Futbol tarihinin en büyük süperstarlarından Ronaldo’nun kafası şu günlerde Dünya Kupasıyla olduğu kadar başka şeylerle de meşgul. Geçtiğimiz günlerde verdiği röportaj oldukça çarpıcıydı ve bu zamana kadar anlatmadığı ama hissettirdiği şeyleri hiç çekinmeden söyledi. Sürecin sonunda efsanesi olduğu yerden ayrılmak durumunda kaldı. Biz, son olanlardan yola çıkarak bu yazıda bu açıklamalar ve Ronaldo’nun son birkaç yılı üzerinden şu soruya cevap aramaya çalışacağız: Cristiano Ronaldo aslında kime kızgın? Bu tarz soruların kesin ve net bir cevabı olmadığı gibi cevaba giden yol da bir hayli karışık. Ama yine de onu anlamak adına bunu yapmak zorundayız.
Önce durumu yeniden anlamamız lazım. Ronaldo görece beklentilerin altında kaldığı bir Juventus döneminin ardından Manchester United’a geri döndü. Kendisinin söylediği üzere Manchester City’ye gitme ihtimali olsa da Sir Alex Ferguson’un bir telefonla kendisini ikna etmesiyle Old Trafford’a dönen Portekizli yıldız için işlerin eskisi gibi olmayacağı çok açıktı. Biraz sonra değineceğimiz gibi, ne o eski Ronaldo’ydu ne United bıraktığı United’tı. United son sezonlarda oldukça kötü yönetiliyor. Yapılan onca hamleye rağmen başarı bir türlü gelmiyor. 2018’de geçici menajer olarak göreve gelip ardından sözleşmeyi kapan Ole Gunnar Solskjær yönetiminde açılan 2021-22 sezonu da diğerleri gibi sallantılı başladı, United hayal kırıklığı yaratan bir performans ortaya koyarken bazı maçlarda Ronaldo takımı deyim yerindeyse “taşıyordu”. Ne var ki durum böyle süremezdi ve fatura hocaya kesildi. Yerine geçici antrenör sıfatıyla gelen Ralf Rangnick’in de yapabileceği pek fazla bir şey yoktu çünkü takım psikolojik olarak kötüydü ve taktiksel açıdan uyumsuzdu. Manchester United son birkaç yılının yansıması niteliğinde bir sezonu geride bırakırken Ronaldo bireysel olarak iyi bir performans sergilemiş durumdaydı. Ama onun bir şeylerden memnun olmadığı ortadaydı. Ayrıca sezonun sonuna doğru erkek çocuğunu kaybetmesi ve diğer kız çocuğunun sağlık sorunu yaşaması da onu mental olarak zorluyordu. Devamında Erik Ten Hag ile başlayan yeni sezonda taraflar arasındaki gerilim daha hazırlık döneminde başladı. Vallecano maçında devrede staddan ayrılmayla başlatabileceğimiz süreç birçok gerginlikle devam etti. Durumu hatırladığımıza göre sorumuza cevap aramaya başlayabiliriz.
İlk odağım saha içi olacak. Manchester United senelerdir çok yanlış bir transfer politikası izliyor. Çok iyi hücum oyuncularına sahip olmalarına rağmen savunma o denli kaliteli olmadı. Orta saha uyumsuzdu, iyi oyuncular olsa da hiçbir açıdan uyumlu değillerdi. Solskjær takımla üçüncü senesine yaklaşırken hala beklenilen seviyeye çıkamamışlardı. Övülmesi gereken yanları United’ın topsuz oyunda giderek geliştiğiydi. Manchester City, Liverpool gibi takımlara bu şekilde defalarca zorluk çıkarmışlardı. Diğer taraftan her maçta bunu yapamayacakları gerçeği de gün gibi ortadaydı. Sancho ve Varane transferleriyle kalitesini arttıran United, Ronaldo gelmeden önceki üç maçta iyi işaretler vermişti. Ronaldo geldikten sonra takımın taktiksel dengelerinin bozulma riski vardı. Yanlış anlaşılmasın, burada Ronaldo’ya suç atmaya çalışmıyorum. O bir süperstar ve yaşı kaç olursa olsun sürekli iyi oynamak isteyecek ama kariyerinin zirvesindeki Ronaldo hiç “yeniden yapılanan” bir takımda oynamadı. Takımda hücum dengelerinin onun üzerine kayması bazı şeylerin planlandığı gibi olmaması demekti, kaldı ki bu transfer sezon başladıktan sonra yapılmıştı. Yani zaten takım planı o düşünülerek yapılmadı. Ayrıca 37 yaşındaki Ronaldo’nun fiziksel olarak eskisi gibi olmadığını ve Premier Lig’in onun bıraktığından çok daha fiziksel bir lig olduğunu da hatırlatmak gerekir. Bütün bunların sonucu olarak takımın ve dolaylı olarak Ronaldo’nun beklentilerin altında kalması muhtemeldi. Nitekim öyle oldu. Saha içinde bazı şeyleri açıklayabilsek de aslında görünmeyen tarafta çok şey oluyordu.
