Teknik direktörlük birçok sebepten ötürü enteresan bir iştir. Bir kulübün ya da ülkenin bütün sorumluluğu sizde gibi hissedersiniz. Oyun planınızın iyi olması yetmez, aynı zamanda oyuncularınızı buna ikna edip gelişmeyi sürdürmeniz gerekir. Bunu çok iyi yapan tarihte birçok kişi sayabiliriz ama istikrarlı yapanları ararsak çember daha da daralır. Klopp kesinlikle yaptığı her şeyle bu çemberin içinde. Mainz’da ansızın oyunculuktan teknik direktörlüğe geçtiğinden beri futbol da o da değişti. Hatalar yaptı, bazen acı da çekti ama büyük resme baktığımızda bıraktığı etki bunlardan çok daha değerli.
Mainz 05, 90’lı yılların ortasında göreve getirdiği Wolfgang Frank ile iyi bir futbol oynamaya başlamıştı. Frank takımın pres kalitesini yukarı çekti ve alan markajını zamanla oyun yapısına oturttu. Savunmada daralan, hücumda genişleyen takım yapısı o döneme göre oldukça yenilikçiydi. O dönemin Almanya futbolundaki bu özgün oyun yapısı Bundesliga 2’de dikkat çekecekti. Frank ilk zamanlarda gerçekten de iyi iş çıkarmıştı. Ne var ki sonrasında işler yolunda gitmemeye başladı ve yollar ayrıldı. Kulüpteki sorunlar bitmediği için Frank bir yıldan kısa bir zamanda takıma döndü. İkinci döneminden de kötü ayrılan Frank’ın ardından kim gelirse gelsin bir istikrar yakalayamamıştı. Frank dönemindeki oyun son dönemlerinde sonuca yansımasa da oyuncular tarafından benimsenmiş durumdaydı ve ondan sonra gelen antrenörler buna ters bir oyun kurguladıkları için sürekli teknik direktör değişimi vardı. Mainz yönetimi, takım küme düşme hattındayken ciddi bir risk alarak takımın yaşlı kurdu Jürgen Klopp’a teknik direktörlük teklif etti. Uzun süredir takımda olduğu için ve oyuncuların istediği tarza hakim olduğu için bu o kadar da mantıksız olmayabilirdi. Kısa bir süre içerisinde takımın patronu olan Klopp, o geçiş dönemi hakkında 2011’deki bir Uluslararası Antrenörlük Konferansı’nda şunları söylemiş:
“Hayatımın kritik bir evresiydi. Unutmayınız ki, o zamanlar ben Mainz’da gittikçe yaşlanan bir ikinci lig oyuncusuydum. Gerçekten eğlenceli bir geçiş dönemiydi, sırık gibi bir profesyonel oyuncuyken bir anda çiçeği burnunda bir teknik direktör haline geldim. Hayatımın ekseni bir anda yüz seksen derece değişti ve zirvede olduğum hissine kapıldım. Sonra da takımın başına geçmeme müsaade edildi. Aslında çok fazla yeteneğim yoktur ama sanırım teknik direktörlüğü kotarabilecek yeteneğe sahipmiş gibi görünüyordum.”
Birçokları başarısız olacağını düşünse de Klopp hamlesi işe yaramıştı. Takım çok büyük bir gayretle Bundesliga 2’de kalmayı başardı o sezon. Ardından gelen yıllarda lig yükselmeyi defalarca kez elinden kaçırmalarına rağmen asla pes etmediler. Şanssızlığı kıran da takımı Avrupa kupalarına götüren de Klopp olacaktı. 2004’te Bundesliga’ya yükselen takım iki sezon içinde UEFA Kupası’nda mücadele etmeye hak kazanacaktı. (O dönem ligdeki fair-play kontenjanından bu hakkı kazandılar.) Bu yüzden onun Mainz’daki kariyerinde oldukça fazla dönüm noktası olduğunu söyleyebiliriz. Onun özel bir teknik direktör olacağı da her geçen sene daha fazla göze çarpıyordu. Olan biten her şeye rağmen asla pes etmeyen, oyuncularıyla güçlü bir bağ kuran, rakiplerinden çok daha az bütçeyle mücadele ederken maksimum verim alan bu adam çok daha iyi kulüplerde çalışabilirdi. Ne yazık ki Mainz hikayesi pek iyi bitmedi. Klopp, takımla son sezonuna girmeden evvel Bundesliga 2’ye düşmüştü. O dönem alt ligde çok sayıda iyi takımın olması onlara yaramadı ve lig atlayamadılar. 2008’de Klopp, gerisinde birçok hikaye bırakarak ve son maçında döktüğü gözyaşlarıyla kulüpten ayrıldı.
