Öncelikle, bu yazının bir tenis bilgilendirme yazısı veya bir Avustralya Açık 2022 değerlendirme yazısı olmayacağını belirterek başlamak istiyorum. Bu yazı oldukça kişisel ve duygusal bir yazı olacak. Bu yazı; 2005 yılından beri beraber büyüdüğüm, çocukluk kahramanım, hayatta en çok örnek aldığım karakter olan ve 15 yıldan beri onun başarılarıyla sevinip mağlubiyetleriyle yıkıldığım, her seferinde geri dönme azmine hayran olduğum, spor tarihinin en büyük geri dönüşüne 30 Ocak tarihinde imza atmış olan Rafael Nadal Parera, bir başka deyişle Don Rafa’ya saygı duruşu yazısı olacak.
2021 yılının Haziran ayında, takvimlerin 11 Haziran Cuma gününü gösterdiği güzel bir yaz akşamında toprak zeminin en büyüğü olan Rafa; en büyük rakibi, anti kahraman Novak Djokovic’e Roland Garros yarı finalinde 4 sette boyun eğerken, ben ve birçok hayranına uzun süre atlatamayacağı bir travma yaşatıyordu. Tarihin istatistiksel olarak en büyüğü olma yolunda büyük bir darbe alan Manacor’lu yıldız hakkında her zaman olduğu gibi kariyerinin düşüşe geçtiği ve artık büyük bir turnuva kazanamayacağına dair yorumlar sosyal medya ve yazılı basında sesini gürleştiriyordu. Açıkça söylemek gerekirse, ben de bu yorumlara içten içe katılıyor fakat bunu yüksek sesle dillendirmeyi reddediyordum.
Tarih yaprakları 11 Eylül 2021’i yani doğum günümü gösterdiği gün, bir sosyal medya platformu üzerinden paylaşım yapan Nadal Barcelona’da bir operasyon geçirdiğini bize bildiriyor ve yine dürüst olmak gerekirse bana bir doğum günü hediyesi vermiyordu. 35 yaşındaki bir oyuncunun bu denli ağır bir sakatlık sonrası operasyon geçirmeyi tercih etmesi artık onu kortlarda göremeyebileceğimize dair düşünceleri güçlendiriyor ve tenisin büyük üçlüsünden ikincisinin de tarih sayfalarına gömülmeye başladığına dair yorumları haklı çıkarıyordu. Kariyeri boyunca sayısız kere geri dönüş yapan, ona dair umutların kaybolduğu anlarda mucizeler yaratan İspanyol raketin devri gerçekten de bitiyor diye düşünüyor ve tenise olan bağımın kırılmaya başladığını hissediyordum. Şüphesiz ki, spora sevgi besleyen herkes -en azından ben- takip ettiği sporlardaki karakterlerle derin bağlar kurar ve ilgisini bu bağ üzerinden inşa eder. Bu bağlamda değerlendirildiğinde tenise olan ilgimin azalmaya başlaması şaşırtıcı olmamakla birlikte, yeni jenerasyonun adeta bağırarak geldiğini ilan ettiği 2021 yılı bana hiçbir şekilde yardımcı olmuyordu. Karışık duygularla geçen 2021 tenis sezonu, yeni jenerasyonun en başarılı temsilcisi Daniil Medvedev’in Amerika Açık’ta Novak Djokovic’in 21. Grand Slam zaferine engel olması ve The Big Three’in 20 Grand Slam kazanma rekorunda eşitliği ile kapanıyor, Rafa’nın bu mücadelede geriye düşmemiş olması biz severlerine teselli oluyordu.