Cristiano Ronaldo, çok büyük bir sporcu ve bunun getirdiği şeylerin sonucu olarak kuvvetli bir “ego”. Real Madrid’de, ilk Manchester United döneminde kazanılmadık kupa bırakmamış; korkunç seviyede gol sayılarına ulaşmış bu adamın mükemmellik standardı elbette yüksek. Aynı zamanda nasıl bir çalışma ahlakına sahip olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz. Ama bazen işler öyle bir gelişir ki Ronaldo gibi biri dahi kötü oynayabilir, performansı düşebilir. Bu noktada önemli olan o duruma nasıl tepki verdiğinizdir. Kendisinin geçtiğimiz günlerde Piers Morgan ile yaptığı olay yaratan röportajdan konumuz hakkındaki bir açıklamasını paylaşmak isterim: “Hayat tümüyle zordur, yaşamlarımızda engeller var. Ve ben bana inanmayan insanlara karşı savaşmayı sürdüreceğim. Hayat bir mücadeledir ve ben onların yanlış olduklarını bilmelerini istiyorum.” Açıklama aslında kendisinin ne kadar büyük bir figür olduğunu yansıtıyor. Efsanesi olduğu kulübe düşman hale gelen bir futbol efsanesi, her şeye rağmen ayakta kalacağının sinyalini veriyor. Aynı zamanda kızgınlığını da inceden belli ediyor. Ama esasında verdiği tepkinin ve kızgınlığının mantıksız tarafları da var. Mantıklı olan tarafı yaşadığı zorlukların göz önünde bulundurulmaması, mantıksız kısmı da yaptığı birtakım yanlış şeyler ve onun sonuçlarından oluşuyor. Ne mi demek istiyorum, biraz daha detayına inelim.
Mantıklı olan kısmından başlayacağım. Futbolu bir kenara bırakın. Bir insan evladını kaybediyor, bir başka evladı da sağlık sorunlarıyla mücadele ediyor. Biz saha içine takılı kalsak da akıp giden bir hayat var ve maalesef böyle şeyler de hayatın içinde olabiliyor. Ronaldo belirttiğimiz durumlardan ötürü mental olarak sorun yaşamış olabilir, mutlaka bunun sahaya yansıması olmuştur. Son derece doğal. Eğer kendisinin söylediği gibi, ki yalan söyleyeceğini sanmıyorum, United kulübü kızının hastalığını önemsememişse bu çok büyük bir skandal. Ronaldo kesinlikle haklı. Fakat geri kalan şeylerde kendisinin de hatasının olduğunu görmezden gelmemek gerekir. Bir kere herkesin malumu olan o açıklamada kullandığı çok sert ifadeler var. Erik Ten Hag’a saygı duymadığını, Rangnick’in ismini bilmediğini ve antrenörlüğünün yetersiz olduğunu söylüyor. Sebebi ne olursa olsun ifadeler çok saygısızca çünkü kimsenin ona karşı ciddi bir ters tavrı olmadı. “Ama Ten Hag ona saygı duymuyor.” diyebilirsiniz, sahiden gerçekten öyle mi?