O yaz çok seçeneği vardı, Bayern Münih’in dahi kendisine ilgi gösterdiği de oldu ama o tercihini Borussia Dortmund’dan yana kullandı. Michael Zorc ve Hans-Joachim Watzke onu göreve getirirken oldukça eminlerdi çünkü onun tarzının kulübün hedefleriyle örtüştüğünü gördüler. Onun Mainz’da kısıtlı imkanlarla oynattığı kaliteli oyun güçlü bir referanstı kulüp adına. Klopp imzayı attığında Borussia Dortmund hem mali hem sportif açıdan çok zor bir dönemeçteydi. Başarıya giden yol elbette çok zorlu olacaktı.
Klopp ve ekibi, tıpkı Mainz’da olduğu ve gelecekte Liverpool’da olacağı gibi, takımı önce topsuz oyunda uzmanlaştırıp sonrasında kaliteli bir hücum takımı haline getirdi. “Heavy metal” futbolu oldukça işe yaradı. Karşı pres, biraz ileride en büyük rakibi olacağı Pep’in Barcelona’sından ve (ondan da büyük bir etkiyle) idolüm dediği Wolfgang Frank’tan etkilenerek benimsediği bir şeydi. Dortmund seneler geçtikçe bu oyunu mükemmelleştirdi ve savunma kurgusunu çok iyi yapmaya başladı. Zaman içinde, bahsettiğim üzere, topsuz oyundaki uzmanlık yavaş yavaş topa sahip olma oyununda etkili olmaya evrildi. Scouting açısından da oldukça başarılı hamlelerle birlikte Klopp, hayalindeki oyunu sahaya yansıtabiliyordu artık. Futbol tarihinde başarılı olmuş takımları incelerseniz rahatlıkla gözlemleyeceğiniz şeylerden biri de şudur: İyi bir plan takımdaşlıkla birleşirse ortaya çıkan şey üst düzey olur. Bu, pek bir anlam ifade etmemiş gibi gözükse de aslında söz edilen dengeyi yakalamak zordur. Klopp yönetiminde arka arkaya iki kez Bundesliga şampiyonu olan ve Şampiyonlar Ligi finali oynayan Dortmund kadrosu bunun en güzel örneklerinden. Oyunun en geriden paslarla üçüncü bölgeye taşındığı, hücumda sayıca fazla sayıda kişiyle bulunulan ve kaliteyle desteklenen, fiziksel olduğu kadar mental olarak da üst düzey olan ve gerektiği kadar esnek olabilen bir takım… Bütün bunlar Klopp’un harika insan ilişkileriyle, bir grubu yönetmedeki usta meziyetleri ve futbolcuların uyumuyla birleşince Dortmund, seneler içinde eski seviyesine ulaşmayı başardı.
Şampiyonlar Ligi finali kaybedildikten sonra Dortmund, Klopp gidene kadar o seviyeye yaklaşamadı. (Şuan o seviyeden çok daha uzakta olduklarını söylemek yanlış olmayacaktır.) Klopp aynı Klopp’tu ama takımı o seviyeye getiren oyuncular bir bir takımdan ayrılıyordu: Mario Götze, Robert Lewandowski… Almanya içindeki en büyük rakipleri Bayern Münih de Dortmund’un egemen olduğu yılların ardından ciddi bir atılımla tekrar sahnedeydi. Heynckes sonrası dönemde gelen Guardiola, kazandığı şampiyonluklarda oldukça dominant bir performans sergiledi. 2014-2015 sezonu Klopp’un Dortmund ile son sezonu olması bir yana oldukça dramatik periyotlara sahne oldu. Kulüp az kalsın küme düşecekti, içeride oynadıkları ve 1-0’lık yenilgiyle sonuçlanan Augsburg maçı bu dramanın zirvesiydi. Maçın ardından Dortmund lig sonuncusuydu. Zor durumları kariyeri boyunca defalarca iyi yönetmiş Klopp, bunu da aşmayı başardı. Takım ikinci yarıda çok daha iyi oynayarak ligi 7. olarak tamamlamıştı. Bu noktada Klopp’un yönetim becerilerine bir kez daha vurgu yapmam gerekecek. Yakın zamanda Türkçe’ye çevrilen biyografisinde Kicker muhabiri Thomas Hennecke’nin bu konuyla alakalı kullandığı ifadeler çok şey anlatmakta. :
“Sportif anlamda dibe vurulduğu zaman bile seçtiği plandan bir milim bile sapmıyor, taviz vermiyor. Çünkü yaptığı işin doğruluğuna tamamen inanıyor ve ikna oluyor.”