Erkekler tenisinin 2022 sezonu açılışı bilinmezliklerde dolu oldu. Büyük turnuvalardan ilki olan Avustralya Açık öncesi, Covid-19 hastalığına karşı geliştirilen aşıyı olmayı reddeden Novak Djokovic’in Avustralya’dan sınır dışı edilmesi, Rafael Nadal’ın kendi deyimiyle onu yıkıp geçen Covid-19 hastalığı sonrası Avustralya’da kampa girmesi, Nole’nin (Djokovic) aşı pasaportunda yapmış olabileceği düşünülen usulsüzlükler, Avustralya Açık Tenis Turnuvası’nı düzenleyen Tennis Australia organizasyonunun yanlış kararları, Victoria eyaleti Sağlık Bakanlığı’nın ve Avustralya sağlık otoritelerinin Novak Djokovic olayını siyasi bir şova dönüştürmesi… Ne başlangıç ama, değil mi? Halbuki organizasyona gölge düşüren bu sarmalın turnuvanın başlamasıyla beraber tarihe gömüleceği, tenisin açık döneminde örneği olmayan bir geri dönüş hikayesinin yaşanacağı kimsenin aklının ucundan geçmiyordu, en azından benim.
Geçirdiği operasyon sonrası uzun süre koltuk değnekleri ile yaşamak zorunda kalan, üstüne ağır bir hastalık atlatan Rafael Nadal yeni yıla gireceğimiz 31 Aralık 2021 tarihinde, 11 Eylül’de paylaşım yapmış olduğu sosyal medya platformundan bir paylaşım daha yaptı. Bu paylaşım modern gladyatörlerin en büyük arenalarından biri olan Rod Laver Arena’dan yapılmıştı. Paylaşımda bir de not bulunuyordu: “Kimseye söylemeyin… Ben geldim.” İşte bu bir yeni yıl hediyesiydi! Doğum günümde beni üzen Rafa, adeta gönlümü alıyordu. Hepimizi heyecanlandıran bu paylaşımın ardından İspanyol raket sezonu düşük profilli bir turnuva olan Melbourne Summer Set ile açtı. Finalde Amerikalı rakibi Maxime Cressy’yi iki sette geçen Rafa, aylar sonra katıldığı ilk organizasyonda kupaya uzanıyordu fakat umutlanmak için çok erkendi. Fiziki durumuna, sakatlık sonrası Grand Slam yoğunluğuna hazır olup olmadığına dair bilinmezler varken Rafa’nın pek de alışık olmadığımız şüphe uyandıran beyanları bizi umutlandırmak yerine bir erken vedaya hazırlıyor gibiydi. “1 ay öncesine kadar bir daha tenis oynayabileceğimden bile emin değildim” diyordu Nadal. Bu beyan, onu tekrar kortlarda görebildiğimiz için kendimi şanslı addetmeme neden oldu. Bu noktada, onu izleyebildiğim her maçın aslında çocukluk kahramanıma bir saygı duruşu olacağını, dolayısıyla potansiyel bir başarısızlığın da aslında bir başarı olduğunu düşündüm.
Avustralya Açık turnuvası, Rafa’nın istatistiksel olarak en başarısız Grand Slam’i. En azından rakamların gösterdiği bu. Bu turnuvayı en son 2009’da kazanabilen Nadal, kariyerinin en dramatik yenilgisini de 2012’de yine Avustralya Açık’ta Novak Djokovic’e karşı almıştı. Tarihin en uzun Grand Slam finali, birçoğuna göre -2008 Wimbledon Finali ile birlikte- en büyük tenis maçı, 5 saat 53 dakikalık bir güç gösterisi. Kupa seremonisinde iki büyük karakterin ayakta duramayışı ve konuşmalarını sandalye üzerinde tamamlayabilmeleri, spor tarihinin en büyük fiziksel mücadelesi. İzleyemeyenlere tanımlayabilmenin pek de mümkün olmadığı, gözlerimle şahit olduğum en epik spor olayı. Nadal’ın kaybetmesine rağmen, yüzümde hüzünlü bir tebessüm bırakan tek maç. Yeni kıta, İspanyol rakete hiçbir zaman iyi davranmadı. Tüm bunlara rağmen Rafa, Avustralya Açık’ın 2022 edisyonuna pozitif düşüncelerle geliyor ve her maç sonrası röportajında bu seviyede tenis oynayabildiği için büyük bir şükran duyduğunu belirtiyordu.
