“Chi si volta, e chi si gira, sempre a casa va finire.”*
-Bir İtalyan atasözü
Günlerden bir gün, Nisan ayının ikinci yarısı. Toprak sezonunun ortalarında bir yerde, bir ATP Masters 1000 turnuvası. Sadece toprak zeminde (terre battue) en iyi değil, belki de tarihteki en iyi erkek tenis oyuncusu olan Rafael Nadal’ın Andrey Rublev’e çeyrek finalinde maçı üç sette kaybedişini izliyorum. Rafa oldukça gergin ve huzursuz. Servislerini oyuna sokmakta zorlanıyor, bol bol çift hata yapıyor. Maç sonu sosyal medyada Rafa’nın bu yıl toprak sezonunda formsuz olduğu, işinin Roland Garros’ta zor olduğuna dair yorumlar okuyorum.
Şüphesiz ki bu olay örgüsü benim ve dünyadaki birçok kişi için bir dejavudan ibaret. Alman yapımı Dark dizisinde, 33 yıllık zaman döngülerinden ve bu döngünün kırılmasının imkansızlığından bahseden senarist tabii ki Rafael Nadal ve toprak sezon formsuzluğunu örnek alarak bu senaryoyu yazmadı fakat iyi takip edenlerin onay vereceği üzere Rafael Nadal ve toprak sezon formsuzluğu da dizideki gibi belli bir döngüde ilerler.
2017 yılı Nisan ve Mayıs aylarını hatırlayanlar bilecektir; sezona Roland Garros’ta “La Decima” yani 10. Roland Garros Tek Erkekler Şampiyonluğu hedefiyle başlayan Manacor’lu süper star, Roma Masters’ta Next Generation’dan anti-tezi olan Dominic Thiem’den finalde ağır bir yenilgi almış ve Roland Garros öncesi yine aynı sorular ile bizi karşı karşıya bırakmıştı: Bu bir yol kazası mıydı yoksa bu sefer ona dur diyecek biri çıkacak mıydı?
2021 yılı Nisan ayında tam olarak aynı soruları kendime sorduğumu fark ediyorum, aynı zamanda bu soruların cevaplarının kendi içerisinde olduğunu da fark etmem çok zaman almıyor. Bu döngüde kazanan daima Rafa oluyor, en azından Roland Garros’ ta. Aslında bu, beni başka bir konuda düşünmeye itiyor; Rafael Nadal’ın başka zeminlerde kazanılmış altı adet Grand Slam kupası ve Olimpiyat Şampiyonluğu dahil sayısız başarısı varken neden bu döngü sadece toprak kort veya Fransa Açık’ta yaşanıyor? Bu, sadece oynadığı tenisin toprak korta yatkınlığı veya yarattığı psikolojik üstünlükle açıklanabilir mi? Bu sorunun cevabını bulabilmek için belki de Fransa Açık kültürüne ve Toprağın Kralı’nın gelişimine odaklanmak gerekiyor.
Sistemin Dışında Bir Deneyim: Fransa Açık Tenis Turnuvası
Fransa Açık; Avustralya Açık ve Amerika Açık gibi sert (organik olmayan) bir zeminde veya Wimbledon gibi çok ciddi bakım isteyen çim zeminde değil, insanlığın en kolay erişebildiği şey olan toprak üzerinde oynanıyor. Toprak zemin, her daim kendisine ait starlar yaratmış, bu starların birçoğu da toprağın önemini bilen, toprakla içli dışlı olan Akdeniz toplumlarından çıkmış. Tenisin “açık” döneminde 35 yaşındaki Nadal öncesi Akdeniz kökenli yedi farklı tenis oyuncusu 4 Silahşörler Kupası’nın sahibi olmuş.
Fransa Açık, büyük kardeşleri Wimbledon’la Amerika Açık ve küçük kardeşi Avustralya Açık’tan farklı olarak ana kortlarının üstünü kapatmamakta ısrar eden, erteleme ve yağışın kendi kültürünün bir parçası olduğunu kabul eden bir organizasyon. Çok yakın zamana kadar devam etmiş olan bu inadın da turnuvayı sürpriz sonuçlara açık hale getirdiğini söylemek yanlış olmaz. Fransa Açık; seyircilerin maça en çok müdahil olduğu, oyuna saygısızlık olarak addedilen gürültü patırtının maç sırasında en çok duyulduğu Grand Slam. Seyircilerin özellikle Fransız oyuncuları bazen aşırıya kaçarak desteklediği, bu sebepten zaman zaman maçlara ara verilmek zorunda kalınan veya korttaki oyuncularla seyircilerin karşı karşıya gelmesine sebep olan bir organizasyon. Bir nevi, modern gladyatör diye tabir edilen tenisçilerin en pür savaş meydanı.
