Utanç Yürüyüşü Değil Saygı Duruşu

by Eren Göksu

Volante Dergi’nin doğuşunda yer almaktaki temel motivasyonum, ataletten kurtularak yazı ve podcast alanında üretime geçmekti. Üretimdeki başarım bilinmez fakat başından beri aklımdaki kişi hakkında yazabilmek, bana “sonunda!” dedirtiyor. Bu yüzden memnunum. Sporda daha kişisel bir bakışla yazacağım, Dallas Mavericks’in 41 numaralı sepet topçusu dışında, kimse yok. Bahsettiğim kişi; 2002’deki malum olay yüzünden çoğu kişinin sevmediği, hayır o kişi değil, ilerleme şansımızı yok ettiğini düşündüğü, gerçekten o kişi değil, Rivaldo Victor Borba Ferreira.

Ortaokul sırama ve okul servisinin koltuğuna ismini kazıdığım Rivaldo, 1996’da Deportivo La Coruna’ya transfer oldu. 1996-1997 sezonunu John Benjamin Toshack yönetiminde çarpıcı şekilde geçiren Rivaldo, sonraki sezon Barcelona’ya geçti. Burada artık bir süper stara dönüşen Brezilyalı; Şampiyonlar Ligi’nde çok başarılı olamayan Barcelona’yla iki lig şampiyonluğu yaşarken bir İspanya Kupası bir de UEFA Süper Kupası kaldırdı. Bu dönemde Şampiyonlar Ligi’nde Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray’a karşı sahaya çıkan Rivaldo;  ilk grup aşamalarını en azından 1 puanla kapatma isteğindeki Fenerbahçe’nin umutlarını da söndürerek ülkedeki kendisine yönelik nefretin tohumlarını atıyordu.

1998 Dünya Kupası, 11 yaşındayken bilinçli olarak izlediğim ilk Dünya Kupası’ydı. Marcelo Salas-Ivan Zamorano ikilisine olan hayranlığım, Şili elenince Brezilya’ya yöneldi. Finalde yenilseler de efsanelerin içinde Rivaldo, belki de kendisine benzediğimi düşündüğümden, en sevdiğim oyuncu oldu. Ki bu, o dönemlerde “El Fenomeno” Ronaldo varken imkansıza yakın bir şeydi.

O dönemin kısıtlı imkanlarıyla daha çok maçını izlemeye çalıştığım Rivaldo, sonraki sezonu rüya gibi geçirdi. 24 golle Raul Gonzalez’in bir gol ardında bitirdiği La Liga’da Barcelona’yla şampiyonluk yaşarken, Brezilya’yla Copa America’yı kazandı ve gol kralı oldu. 1999 senesini Dünya’da Yılın Futbolcusu ve Ballon D’or kazananı olarak bitiren sambacı, artık bir fenomene dönüşmüştü. Benimse derslerimdeki ufak bir düşüş yüzünden kulüp takımından alındığım ve 12 yaşımda futbolcu olamayacağımın kesinleştiği yıldı.

Sonraki yıllarda Rivaldo gollere devam ediyor ve yukarda bahsettiğim gibi takımlarımıza karşı devamlı sahaya çıkıyordu. O yaz Anadolu Lisesi’ni kazanarak futbolcu olamamamın üzüntüsünü biraz olsun atlatsam da; en mutlu olduğum akşam, sınavı kazandığımı öğrendiğim akşam değildi. 17 Haziran 2001, “Rivaldo’nun Valencia’ya attığı gol” olarak kayıtlara girecekti. Futbolla ilgilenen herkesin gözünün önüne geldiğini düşündüğüm gol sayesinde Barcelona, Valencia’yı devirdi ve Şampiyonlar Ligi’ne katılmayı başardı. Evet, Barcelona için büyük bir başarı değil ancak kimin umurunda? Üstelik Rivaldo, o golden önce iki harika gol daha atmıştı, daha ne olsun? Maçı beraber izlediğimiz komşumuzun “Eren, seninki yine yaptı şovunu!” deyişi; beni, sanki aileden birini izler gibi gururlandırmıştı.