Kupaya giden yol, yani kura şansı Nadal’ın pek de istediği gibi değildi. Hem kendisine ters gelebilecek raketlerle erken turlarda oynamak zorunda kalacak hem de kuranın diğer tarafındaki rakipler daha az yıpranarak ilerleyecek gibi görünüyordu. Çeyrek finalde muhtemel bir Sascha Zverev eşleşmesinin Rafa için yolun sonu olacağı değerlendirmeleri yapılmaktaydı. Maç maç düşündüğünü belirten Manacorlunun yolu muhtemel rakiplerinden Aslan Karatsev ve Sascha Zverev’in beklenmeyen mağlubiyetleri ile biraz olsun rahatlamış olsa da en büyük rakibi olan kendi bedeni, Dennis Shapovalov ile oynadığı çeyrek final mücadelesinde kendisini yarı yolda bıraktı. Setlerde iki farklı üstünlüğe ulaşan Nadal’ın bedeni Yeni Kıta’nın sıcağına yenik düşmüştü. Sıcak çarpması yaşayan Rafa, oyundan tamamen kopmuş durumdaydı ve Shapovalov setlerde durumu 2-2’ye getirmişti. Maçı izlerken yolun sonunun geldiğini hissediyor ve onu bu seviyede tekrar izleyebilmiş olmanın mutluluğu ile avunuyordum. Sağlık molasından dönen çocukluk kahramanım, onu onlarca defa yarı yolda bırakmış olan bedeniyle verdiği mücadelesini bir kez daha kazanıyor ve çeyrek final mücadelesinden galip ayrılmayı biliyordu. Maç sonunda, en yakın arkadaşlarından biri ve antrenörü olan dünya eski bir numarası Carlos Moya, Nadal’ın maç sonunda dört kilo kaybettiğini söylüyor ve fiziki durumunun oldukça kötü olduğundan bahsediyordu.
Dijital ajandalarımız 30 Ocak Pazar günü, Türkiye saati ile 11.30’u gösterdiğinde zamanda bir yolculuğa çıkıyorduk. 2021 yılı Haziran ayında Volante Dergi bünyesinde yazmış olduğum ilk yazı olan Döngü’de, Alman yapımı Dark dizisindeki zaman döngüleri yaşanmaya başlıyor ve 30 Ocak 2012 gününe geri dönüyordum. Rafael Nadal’ın en acı yenilgisi olan Avustralya Açık 2012 finali tekerrür ediyordu. Rafa, sert kortun en formda raketi olan Rus rakibi Daniil Medvedev karşısında iki saat sonunda setlerde 2-0 geriye düşmüş durumdaydı. Her şey bitmişti. Oz Büyücüsü kitabının yazarı L. Frank Baum’un da dediği gibi, “Everything has to come to an end, sometime.”* Güzel şeyler her zaman biter, çoğu zaman da zamansız biter. Geriye yüzümüzde tebessüm bırakan anılar kalır. Bunun bilincinde olan ben, finale kadar gelmiş olan Rafa’nın maç sonunda neler söyleyeceğini düşünmeye başlamıştım. Saatler yerel saatle 14.00 sularıydı, Dark dizisinde 33 yıl, gerçek hayatımıza yansıması ise 10 yıl olan bu döngü bir kahraman tarafından kırıldı. Kahramanı kesinlikle tanıyorduk, yarattığı hissi de. Yaratmış olduğu mucizelere defalarca tanık olmuş ben, ona inanmayarak ihanet etmiştim.
