imza atmıştı. Rakamlara çok dikkat etmenizi rica ediyorum, çünkü 18 yıl önce bir futbol takımının satın alınması için konuşulan rakamlar şu anda sadece bir futbolcu için konuşuluyor. 2003 yılında Chelsea’nin değeri 80 milyon pound olarak belirlenmişti ve nihai anlaşma 140 milyon pound ile sonlanmıştı. Bu olayla her şey değişti.

Chelsea’nin sahibi Roman Abramovich

Chelsea-Abromovich birleşmesiyle birlikte geride kalan 18 yıl içerisinde dünyanın tüm liglerinde çeşitli satın alımlar gerçekleşmeye başladı. Liverpool, Inter, Manchester United, Manchester City, Paris St. Germain bunların başlıca örnekleri oldu. Büyük holdinglerin veya zengin iş insanlarının futbol takımlarına olan ilgisi, futbol piyasasının çok değişik bir yöne doğru evirilmesine özellikle güçlü takımlarda sermaye bolluğuna ve takımlar arasındaki güç dengelerinin de değişmesine sebep olmuştu. Takımlar arasında açıldıkça açılan ekonomik çıtanın getirdiği/getireceği sorunları gören FIFA ve UEFA, birtakım düzenlemelerle bu durumun önüne geçmeye çalışmışlardı. Finansal Fair-Play uygulamasının doğuşunun temel sebeplerinden bir tanesi de budur. Bu uygulamalar ne kadar başarılı oldu, inanın cevap vermesi şu aşamada zor. Ancak çok da başarılı olmadığını Amerika, Arabistan veya Çin sermayelerinin hala takım satın alıp mega sermayeli takımlar kurma heveslerinin kırılmadığından anlamamız gerekiyor. İşte bunun son örneğini Newcastle United’ın çoğunluk hissesinin Arabistan Krallığı’na ait olan fon tarafından alınmasıyla gördük. Bu satın alımla aslında işlerin sadece futbol pazarındaki ekonomik ilişkilerden kaynaklı değil, aynı zamanda ülkeler arasındaki ekonomik ve politik menfaatler çerçevesinde de yürüdüğünü ‘bir kez daha’ çok net görmüş olduk. Yukarıda bahsedilen satın alımlarla karşılaştırıldığında Newcastle United konusu; içinde barındırdığı ekonomik, siyasi ve insan haklarına dair tartışmalarıyla çok daha farklı bir konuma sahip dolayısıyla tüm detaylarıyla incelenmesi gerekiyor.

Aktörler

7 Ekim 2021 tarihi itibariyle Newcastle United, Amanda Stevely’nin öncülüğünde Suudi Kamu Yatırım Fonu tarafından satın alındı. Dünya futbol pazarında çok konuşulan bu satın alımı, en başından sonuna kadar açıklayıp sonuçları ve getirileri hakkında çıkarımlarda bulunulabilir diye tahmin ediyorum zira bu olayın nasıl gerçekleştiğini anlamadan sonuçları hakkında konuşmak çok sağlıklı olmayacaktır.

Öncelikle aktörleri tanıtmakta fayda var:

Mike Ashley

Satan taraf, Newcastle United’ın bir önceki sahibi olan Mike Ashley. Newcastle United’ı 2007 yılında 134 milyon pound’a satın alan Ashley, satın aldığı sırada takımın 100 milyon pound’luk borç içinde olduğundan haberi olmayan bir emlak zenginidir.

Satın alan taraf, içinde farklı oyuncuları barındıran bir konsorsiyumdur. Bu konsorsiyumun kırılımı şu şekilde; %80’lik hisse Suudi Krallığı’nın Kamu Yatırım Fonu (PIF), %10 PCP Capital Partner ve %10 Reuben Brothers Sports&Media.

Peki, kim bu yeni sahipler? Bağlantıları neler? İşte sorun aslında tam olarak burada başlıyor. Newcastle United’ın %80’lik hissesine sahip olan Suudi Kamu Yatırım Fonu (PIF), SWFI Institute tarafından açıklanan listeye göre 430 milyar dolarlık değeriyle dünyanın en büyük dokuzuncu varlık fonu ve aynı zamanda en az şeffaf olanı. Suudi Arabistan Prensi Mohammed bin Salman tarafından yönetilen ve yatırımcılarının hiçbirini açıklamayan fon, Suudi Arabistan hükümetinin insan hakları ihlalleri de dikkate alındığında oldukça tartışmaya açık bir hale gelmekte. Bu konu hakkında yazının devamında konuşmaya devam edeceğiz.