O malum sene gelip çattığında, her şey harika başlamıştı: Lise hazırlıktaydım, okul sonrası radyodaki Best FM eşliğinde internetsiz bilgisayarımda saatlerce CM 01/02 oynuyordum; üstelik bunun, İngilizcemi ilerletmek adına olduğunu aileme kabul ettirmiştim; ne de olsa oyunda sadece yazılar vardı. Gramerime olmasa da kelime bilgime katkı sağlayan bu yöntemle “Approach to sign” butonuyla aşk yaşıyordum. Yazın Dünya Kupası vardı ve Türkiye de katılıyordu! Gruptaki ilk rakip, Brezilya’ydı. Arkadaşlarım özelinde kimi tutacağım merak konusuyken maç günü yüzümü kırmızı-beyaza boyayarak kamuoyunu rahatlattım. Hasan Şaş’ın golüyle ülke çıldırırken bu rüya 86. Dakikada kabusa dönmeye başladı. Maç 1-1’ken gelen penaltı, Rivaldo’nun kaçırmaması ve uzatma dakikalarındaki olay… “İsmi Lazım Değil” olarak geçiştirdiğim bu ustalıklı rol sonrası tüm ülke Rivaldo’ya, arkadaşlarım da bana kinlendi. Benimse hislerim karmakarışıktı. Bunlar yetmezmiş gibi yarı finalde Brezilya bir daha Türkiye’yle karşılaşıp bir daha yendi. Rivaldo Dünya Kupası’na uzanırken hislerim netleşmişti: Yapmasa iyiydi ama, ne yapalım… Sonuçta, Türkiye de 3. Olmuştu.

Rivaldo, Barcelona’ya veda edip Milan’a giderken hayatımda bir yenilik vardı: Onun “çakma” formasına 2003’te kavuşabilmiştim. Biliyorsunuz, 20 sene önce forma bile bulunmuyordu! Brezilyalı, “Don” Carlo Ancelotti’nin Milan’ında 11 numaralı formasıyla Barcelona’da olduğu gibi parlak değildi. Ben de halı sahada onun forması ve beyaz krampon stiliyle forvet arkasında ondan farksızdım. Yine de onun gibi uzun boylu, onun kadar olmasa da esmer ve sol ayaklı olarak şutlarını taklit etmeye çalışırken gururluydum. Rivaldo hâlâ bir nefret objesiydi, neyse ki bana yönelen birkaç takılma sözcüğü dışında bir sıkıntı çıkmamıştı. Evet, yaptığı sahtekarlık beni de üzmüştü ama ne yapabilirdim?

Tabii bu topraklarda nefret edilesi kişiler, olaylar ve kurumlar bitmiyor. Nefret sönümlenip başka alanlara yönelirken 28 Mayıs 2003’te kişisel nefretim bir kişiye yöneldi: Carlo Ancelotti. Juventus’la oynanan Şampiyonlar Ligi finaline Rui Costa-Andriy Shevchenko-Filippo Inzaghi hücum üçlüsüyle çıkan Ancelotti, 66. Dakikada ilk oyuncu değişikliğini yaparken tüplü televizyonun başında heyecanla bekleyen beni mutlu edecek miydi? Maalesef, bu değişiklik defans bölgesinden: Alessandro Costacurta yerine Roque Junior giriyor. Kaldı 2, maç 0-0. 5 dakika sonra, ikinci değişiklik; bir sambacı! Üstelik uzun, esmer ve sol ayaklı!  Ama numara 11 değil, 27. O günkü ikinci nefret objem: Serginho. Dakikalar 87’yi gösteriyor; son değişiklik gelirken forvet arkasındaki Rui Costa çıkıyor. Maç hâlâ 0-0; gol lazım, işte o giriyor: Massimo Ambrosini. Bir savunma önü oyuncusu. Televizyonu kapatıyorum. 16 yaşındayım. Milan, kupayı kazanmış. Kariyerinde Dünya Kupası ve ve Copa America olan Rivaldo’nun tek Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu, bu sezon geliyor.

Yıllar geçti; Rivaldo, Türkiye dışında bütün ülkelerde forma giymeye yemin etmişçesine kulüp değiştirdi, dibimizde Olimpiakos’la harika maçlar çıkarttı ve 2015’te 43’ünde futbolu bıraktı. Geçtiğimiz ay, efsaneler maçında Liverpool’a gol atarak 34,5 yaşındaki beni bir daha mutlu etmeyi başardı. Bütün bu iniş çıkışların, sevgi-hayranlık-gurur-hayal kırıklığı-hüzün-özlem-mutluluk, evreninde platonik ilişkimiz bir kez daha görünür oldu. İyi ki doğmuş…

Kaynak: 1, 2, 3

 

You may also like

1 comment

Şanssız Mücadeleci* - Volante 31 Mayıs 2022 - 13:10

[…] tüm duygular için de bir teşekkür anlamına geliyor. Bugün de, yazmış olduğum Rivaldo ve Novak Djokovic yazılarından sonra bir başka sevdiğim kişiyle daha karşınızdayım: Marco […]

Reply

Leave a Comment