“Futbol beyinle oynanır. Ayaklar sadece bir araçtır.” demeci oyuna dair çok şey anlatmakta. Fiziksel ve teknik açıdan futbolcular belli bir seviyede olmalılar ama bu vizyonla, futbol aklıyla desteklendiğinde çok daha etkili olur. Bu tanıma uyan isimler de futbolu bir sanat gibi icra ederler. Dennis Bergkamp ve Andrea Pirlo tam olarak böyle oyuncular. Manchester City’de yedi tam seneyi geride bırakmaya hazırlanan Kevin De Bruyne de bu zincirin son halkası, Pep Guardiola’nın uzay takımının sahadaki beyni.
Elit seviyedeki birçok oyuncunun aksine De Bruyne’nin kariyeri inanılmaz başlamadı. Chelsea dönemi beklenenin altındaydı. Dönemin Chelsea teknik direktörü Jose Mourinho’nun onu istemediği şeklindeki düşüncelerin yalan olduğunun altını çizelim. De Bruyne kendi isteğiyle Chelsea’den ayrıldı. 2014 kış transfer döneminde Wolfsburg’a transfer olduktan sonra kariyerinin gidişatı da değişecekti. Dieter Hecking’in Wolfsburg’u Bundesliga’da şov yapıp ikinci olurken takımın parlayan yıldızlarındandı. 2014-2015 sezonunda tüm kulvarlardaki 16 gol 27 asistlik performansı çok şey anlatıyor. Aynı yaz 55 milyon poundluk transfer ücretiyle Manchester City’nin yolunu tuttu. Bu o dönem için İngiliz futbolundaki en pahalı ikinci transferdi. İlk sezonunda iyi bir başlangıç yapmıştı. Pep Guardiola’nın takıma katılmasıyla da dünyanın en iyi oyuncularından birine dönüştü. Rahatlıkla söyleyebileceğimiz üzere, o İngiliz futbolunu domine eden City kadrosunun başrollerinden biri. Aynı zamanda son yıllarda öne çıkan Belçika takımının da bir parçası. Ülkesinin üçüncü olduğu 2018 Dünya Kupası’nda gayet iyi bir iş çıkarmıştı.
Kevin De Bruyne’yi bu kadar etkileyici yapan çok sayıda faktör sıralamak mümkün. İlk olarak üst düzey bir saha görüşüne sahip. Takımları geçiş hücumundayken veya set hücumundayken öyle etkili paslar yollayabiliyor ki rakip savunmacılar fark edemiyor bile. Dribbling yeteneğinin de son derece iyi olduğunu belirtebiliriz. En öne çıkan özelliği bu olmasa da gerektiği zaman savunmacıları zor duruma sokabilir. Tekniğinin yanında çabukluğu da dikkat çekici. Saniyeler içinde iki üç kişiyi çalımlayıp ceza sahasına koşu atan arkadaşına orta açabilecek bir oyun tarzı var. Aynı zamanda bir orta saha oyuncusuna göre fena sayılmayacak bir bitiriciliği olduğu bir gerçek. Belki sıklıkla ofansif orta saha oynayan bir oyuncu için bunu dile getirmek garip gözükecek ama tıpkı paslarında olduğu gibi kaleciyle karşı karşıya kaldığında o topu genellikle en doğru yere yollamayı başarır. İşin topsuz oyun kısmına geldiğimizde de gösterdiği çok fazla şey var. Özellikle Manchester City’de yaptığı ceza sahası koşularıyla hücuma çeşitlilik katıyor. Oyunu okuma yeteneği pası alan kişi olduğunda da işe yarıyor ve pozisyonu herkesten önce okuyabildiği için hep doğru zamanda doğru yerde konumlanıyor. Takım yapısının De Bruyne’nin kariyerini nasıl şekillendirdiğinden bahsetmeden önce, Pep Guardiola’nın onun hakkındaki sözlerini paylaşmak isterim:
“O kimsenin göremediği şeyleri görüyor. O gerçekten yetenekli ve özel bir oyuncu. Bazen topu kaptırdığı zaman ‘Bu kadar yetenekli bir oyuncu nasıl olur da top kaptırabilir?’ diye ona kızıyorum.” [1]