Yazıyı bu noktaya kadar okuyan herkes artık hemfikirdir: Fransa Açık, şahsına münhasır bir ailedir.
“Değişim Aptallıktır”**
Rafael Nadal, 1986 yılında İspanya’nın Mallorca adasının Manacor isimli küçük bir şehrinde doğmuş ve yeteneği çok küçük yaşlarından itibaren fark edilmiş olan bir oyuncu. Burada Rafa’nın erken gençlik döneminde futbol yerine tenisi seçmesine ön ayak olan amcası Toni Nadal’ın katkısı yadsınamaz. Bu yazıda Rafa’nın birçok yerde kolayca bulunabilecek hayatını ve inanılmaz tenisini anlatmayacağım. Sadece, küçük bir kasabada ve büyük bir ailede büyümenin karakterinde yaratmış olduğu farklılıktan bahsedeceğim.
Profesyonel tenis oynamaya başladığı 2001 yılından beri ekibinde hep aile üyelerini barındıran Nadal, şüphesiz ki bu kaynaktan büyük bir güç alıyor. Kariyerinin çok büyük bir bölümünde baş antrenör olarak amcası Toni Nadal ile çalışan Rafa, son zamanlarda ise Carlos Moya ile çalışmakta. Rafa’nın ATP Turu’nda yendiği ilk büyük oyuncu olan Moya, Rafa’ya göre ailesinin bir üyesi. Başka türlüsünün mümkün olması kendisi için zaten düşünülemez.
Kariyeri küçüklü büyüklü sakatlıklar sebebiyle birçok kez sekteye uğramış olan Rafa, bu dönemleri hep ailesinin desteği ile atlattığından bahsediyor. En büyük rakibi olan Novak Djokovic’in aksine, konfor alanından asla çıkmıyor. Ailesinin desteğini hissedemediği dönemlerde oyununun da dalgalandığının herkes farkında.
Modern zamanlar için oldukça absürt bir durum gibi görünse de sosyal ve spor hayatını hala ailesi ve onların çevresindeki insanlar oluşturuyor. Rafa Nadal Foundation, Rafa Nadal Academy gibi sahip olduğu organizasyonları ailesinden kişilere emanet ediyor ve bir nevi bunları da kendi ailesinin bir parçası haline getiriyor. Başarının anahtarının güçlü ve bütün bir aile olmaktan geçtiğini düşünen İspanyol raket, bu açıdan dünyanın en büyük futbol kulüplerinden Bayern Münih ile büyük bir benzerlik göstermekte. “Mia San Mia” sloganı ile taraftar, sporcu ve kulüp üçgenini çok iyi tamamlamış olan Bayern Münih’te de kulüp yönetiminde eski futbolcular önemli görevlerde yer almakta. Münih ailesine adım atan bir sporcu, aktif spor kariyeri tamamlansa dahi kulüp içerisinde profesyonel kariyerine devam ediyor. Tıpkı eski bir Top 10 mensubu ve çok iyi bir toprak kort oyuncusu olan Carlos Costa’nın Rafa Nadal Academy’de İş Geliştirme Direktörlüğü yapması gibi.
Roland Garros, Grand Slam’ler içerisinde en fantastik olanı. Bir nevi, tenis aleminin Adams Ailesi. Kendi içerisinde uçarılıkları, problemleri ve farklılıkları uyum içerisinde barındırıyor. Deli dolu, komik ama her daim bir arada. Rafael Nadal ise ATP turunda aileye belki de en çok önem veren oyuncu. Her çöktüğünde onu ayağa kaldıran yakınlarını çoğaltarak yoluna devam ediyor. Nadal, Fransa Açık ailesini de kendi ailesine katıyor ve her Mayıs’ta eve dönüş zamanı geldiğinde yenilmez biri haline dönüşüyor. Burada kendi hayatımızı düşünüyorum, eve dönüş zamanı geldiğinde hepimiz içimizde olduğunu fark etmediğimiz bir güç buluyor ve ona tutunuyoruz. Rafa da tam olarak böyle yapıyor, her yıl Philippe Chatrier’e yani ikinci evine kavuşmak için günleri sayıyor ve o an geldiğinde, en gerektiği anda hepimiz gibi içindeki güce tutunmayı biliyor.
*“Nereye giderseniz gidin, nereden dönerseniz dönün, kendinizi her zaman evinizde bulursunuz”
**“Benim düşünceme göre değişim aptallıktır” – Rafael Nadal
1 comment
[…] 2021 yılı Haziran ayında Volante Dergi bünyesinde yazmış olduğum ilk yazı olan Döngü başlıklı yazıda bahsetmiş olduğum Alman yapımı Dark dizisindeki zaman döngüleri […]