Ten Hag ile yaşadıklarına hakimiz aslında. İlk maç olan Brighton maçında yedek başlatıp sonradan oyuna alması, devamında Ten Hag’ın onu net bir şekilde on bire yazmaması, Tottenham maçında oyuna girmeyi reddedip soyunma odasına gitmesi. Şunu hatırlamak lazım, Ronaldo büyük bir figür ama sezon öncesi hazırlığında birtakım sebeplerden dolayı yetersiz kalmış. Ten Hag bir antrenör olarak hazır olan oyuncularını daha fazla oynatmak istiyor. Yeniden söylüyorum, hocanın kendisine karşı ofansif bir ifadesi olmadı. Ronaldo ise röportajında hocanın devamlı bahane ürettiğini, yaptıklarının tutarsız olduğunu ve hocalığının iyi olmadığını söylüyor. Bazı yerlerde haklılık payı olmakla birlikte bence genel görüntü Ronaldo’nun bazı şeyleri kabullenememesiyle ilgili. “Yedek kalabilirim, bu sorun değil.” dese dahi bunu kabullenecek biri değil ve yaşadıklarının, sporcu egosunun etkisiyle bunu ofansif algıladığını düşünüyorum. Saygı duymaması da aynı sebepten. Son iki seneye kadar bulunduğu takımlarda sistem onun üzerine kuruldu, o da her sene daha iyisini yaparak futbol tarihine geçecek performanslar verdi. Genelde takım arkadaşları ve kulübüyle de iyi geçindi. Yani işler onun adına ilk kez bu denli ters gidiyor. Bu bağlamda hocayla olan ilişkisine dönelim. Sezon başından beri Ten Hag devamlı Ronaldo’yu kullanmak istediğinden bahsediyor ama takım yapısı ve Ronaldo’nun durumu itibariyle bunu yapması zor. Zannetmiyorum ki Ten Hag bilerek Ronaldo’nun itibarını zedelemeye çalışsın, öyle bir görüntü çizmiyor çünkü. Ten Hag hakkındaki sözlerinin yanında “Rangnick’i tanımıyordum. Neden bize geldi?” minvalindeki açıklamaları da ayrıca skandal. Kendisinin adını duymadığını söylemesi ne kadar doğru, bilemiyorum. Pek inandırıcı değil.
Sonuca gelecek olursak, Ronaldo kariyerinin son döneminde zor zamanlardan geçiyor. Kulüple ve teknik heyetle arasını düzeltmesi imkansızdı, dolayısıyla ayrıldı. Onlara ve Rooney, Gary Neville gibi isimlere kullandığı sert ifadelerden anladığımız kendisinin bazı şeylere çok kızgın olduğu ve kabullenemediği. Her insanın kendisini ifade etme biçimi farklıdır ve Ronaldo da kendisini bu şekilde, yani çekinmeden ifade ediyor. Onu anlamakla birlikte bence haksız olduğu noktalar daha fazla. Bunu kabullenmesinin onun adına daha iyi olacağını düşünmekteyim ama hepimiz biliyoruz ki o bunu yapmayacak. Böyle durumlarda doğru ya da yanlışın olduğuna inanmıyorum, doğru tavır veya yanlış tavırdan söz edebiliriz bence. Ronaldo birçok şeyin etkisiyle yanlış tavır gösterdi. Manchester United kulübü ve Ten Hag ise tamamen haklı olmasa da süreçte daha doğru adımlar attı. Yani sosyal medyada yansıtıldığı gibi bir “dışlama” durumu yok. Cristiano Ronaldo da sadece kulübe, hocaya ya da kendisine kızgın değil, bütün bu sürecin yaşanmış olmasına kızgın.
Şunu da söylemem gerekir, yazıda durumu sebepleriyle irdelemeye çalıştım. Durumu sebepleriyle anlatmak istedim çünkü olayın sosyal medyada yansıtılan “yalan ve duygusal” şeylerden ibaret olmadığını söylemek amacındaydım. Bruno Fernandes ve Joao Cancelo videosu üzerinden söylenen şeylerin gerçeklikle bir ilgisi yok. Zaten sonradan Ronaldo da bunu dile getirdi. Futbolu sadece doksan dakikadan ibaret görenler için şaşırtıcı olsa da aslında her şey çok daha fazlası. Bir takım birçok kişiden oluşur ve aslında takım olabilme olgusu çok zor elde edilir. Kulübün istekleriyle oyuncuların ve teknik heyetin memnuniyeti bazen kesişmeyebilir. United senelerdir yeniden yapılanan bir takım. O kaosun içine Ronaldo girince işler daha da zor hale geldi. Olan bitenler karmaşık bir sürecin sonu. Bundan sonra ne olacağını bilemeyiz ama bir şey kesin, o da Ronaldo’nun artık United’da devam etmeyeceği. Ya da kim bilir, belki de Ronaldo son dansında Dünya Kupası’nı alır ve başta Manchester United, Erik Ten Hag ve ben olmak üzere birçok kişiyi yanıltıp zirvede oyunu bırakır.