“Bence bu husus hakikaten onun stilinin en kritik yanlarından biri, tepkisel davranmaya ya da strateji değiştirmeye müsait değil. Rüzgar nereden eserse essin istikametini değiştirmiyor, ibresi şaşmıyor. Bir miğfer kadar sağlam bir duruş sergiliyor ve mükafatını da alıyor.”
Sezon devam ederken kulüpteki zamanının dolduğunu düşündüğü için ayrılma kararını açıklayan Klopp, son iç saha maçında alkışlarla veda etti. Ve tabii yine gözyaşlarıyla…
Dortmund’dan ayrıldıktan kısa bir süre sonra Liverpool ile anlaştı Klopp. Kırmızılar o dönem “Moneyball” stratejisi izliyordu. Kulüp yönetimi bu doğrultuda hamleler yaparken teknik direktör tercihini de kısıtlı imkanlarla başarılı olmayı başarmış olmasından sebep Klopp’tan yana kullandı. Mainz ve Dortmund dönemlerinde kadrodaki oyuncularından maksimum verim aldı ve elbette bu önemli bir detaydı. Daha ilk basın toplantısında oldukça dikkat çekici şeyler söylemişti bile:
“Dortmund’dan ayrılırken son cümlem ‘İnsanların siz geldiğinizde ne düşündükleri değil, ayrılırken ne düşünüdükleri önemlidir.’ olmuştu. Lütfen bize çalışmamız için zaman verin. Bu, çok özel bir gün olabilir.”[1]
Bu lig çok zor. Rakipler belki daha büyük ama biz Liverpool’a özel bir şekilde başarılı olabiliriz. 20 yıl bekleyeceğiz demek istemiyorum, burada 4 yıl çalışırsak bence bir kupa kazanabiliriz.”
Bu basın toplantısında bir başka gündem olan ifadesi “Ben normal biriyim” olmuştu. Jose Mourinho’ya gönderme yapılarak sorulan soruya verdiği bu cevap aslında kendisinin bakış açısını çok iyi özetlemekte. Jürgen Klopp, çalışmanın ve sabrın gücüne inanan biri. Mainz ve Dortmund kariyerindeki başarısının asıl sebebi de buydu. Uzun süreler geçirdiği iki kulüpte hem mental hem de sportif açıdan işleri yoluna koyması zaman almıştı ama bir istikrar söz konusuydu. Bundan sebep şampiyonluk hasreti çeken ve beklentilerin çok yüksek olduğu bir yere geldiğinde bunları söylemesi çok normal karşılanmalıydı.
Almanya’daki Klopp duygularını çok daha net ifade eden biriydi. Hakemlerle daha fazla tartışır, bu yüzden de bazen cezalandırılırdı ama Anfield’a geldikten sonra bu açıdan da değiştiği göze çarpıyordu. Teknik direktör karizması hiç değişmemişti, sadece saha kenarında duygularını daha iyi kontrol eden birine dönüşmüştü. İşin taktik tarafına dönecek olursak gelişim Dortmund’dakine benzerdi. İlk adımda topsuz oyunu mükemmelleştirecekti. Karşı pres rakipleri zorlamaya başladı ve “Gegenpressing” stili herkesin diline pelesenk oldu. Ne var ki Klopp’un kariyerinde aldığı bir başka eleştiri de bu oyun tarzının (Karşı prese dayalı topsuz oyun) bir sezonda sürekli uygulanmasının çok zor olduğuydu. Liverpool gelişirken bile bu eleştiriler devam ediyordu. Belki de pek haksız değildi bu yaklaşım çünkü takım birçok kulvarda mücadele ediyordu ve sakatlık sayısı da fazlaydı. Zaman içinde yapılan transferler ve oyuncu gelişimleriyle yine toplu oyunu mükemmel oynayan ve sonucunda kazanan bir takıma evrildi Liverpool. Zaman bir kez daha onu haklı çıkardı, Liverpool’da 2019 Şampiyonlar Ligi zaferini yaşıyorken dördüncü yılına yaklaşıyordu. Ligdeki şanssızlığı da kıran ondan başkası değildi. Bu satırları yazarken, Liverpool tarihinin en görkemli sezonlarından birini geride bıraktı. 2021-22 futbol sezonunda oynaması mümkün olan her maçı oynayan Kırmızılar, Lig Kupası ve FA Cup zaferi yaşadı. Premier Lig’i bir puanla son yıllardaki ezeli rakibi Manchester City’e, Şampiyonlar Ligi’ni de Benzema önderliğindeki Real Madrid’e kaptırdı. Belki çok dikkat çekmiyor bu başarı ama Klopp’un hayal ettiği şeyin gerçekleştiğini çok net görüyoruz.