Newcastle United’ın yeni sahipleri: Mohammed Bin Salman, Reuben Kardeşler ve Amanda Staveley

PCP Capital Partner, Amanda Staveley tarafından 2005 yılında kurulan ve Abu Dabi merkezli bir yatırım şirketidir. Amanda Staveley ismi aslında çok önemli zira, dünya futbol tarihini değiştiren yatırımcılardan biri olarak ön plana çıktı. Peki, kimdir bu Amanda Staveley?

Amanda Staveley ve Newcastle United Aşkı

Amanda Staveley

48 yaşındaki Amanda Staveley, 110 milyon Pound’lık net servete sahip PCP Capital Partner’ın kurucusu olan bir yatırımcıdır. Özellikle futbol dünyasında yaptığı yatırımlar ve aracılıklarla öne çıkan Staveley ismini ilk olarak 2008 yılında Manchester City’nin, Abu Dabi’yi yöneten ailenin üyesi Sheikh Mansour bin Zayed al-Nahyan tarafından satın alımında aldığı rol ile duymuştuk. 2016 yılında Liverpool’dan da bir hisse alma girişiminde bulunmuş ancak başarılı olamamıştı.

İşte o Staveley, 1 Ekim 2017 tarihinde St James’s Park’ta oynanan Newcastle United – Liverpool maçını izlemeye gider ve Championship liginden yeni yükselen ateşli takıma o gün aşık olur. Sonrasında bu takımın satın alınmasına öncülük etme kararı alarak dört yıl içinde sonlanacak sürecin ilk ateşini yakmış olur.

Newcastle United, PCP ve PIF tarafından üç defa tarafından satın alınma girişimi tecrübe etmişti ancak ilk iki girişim değişik sebeplerden başarılı olamamıştı. İlk adım, 2017 yılındaki yıldırım aşkından sonra Staveley tarafından atıldı ancak uzun görüşmeler sonucunda başarısızlıkla sonuçlandı. Hatta Mike Ashley, Staveley ile yapılan görüşmeleri “büyük bir zaman kaybı” olarak nitelendirmişti.

Suudi Arabistan ve İnsan Hakları İhlalleri

Ekim 2019’da yine Amanda Staveley ve eşi, Suudi Prens Mohammed Bin Salman’ın mega yatına davet ediliyor, burada da Newcastle United’ı satın almak için ikinci girişimin ön görüşmesi gerçekleştiriliyordu. Nisan 2020’de 300 milyon Pound’lık teklifle ikinci girişimini yapan konsorsiyum, bu sefer de İngiltere Premier Ligi prosedürlerine takılıyordu. Prosedürler ise oldukça dikkat çekici; Suudi Arabistanlı yatırımcılardan öncelikle Malik ve Yönetici Testi’nde yer alan gereklilikleri yerine getirmeleri istendi. Peki, buradaki sorun neydi? Şöyle ki bu test kapsamında; satın alacak kişi/kişiler her nerede olursa olsun, Britanya yasaları kapsamında şayet bir suça karışmışsa, yatırım yapmaları kesinlikle yasaklanmaktaydı. Suudi Arabistan’ın insan hakları ihlalleri bakımından kabarık siciline bakarsak, bu testten geçmesi pek olası gözükmüyordu. Zaten sonrasında teste girmeyi reddederek başvuruyu geri çektiler.

Suudi Arabistan, insan hakları ihlalleri ile uzun yıllardır büyük bir kesimin tepkisini topluyor. Zira şeriat yasaları ile yönetilen ülkede; kadınların hiçbir hakkının olmaması, ceza hukuku kapsamında işkence, idam, recm, ampütasyon, kırbaçlama gibi uygulamaların devam ediyor olması, dünya çapında birçok insan hakları örgütünü endişelendirmekle kalmamış, harekete geçmesine de neden olmuştur. 2018 yılında kadınların Suudi Arabistan’da araba kullanmasına izin verilmesi için eylem yapan 13 aktivist, Suudi Arabistan’da ilgili mercilerce tutuklanmış, iddialara göre en az dördünün sorgulama yapan görevliler tarafından işkence görüp cinsel tacize maruz kalmıştı. Birçok insan hakları savunucuları, akademisyenler ve muhalifler, bu ihlallere tepki gösterdiği için 2017 yılından beri tutuklu. Newcastle United’ın satın alımından sadece günler önce, Suudi asıllı ABD’li yardım gönüllüsü Abdul Rahman al-Sadhan, Suudi yönetimini eleştiren hicivli tweetlerinden dolayı 20 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Ekim 2018’de ülkemizdeki Suudi Arabistan Başkonsolosluğu’nda Suudi ajanlar tarafından gerçekleştirilen Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayeti, yine Suudi yönetiminin karşı karşıya kaldığı suçlardan bir tanesiydi. Tüm bu olaylar dikkate alındığında Suudi Arabistan Krallığı yönetimindeki bir fonun, İngiltere Ligi’nden bir takımı satın alıyor olması çok büyük tepkileri de beraberinde getirdi.

