Büyücü: Fabrice Santoro

Yazar: Eren Göksu

Her sporda olduğu gibi teniste de yıldız sporcuların özgün tavırları, hareketleri ya da becerileri vardır. Konumuz erkek tenisi olduğu için buradan örneklerle yazıya başlayalım: ‘Büyük üçlü’den Novak Djokovic’in mental gücü ve inanılmaz esnekliği, ekselansları Roger Federer’in estetik oyunu ve tek el backhand’i, Rafael Nadal’ın kendine has forehand’i ve karşı koyulamaz gücü… Yirmişer Grand Slam kazanan bu titanlara bazı yıllarda karşı koyabilmiş Andy Murray’nin inatçılığı, John Isner gibi ‘servisbot’ların durdurulamaz servisleri, Gael Monfils ve Nick Kyrigos gibilerin ‘deli’likleri, bu sporun farklı güzellikleri olarak önümüze çıkıyor.

Peki servisi büyük bir tehdit olmayan, Australian Open’daki bir çeyrek final hariç hiçbir grand slam’de çeyrek finali dahi göremeyen, erkek tenisinde neredeyse en çok maç kaybeden, Kyrigos, Monfils ya da Tiafoe gibi artistik hareketlerle dikkat de çekmeyen, bırakın tenisin azalan sihri tek el backhand’i, tek el forehand’i dahi olmayan biri, nasıl olup da rekabetin sert bir şekilde sürdüğü 90’lar ve 2000’ler ortamında oynayıp istikrarını sürdürebildi? İşte yazımızı tam da bu tezatlar üzerine kuruyoruz. Hanımlar, beyler ve pek sevimli çocuklar: Karşınızda, Pete Sampras’ın deyimiyle “The Magician” Fabrice Vetea Santoro!

Herkesin Aklındaki O Soru: Neden Çift El Forehand?

Yıllarca yöneltilen bu soruya sabırla cevap veren Santoro, sekiz yaşındaki takipçisine ise şu cevabı veriyordu:

“Tenis oynamaya başladığımda, şimdiki gibi küçük bir raketle oynama şansım olmadı. Tenise 30 yıl önce başladım ve o zaman oynamak için sadece yetişkin raketi vardı. Çok küçüktüm, bu yüzden topa vurabilmek için raketi iki elimle tutmak zorundaydım.”

1972 Tahiti doğumlu Fransız tenisçi, 1989 yılında profesyonel olduğu bu sporda kendi tarzını bulan ve bunu 1980’ler, 90’lar, 2000’ler ve 2010’larda Grand Slam maçına çıkarak istikrarlı bir şekilde sürdüren, oyununa sürekli olarak farklı özellikler ve taktikler katması, gelişime çok açık olmasıyla da dikkat çeken bir oyuncuydu. Santoro, “Tarzım bana ve çocukken koçum olan babama çok doğal geldi. Babam hayatta doğal olanı korumanın gerektiğini söylerdi ve benim tarzım doğaldı, bu yüzden onu korudum.” sözleriyle sadece sporda değil, hayatın her alanında kendi yolunu çizmenin önemini vurguluyordu.

1989 yılında Roland Garros Gençler Kategorisinde şampiyon olarak grand slam macerasına fırtına gibi bir giriş yapan Santoro, ne 20 kere katılarak bu alanda Feliciano Lopez’le rekoru paylaştığı Roland Garros’ta ne de diğer Grand Slam’lerde bu başarısının yanına yaklaşabilse de ATP kupalarında 6 şampiyonluk kazanarak iyi bir performans gösterdi.

Roland Garros anıları diğer Grand Slam’lere göre fazla olan Fabrice, turnuvanın en uzun maçının taraflarındandı: Setlerde 2-0 geri düştüğü, 2-2 eşitliği sağlamasına rağmen final setinde 3-0 geri düştüğü anda ara verilen ve ertesi gün devam eden, iki de maç puanı çevirip hemşerisi Arnaud Clement’e 16-14 üstünlük sağladığı ve tam 6 saat 33 dakika süren 2004 Roland Garros ilk tur maçı, turnuva tarihinin en uzun maçıdır.

Santoro’nun Roland Garros’taki bir diğer güzel anısı ise 2005 yılındaki karışık çiftler şampiyonluğu; Daniela Hantuchova ile partner olduğu bu finaldeki rakipleri, zaferin büyüklüğünü perçinliyor: Martina Navratilova ve Leander Paes.

Yanında Biriyle Daha İyi

Bu zaferinin yanında, Michael Llodra’yla 2003 ve 2004 Avustralya Açık Çift Erkekler’de şampiyon olmayı başardı. Llodra’yla 2005 Tennis Masters Cup’ta da mutlu sona ulaşan, 2002 Australian Open ve 2004 Roland Garros’ta ikinci olan Santoro, Nenad Zimonijc’le partner olduğu 2006 Wimbledon’da da finali gördü. Fabrice, toplamda 24 çiftler şampiyonluğuyla bu alanda harika bir kariyere ulaşmayı başardı.