Maçta yaşanan dramı, düşüşler ve çıkışları bu yazıya aktarmam mümkün değil. Maçı izlerken hissetmiş olduğum duyguları da. Fakat Rafael Nadal 30 Ocak 2022 Türkiye saatiyle 17.00’da Avustralya Açık Tenis Turnuvası’nın 2022 edisyonunu, son Amerika Açık şampiyonu ve sert zeminin en formda oyuncusu Daniil Medvedev’i setlerde 2-0 geriye düştüğü, 5 saat 24 dakika süren tarihin en epik maçlarından birinde 3-2 mağlup ederek kazandı. Norman Brooks Challenge Kupası’nın kulpunu ise yine Türkiye saati ile 17.30 sularında ısırdı. Bunu, tenisin açık döneminde hiç yapılmamış bir şeyi başararak, setlerde 2-0 geriye düşerek başardı. Bu, elde ettiği başarıyı tanımlamakta yetersizdi. Çünkü zafer Rafa’yı tarihin en başarılı erkek tenis oyuncusu olma yolunda, en büyük rakipleri Novak Djokovic ve Roger Federer ile girişmiş oldukları yarışta, 21. Grand Slam zaferini kazanarak ikilinin önüne geçirdi. Fakat Nadal’ın da yarı final sonrasında değinmiş olduğu gibi; istatistiklerden, kazanılan zaferlerden çok daha önemli bir nokta bulunmaktaydı. Bu nokta, kişinin sevdiği işi bir kez daha sevdiği şekilde yapabilmenin hazzıydı.
Dünya son iki yılını, daha önce hiç deneyimlemediğimiz bir şekilde Covid-19 pandemisinin gölgesinde maskelerimizin ardında geçirirken sevdiğimiz işlerden ve sevdiklerimizden mahrum kaldık. Kimimiz sevdiklerini kaybetti, kimimiz bu dönemi fırsat olarak değerlendirerek hayatında köklü değişiklikler yaptı. Mental sıkıntılar, bireyselleşme ve yalnızlık gibi konular bu dönemde modern insanın en önemli gündemi olurken sporu sevenler, bu hislerden kaçmak için bir kez daha olduğu gibi güvenli alanımıza, spora sığındık. Sıkıntılarımızdan kaçmamızı sağlayan, büyülü bir dünyanın içinde kaybolduğumuz bu anlarda, işini saygıyla yapan büyük karakterler bize yol gösterdi. Hayatın güzel ve kötü olan anların birleşiminden oluştuğuna emin olmamı sağlayan spor, bu kez Rafael Nadal ile hayatımı bir kez daha değiştirdi. En karanlık anlarda bile umudun asla kaybolmayacağını, kişinin ancak sınırlarının kendi çizdiği kadar var olabileceğini bana bir kez daha gösterdi. Hayat döngüsünün asla bitmeyeceğini, çocuklukta hissettiğimiz aidiyet duygusunun hayatımızı şekillendirmede ne kadar önemli olduğunu, yaşarken fark etmemiş olsak bile idollerimizin karakterimizi nasıl inşa ettiğini bana bir kez daha hatırlattı. 117 yıllık köklü geleneğin son edisyonu olan 2022 Avustralya Açık Tenis Turnuvası insan aklının sınırlarını zorlayan bir şekilde sona ererken, idolüm Rafael Nadal’ın bana bıraktığı en güzel hediye Norman Brook Challange Kupası’na bıraktığı ısırık oldu. Nadal Grand Slam rekorunu nereye kadar taşıyabilir, kariyerini tarihin en iyisi olarak tamamlayabilir mi sorularının cevabını bilmemize imkan yok fakat 30 Ocak Pazar günü Türkiye yerel saati ile 17.00’da bende yarattığı kırılmanın hayatıma ne kattığı sorusuna cevabım çok net: “True courage is in facing danger when you are afraid”**
*“Her şeyin bir sonu gelmeli, bir gün.” L.Frank Baum – The Wizard of Oz
**“Gerçek cesaret, korktuğunuz zaman tehlikeyle yüzleşmektir.” L.Frank Baum – The Wizard of Oz