Katar–Suudi Arabistan Gerginliği ve Premier Lig

beIN Medya Grubu Başkanı Nasser al-Khelaïfi

İngiltere’de en ciddi Suudi Arabistan karşıtlarından biri de Katar Emirliği’ydi. Şimdi bu ikilinin ne alakası var, diyebilirsiniz ancak ortada gerçekten ciddi bir çıkar çatışması bulunuyor. Katar Emirliği ile Suudi Arabistan arasında geçmişe dayanan siyasi gerginlik, ister istemez Premier Lig’deki yatırımlarında da etkisini hissettirmişti. Bu kısma çok değinmeden, bu ikili arasındaki çatışmanın Premier Lig ile bağlantısına değinmek gerekiyor. Katarlı yayın kuruluşu beIN Sports, 2020 yılında Premier Lig’in Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki 24 ülkeyi kapsayan yayın haklarını 2025 yılına kadar satın almıştı ve bu haklar için 500 milyon dolarlık bir ücret ödemişti. Bu olayları takiben, Premier Lig’e Suudi Arabistan merkezli bir yatırım gelince beIN Sports ciddi bir karalama kampanyası başlatmış, özellikle yukarıda sözünü ettiğimiz insan hakları ihlallerinin altını çizerek bu satın alımın gerçekleşmemesi için elinden geleni yapmıştı. PIF,  Malikler ve Yöneticiler Testi’ne dahil olmayı reddedip süreçten geri çekilirken, Prens Mohammed Bin Salman İngiltere Başbakanı Boris Johnson’a attığı mesajlarla İngiltere Premier Lig’in süreci tekrar gözden geçirmesini ve hataları düzeltmesini talep etmişti.

İngiltere Başbakanı Boris Johnson ve Suudi Arabistan Prensi Mohammed Bin Salman

Barış

Gelelim, bu dört yıllık sürecin çözülmesini sağlayan kritik olaya. Ocak 2021’de ev sahipliği yaptığı zirvede Mohammed bin Salman, Katar ile ilişkileri güçlendirme mesajları verir ve Katar Emiri Sheikh Tamim bin Hamad al-Thani’ı sarılarak selamlar. Sonrasında ise her şey çok hızlı bir şekilde ilerler. Suudi Arabistan’daki BeIN yayın yasağı kalkar, Katarlı yönetim tarafından idare edilen Paris St. Germain Suudi Arabistan’da hazırlık maçı yapma kararı alır. Kısaca normalleşme süreci başlar ve PIF’ın Newcastle United satın alınımında önündeki en büyük engel ortadan kalkmış olur. İngiltere Ligi’nden ve hükümetinden tüm izinleri alan konsorsiyum, 7 Ekim 2021 tarihi itibariyle satın alımı tamamlar ve dünyanın en zengin futbol kulübünü meydana getirirler.

Suudi Prensi Mohammed bin Salman Katar ve Katar Emiri Sheikh Tamim bin Hamad al-Thani

Sonuç

Bu olay bize, ileride karşılaşabileceğimiz birçok mega projeye dair bir emare olarak da yorumlanabilir. Yorumlanabilir değil aslında yorumlanmalıdır da. 2000’lerin başındaki “Los Galacticos” projesiyle başlayan çılgın projeler akımı bize aslında karşılaştığımız hiçbir astronomik rakama şaşırmamamız gerektiğini de gösterdi. 2021 yazındaki hiçbir romantik futbol tutkununun kolay kolay kabul etmesi mümkün olmayan ve kapitalist sistemin kursağında kalan “Avrupa Süper Ligi” projesi de bize böyle daha bir çok deneme olacağını işaret etmektedir. Sadece futbolda değil, dünyadaki ekonomik adaletsizliğin artması, diğer bir deyişle sınıfsal ayrımın iyice belirginleşmesi, bu tip projelerle bağdaştırılabilecek temel unsurların başında gelmektedir. Her yerde olduğu gibi futbolda da finansal eşitsizlik artıyor ve bizim elimizden de çok bir şey gelmiyor. Klişedir ancak şu sözün doğruluğu her geçen gün daha fazla ispatlanmaya başladı: “Fakir tarafından bulundu, zengin tarafından çalındı.” Umarım, bu güzel oyunda bir gün tüm dengesizlikler yerine getirilecek daha katı kurallarla, herkesin daha eşit olduğu bir ortama bırakacak ve herkes çok daha fazla keyif almaya başlayacak. Aksi takdirde bir gün her şeyin çığırından çıkmasından çok ama çok endişeliyim.

You may also like

Leave a Comment