Tezat

Yazının tam bu noktasında, size alakasız gibi görünen bazı bilgiler vereceğim:

  • İlk 10’daki oyunculara karşı 40 galibiyetle en çok maç kazanan hiç ilk ona çıkamamış oyuncudur. (en yüksek sıra 17.lik)
  • Feliciano Lopez’in ardından en çok maç kaybeden oyuncudur. (444 maç)
  • Teklerde, kariyerlerinin bir döneminde dünya sıralamasında bir numaraya ulaşmış tam 18 oyuncuyu yenmiştir.

Bütün bu bilgilerin aynı kişiye ait olduğuna inanmak güç olsa da Fabrice’in kariyerini, oyun tarzını dışarıda bıraksak dahi bu kadar ilgi çekici kılan da bu tezatlıklar. Yarı finali görebildiği bir Grand Slam olmasa da; ilk turlarda karşılaşmayı asla istemeyeceğiniz biri. Toplamda 7-2’lik üstünlük kurarak hayattan bezdirdiği eski bir numaralardan Marat Safin’in söylediği gibi: “En büyük korkum dişçiye gitmekti ancak Santoro’yla oynayacağıma kanal tedavisi yaptırmayı tercih ederim. Derimin altında yaşayıp aklımı okuyormuş gibi geliyor.”

Onun oyunundaki tezatlar ve alışılmadık oyun yapısı, zavallı Safin’e olduğu kadar Jimmy Conors, Boris Becker, Andre Agassi, Pete Sampras, Roger Federer, Novak Djokovic gibi efsanelere de büyük zorluklar çıkardı ve onları en az bir kere yenmesini sağladı. İki kere kaybettiği Santoro’yla ilgili Federer de aynı noktaya vurgu yapıyor: “Forehand vuruşu ve gücü bir dereceye kadar sınırlı ama çok akıllıca oynuyor. Onun ne yapmak istediğini iki kere düşünüyorsun. Ona karşı oynamanın en zor kısmı bu.”

Sahada Olmak

Tenisin uzun süre aktif bir parçası olan Santoro, yolculuğundan duyduğu mutluluğunu her fırsatta dile getiriyor. 2007 yılının ardından 2008’de de Newport’ta şampiyonluğa ulaşan ve bunu 35 yaşında başaran Santoro, “16 yaşında bir kariyere başladığınızda, 20 yıl sonra bir turnuva kazanacağınızı asla hayal edemezsiniz. İlk Fransa Açık’ımı 1989’da oynadım. 15 yıl öncesinden daha fazla tutkuya sahibim.” diyerek yolculuğunun ne kadar özel olduğunu vurguluyordu.

Seyirciyle olan ilişkisine de özel bir önem veren Santoro, “Sahaya her gittiğimde eğleniyorum.” diyor. “Yani eğlenmenin en iyi yolu bazı orijinal şeyler yapmaktır. Kalabalığın hoşuna gittiğinde benim için her şey daha iyi.”

1989’da başladığı kariyerini 2010 Australian Open’da Marin Cilic’e kaybettiği maçla tamamlayan Fabrice, yolculuğunu şöyle özetliyor: “Kendimi son derece şanslı ve ayrıcalıklı hissediyorum. 30 yaşımdan sonra kariyerimin en iyi yıllarını yaşadım, en iyi sonuçlarımı elde ettim ve daha fazla tanınırlık kazandım ama tüm bunların arkasında binlerce saatlik çalışma ve başarmak için büyük bir istek var.”

Açık dönemin en ilgi çekici oyuncularından biri olan Fabrice Santoro’nun kariyerine attığımız bu kısa bakışı; eril, küçümseyici ve uçlarda gezen yorumlarla dolu ülkemiz sporuna dair bir temenniyle noktalayalım: Belki bir zaman diliminde, bir tenis maçı izlediğimizde haşmetliler gibi olmayan, çift el forehandle topu yetiştirmeye çalışır görünen ve bu haliyle ‘ezik’ ve ‘komik’ görünen oyuncular da dahil olmak üzere kimseyi hareketleriyle, görünüşüyle, seçimleriyle ve yönelimleriyle eleştirmeyi değil de onların hikayeleri, oyuna duydukları tutkuları ve sahada olma duygusuyla yaydıkları coşkuya saygımızı göstermeyi seçeriz… Bütün spor dallarının seyircileri için de oyuncuları için de keyif verici olan bu: Oyunun içinde olmak.

Eski bir büyücünün de dediği gibi:

“Connors 1952’de ve Nadal 86’da doğdu, sanırım. İkisiyle de oynadım.”

Kaynak: 1, 2, 3, 4, 5, 6

Bu yazılar da hoşunuza gidebilir

Yorum Yap