Kariyerindeki bu büyük yükselişin pay sahibi Pep Guardiola demekte sakınca görmüyorum. Wolfsburg ve Werder Bremen ile iyi bir Bundesliga karnesi olsa da Premier Lig’e gitmek ve orada istikrarlı performans vermek çok zordur. Çünkü İngiltere’de futbol çok daha hızlı ve temasa dayalıdır. Pep, sisteminde onu nereye oturtacağını çok iyi biliyordu. İspanyol teknik direktörün oturan 4-3-3 yapısında çoğu zaman orta üçlünün hücuma dönük oyuncusu oldu. Agüero sonrası takımın birçok oyuncuyla denediği sahte dokuzlu yapıda bazen o da en ileride görev aldı. Bir önceki paragrafta bahsettiğimiz üzere bir hücum oyuncusunun sahip olması gereken temel özelliklere sahip olan De Bruyne bu görevi yapabildi. Guardiola, Manchester City kariyerinde çok kaliteli hücum oyuncularıyla çalışma şansına erişti. Sergio Agüero, David Silva, Riyad Mahrez, Raheem Sterling, Phil Foden en başta sayabileceğimiz kişiler. Bu isimlerin kalitesi kesinlikle tartışılmaz ama Pep döneminde hücuma her açıdan De Bruyne kadar katkı verebilen birisi olmayabilir. O, takımın saha içindeki beyni adeta. Herkesin artık ezberlediği üzere, City oyunu en geriden kısa paslarla kurar. Top üçüncü bölgeye geldiğinde rakip savunma genelde dar biçimde kapandığı için o bölgede yaratıcılık öne çıkmaya başlar. Kısa paslaşan takım bu durumda yapılabilecek tek şeyi yaparak alan aramaya çalışır. Top De Bruyne’de ise o mutlaka doğru yeri görür ve o pası atar. Bazen fırsat olduğunda kaleyi uzaktan yoklayabilir de. Kevin De Bruyne’nin bir diğer meziyeti de uzaktan yolladığı akılalmaz şutları. Çok örnek verebilirim bu gollere ama Newcastle United’a ve Chelsea’ye deplasmanda attığı iki golü bu açıdan öne çıkarmak istiyorum. Bahsettiğim iki golü izlerseniz uzaktan şutlar konusunda ne kadar uzman olduğunu daha iyi anlayacaksınız.
Taktiksel açıdan Kevin De Bruyne’nin dünya futboluna kattıklarına vurgu yaptıktan sonra yazının en başında kısaca söz ettiğim zorlu kariyer başlangıcına dönmek istiyorum. Kevin De Bruyne karakter olarak içe dönük bir çocuk olduğunu söylüyor. Belki de onun kendisini ifade edebildiği tek yer futbol sahasıydı ve orada çok iyi iş çıkarıyordu. Napoli ile oynadıkları Şampiyonlar Ligi maçında “Let Me Talk!” (Konuşmama izin verin!) diye isyan ederken içindeki hırslı yapısı gün yüzüne çıktı. İçe dönük oluşunun kariyerini ne denli etkilediğini bir örnekle destekleyeceğim. Genk altyapısında olduğu dönem orada birkaç takım arkadaşıyla birlikte bir ailede misafir olarak kalmış. (De Bruyne’nin ailesinin evi Genk’e oldukça uzak olmasından dolayı bu yola gidilmiş.) Sezon bittikten sonra evden o aile tarafından iyi uğurlanmış ama aslında aile ondan hiç memnun değilmiş ve gitmesini istiyormuş. Sebep tamamen De Bruyne’nin içine kapanık biri olması. Bunu bir gurur meselesi haline getiren De Bruyne o yaz dönüşü inanılmaz bir performansla kendisini üst takıma atan yolu açacaktı. İkinci takımda sonradan oyuna dahil olduğu bir maçta beş gol attıktan sonra kendisini istemeyen o aileyle tekrar karşılaşmış. Aile aslında ondan memnun olduklarını söylemek istese de The Players’ Tribune için kaleme aldığı “Let Me Talk” yazısında cevabını şöyle açıklıyor: “Belki komik karşılamalıydım ama o zaman için bu komik değildi. Beni gerçekten yaralamışlardı. Bu yüzden onlara ‘Hayır. Beni çöpe attınız. Şimdi iyi iş çıkarıyorum ve beni geri mi istiyorsunuz?’ dedim.”
Chelsea döneminde takımdan ayrılma isteğinde bulunduğunu belirtmiştim. Belçikalı yıldız o dönem bazı konularda hata yaptığını kabul ediyor. Sonrası zaten malumunuz, Werder Bremen ve Wolfsburg ile yükselişe geçen görkemli bir kariyer… Şuanda dünyadaki bütün teknik direktörlerle bir anket yapsak ve onlara “Hangi orta saha oyuncusunu takımınızda görmek isterdiniz?” diye sorsak cevapların büyük kısmı Kevin De Bruyne olacaktır. Tekniği, saha görüşü ve birçok iyi özellliğiyle dönemimizin en iyi oyuncularından biri. Bir futbol izleyicisi olarak onu izlemek çok ama çok zevkli. Sahada bu kadar fark yaratırken aslında kendisinin neler yapabileceğini gösteriyor. Bu, onun kendisini ifade etme şekli. Futbolla yatıp futbolla kalkan De Bruyne ülkesinin gelmiş geçmiş en iyi oyuncularından biri. Bugün yeni yaşına basan dünya yıldızını izleyebildiğimiz için kesinlikle çok şanslıyız.