Adım adım yükselen kariyerinde yaptıklarıyla Klopp adını futbol tarihine altın harflerle yazdırdı. Taktiksel açıdan yaptıklarını yukarıda anlatmaya gayret ettim ama bir de geliştirdiği oyunculara parantez açalım. Dortmund’da İlkay Gündoğan, Mario Götze, Marco Reus, Robert Lewandowski, Shinji Kagawa gibi isimlere verdiği katkı onları dünya futbolunun en iyileri arasına soktu. Liverpool’da Trent Alexander-Arnold, Andrew Robertson, Mohamed Salah, Sadio Mane, Jordan Henderson, Virgil Van Dijk başta olmak üzere Klopp’la iki üç gömlek seviye atlayan isimler diyebiliriz. Bu isimleri siz çok iyi biliyorsunuz zaten ama onların gelişimine vurgu yapmak adına belirtmek istedim. Bu oyuncuların büyük bir kısmı Klopp ile yolu kesişene kadar süper yıldız değildi. Muhtemelen hepsinden yana beklentiler de bu olmadı. Ama Klopp takımlarındaki oyuncular sisteme öyle bir uyum sağladı ki, takım ve onu oluşturan oyuncular seviye atladı. Dünya standartlarına ulaşan oyuncularının bazıları takımdan ayrıldığında ciddi problemler yaşadı. Bir dönem “Oyuncularım takımda kalsa belki de dünyanın en iyisi biz oluruz.” demecini verirken Klopp’un kastettiği şey buydu. O kariyerinde yönettiği hiçbir takımda harika koşullarla işe başlamadı, yoğun çalışma süreciyle fark yarattı.
Teknik direktör olarak bu denli etki yapabilmesinin en büyük sebebi Klopp’un insan iletişimindeki gücü. Onunla yolu kesişen neredeyse herkes bu yönüne vurgu yapar. Klopp, çalıştığı insanlarda harika bir etki bırakıyor. Oyuncularını rahat hissettirmesi, onları önemseyip neyi niçin yaptığını detaylıca anlatması yine onun hakkında bahsedilen detaylardan. Bu herkes için pozitif bir şey elbette. Aynı zamanda kulüpteki herkesi tek bir hedefe inandırmadaki ustalığını ve çalıştığı kulüplerle kurduğu duygusal bağı unutmamak gerekir. Bahsettiğim şeyleri örneklemek adına Klopp’un The Players’ Tribune için yazdığı yazıdan bir alıntı yapacağım. :
“Şampiyonlar Ligi’nde Barcelona’ya 3–0 kaybetmek, akıllara gelecek en kötü sonuçtu. Rövanş maçı için hazırlandığımızda yaptığım takım konuşması çok basitti. Çoğunlukla taktik konuştum. Ama aynı zamanda onlara gerçeği de söyledim: ‘Dünyanın en iyi iki santrforu olmadan oynamak zorundayız. Dışardakiler bunun pek mümkün olmadığını söylüyor. Dürüst olalım, bu muhtemelen imkansız. Ama bu siz olduğunuz için mi imkansız? Hayır, esas siz olduğunuz için bir şansımız var. [2]
“Buna gerçekten inandım. Futbolcu olarak sahip oldukları teknik yeteneklerden ötürü değildi. Bu inancım, insan olarak kim oldukları ve hayatta üstesinden geldikleri şeylerle ilgiliydi.”
Yazı boyunca anlatmaya çalıştığım gibi, Klopp hem bir lider olarak hem de taktiksel açıdan yaptığı şeylerle futbol tarihinde özel bir konumda. Futbolun bu kadar içinde olmasına rağmen işin hayat memat meselesi olmadığını vurgulayan demeçleri hayata ve futbola olan bakışını çok güzel özetliyor. Her ne kadar normal biri olduğunu söylese de hissettirdikleriyle ve yaptıklarıyla özel biri.
Son kısımda kişisel görüşlerimi belirtmek istiyorum. Ben Borussia Dortmund’u onun takımıyla sevdim, Liverpool’a imza atmadan önce bir sempatim vardı ama her şey o geldikten sonra daha farklı oldu. Anlattıklarından çok şey öğrendim, sevdiğim takımın özel şeyler yaptığına şahit oldum. Jürgen Klopp, çok iyi bir futbol teknik direktörü ve kaliteli bir insan benim gözümde. Bu yazının yayımlanacağı gün 55. yaşına girmiş olacak. Yaşattığın ve hissettirdiğin her şey için teşekkür ederim. İyi ki varsın Kloppo!
1 comment
Sürükleyici anlatım ve inanılmaz bir kalem!