“Kupalar nadiren kullanılır. Hatıralar ise sonsuza dek sürer.”
-Mary Lou Retton
Sporu neden sevdiğimi düşündüğümde aklıma beni hiçbir zaman yüzüstü bırakmaması, her seferinde farklı hikayelerle beni büyülemesi geliyor. Aslına baktığımız zaman, periyodik olarak düzenlenen ve aynı müsabakalarda farklı sporcuların, farklı bayraklar veya kulüpler altında yarıştığı organizasyonlardan ibaret olsa da büyüleyici hikayelerin çıkmasının başlıca sebeplerinden birisi de sporun; farklı kültürleri, milletleri birleştiren bir şölen olması. Bunun başında da tabii ki olimpiyat oyunları geliyor. Dünyadaki en zıt kutupların bile bir araya gelip aynı amaç uğruna yarıştığı bir arena olan olimpiyat oyunları bize en ilginç, en unutulmaz hikayeleri tarih boyunca fazlasıyla vadetti ve etmeye de devam ediyor. Hazır 2020 Tokyo Olimpiyat Oyunları da kapıya dayanmışken ben de size Britanyalı atlet Derek Redmond’ın hikayesinden bahsetmek istedim.
1965 yılında Londra’nın kuzey batısındaki Buckinghamshire kentinde dünyaya gelen Redmond, 1985’te 400 metrede kırdığı Britanya rekoruyla ilk kez dikkatleri üstüne çekiyor. Bir yıl sonra 4×400 bayrak yarışı için milli takıma çağırılıyor. 1986 yılında Avrupa Şampiyonası’nda altın madalya alan Birleşik Krallık takımı, bu başarının ardından 1987 Dünya Şampiyonası’nı da gümüş madalya ile kapatıyor. Derek Redmond, Roger Black, John Regis gibi atletlerle iyi bir ekip kuran Birleşik Krallık, en büyük başarısını ise 1991 yılında son olimpiyat şampiyonu ABD takımını yenerek elde ediyor.
Başarılarının yanında sakatlıklar da kariyeri boyunca Redmond’ın peşini bir türlü bırakmıyor. 1986 yılında hamstring sakatlığı sebebiyle İngiliz Milletler Topluluğu Oyunları’nı kaçırıyor. Ardından olimpiyat kariyerinde de şanssızlığı devam ediyor. 1988 Seul Olimpiyatları’nda, yarış sabahı iki tane ağrı kesici iğne olmasına rağmen ısınma turlarında aşil tendonundan yaşadığı sakatlığın nüksetmesiyle yarışamadan turnuvadan çekilmek zorunda kalıyor.
Dört yıl sonra, 1992 Barselona Olimpiyatları öncesinde tam sekiz ameliyat geçiren ve kendini hazır hissettiğini belirten Redmond için bu sefer hedef madalya. En büyük rakipleri ise önceki sene 400 metre bayrak yarışında alt ettiği Amerikalı atletler Quincy Watts ve Steve Lewis. İlk turların en hızlı zamanını kaydettikten sonra çeyrek finalde de yarışında birinci olarak üst tura çıkan kahramanımız, yarı final öncesi çok iyi iki tur geçirdiğini söylüyor. Yarı final geldiğinde ise beşinci kulvardan yarışa başlıyor ve yarışı dördüncü götürürken 250 metre kala kaderin cilvesi bir kez daha kendini gösteriyor. Bir anda daha önce de sakatlık yaşadığı hamstringini tutmaya başlayan Redmond yerde kalıyor ve oyunlara yine çok talihsiz bir şekilde veda ediyor. İşte olimpiyat tarihinin en unutulmaz, yürek ısıtan anlarından birisi de buradan sonra yaşanıyor. Birkaç saniye yere çöktükten sonra kendini toparlayan Redmond, ne koşulda olursa olsun yarışı bitirmeye karar veriyor ve sekerek ilerlemeye başlıyor. Yüzünden ne kadar acı çektiği görülen atletin imdadına ise o sırada yarışı tribünden takip eden babası Jim Redmond yetişiyor. Kalabalığın arasından piste inen ve güvenliği geçen babası, hayatı boyunca belki de en çok ihtiyacı olan anda oğlunun yardımına yetişiyor. Babasının desteğiyle beraber, seyircilerin yoğun alkışı altında Redmond bitiş çizgisini geçiyor. Milyonlarca izleyicinin önünde, oğlunu o halde gören ve belki de ebeveyn olmanın en doğal güdülerinden birini gösteren Jim Redmond piste inerek oğlunun yanına gitmesinden yıllar sonra böyle bahsediyor:
“Şu an bile bunu nasıl ve neden yaptığımı söylemek zor. Sanki ona bir araba çarptığını görmüş gibi ani ve doğal bir tepkiydi. Kesinlikle yarışı bitirmesine yardımcı olmak için oraya gitmedim, bir sebebi varsa o da onu durdurmak içindi. Oğlumun sakatlandığı gerçeğini kabul edebilirdim ama acı çekmeye devam edip kendine daha fazla zarar vereceğini kabul edemezdim.”
Bu yarış Redmond’ın katıldığı son büyük yarışı oluyor ve iki yıl sonra doktoru, Redmond’a bir daha koşamayacağını ve ülkesini sporda temsil edemeyeceğini söylüyor. Tendon sakatlığı dolayısıyla defalarca ameliyat olan ve hamstring sakatlıkları yaşayan Redmond, atletizm kariyerini sonlandırsa da başka spor dallarına yönelerek spordan bir an olsun uzak kalmıyor. Birleşik Krallık basketbol takımına seçilerek imzalı takım fotoğrafını doktoruna gönderiyor. Sonrasında ise rugby ve motorsiklet yarışlarında kendine şans veriyor.
Atletizm kariyerinde yaşadığı sakatlıklar sonrası birkaç kez emekli olmayı düşündüğünü belirten Derek, sadece fiziksel olarak değil zihinsel olarak da ne kadar güçlü bir insan olduğunu gözler önüne seriyor. En büyük tutkusu olan spordan hiçbir zaman ayrı kalmayan Redmond, şu anda yaptığı motivasyon konuşmalarıyla genç sporcuların yetişmesine yardımcı oluyor.
1992 Olimpiyatları öncesi sporu bırakmış olsaydı ve hatta 1992 Olimpiyatları’na katılıp madalya alsaydı dahi belki de bugün onu hatırlamayacaktık. Ben de olimpiyat yazısı için başka bir konu düşünmek zorunda kalacaktım. Fakat yarı finalde yaşadığı sakatlık ve sonrasında yaşananlar ise herkeste çok farklı bir iz bıraktı. Başta dediğim gibi ne de olsa sporu büyüleyici yapan böyle güzel hikayeler. Spor onu defalarca yüzüstü bırakmış olsa da o asla sporu yüzüstü bırakmayan birisi. Özellikle sporcuların ne kadar çok zihinsel zorluk çektiğini açık açık belirtmeye başladığı bu dönemde Derek Redmond’ın hikayesi de hatırlanmaya ve ilham olmaya devam edecektir. Yeni bir olimpiyat oyunlarında, yeni hikayelerle birlikte olmak dileğiyle.