Eskiden rakiplerin korkulu rüyasıydı, şimdi ise öğrenilmiş çaresizliği. Bundesliga ekipleri son 10 sezonda ne yaparlarsa yapsın bölüm sonu canavarını yenemeyeceklerini öğrendi. Almanya’nın en büyüğü Bayern Münih kırılması zor ve sadece kendisinin geliştirebileceği bir rekora imza attı. 2021-2022 sezonu şampiyonluğuyla birlikte son 10 Bundesliga sezonunda 10. Şampiyonluğunu elde eden Bavyera ekibi, üst üste 15 belki de 20. Şampiyonluğunu kazanacak kadar güçlü. Peki bu başarının sırrı ne? Saha içini az çok bütün futbolseverler biliyor. Peki ya saha dışı?
“FC Bayern, Almanya’nın en iyi takımı. Herkes için üzgünüm.” -Uli Hoeness
Bayern Münih’i bu konuma getiren detaylar saha dışında kulübün nasıl yönetildiği ile ilgili. Kültür ve aklın birleştiği kulüpte hem bu kadar muhafazakâr olup hem de daima ileriyi ve ilerlemeyi düşünen bir yapı karşımıza çıkıyor. Bu yapının kültür kısmını yani Bayern Münih’i anlamak için ilk önce kulübün doğduğu topraklar olan Bavyera eyaletini anlamak gerekiyor. 1999 ve 2012 Şampiyonlar Ligi finallerindeki dramatik kayıpların üzerine yılmadan 2001 ve 2013’te Şampiyonlar Ligi Kupası’nı müzelerine götürmelerinde Bavyera halkının en iyi olma yolundaki kazanma kültürüne borçlular.
Bavyera eyaleti Almanya’nın en zengin eyaleti. Zenginliğin getirdiği kibir onları Almanya’nın diğer eyaletlerinden farklı kılar. Kendi içlerinde fazlasıyla muhafazakarlardır. Kulübün sloganı Bavyeraca ‘Biz biziz’ anlamına gelen ‘Mia San Mia’ Bavyera tutuculuğunun kulüp içerisindeki yansıması olarak nitelendirilebilir. Kısacası onlar Bavyeralıdır, Almanlardan ayrıcalıklılardır. Her zaman kendilerini Almanya’nın kalan kısmından üstün görürler. Her zaman en iyi olduklarını göstermek tek amaçlarıdır. Herhangi bir yarışmada rakiplerini yenmek yetmez. Daha fazlasını isterler. Bu cümleler biraz gaddarca olsa da tanıdık gelmiştir diye tahmin ediyorum. Bayern Münih belki de bu yüzden yenilmez. 3-0,4-0 gibi skorlar durmaları için yetmez, her zaman daha iyisini yapmaları gerekir. 8-0, 8-2, 9-1 gibi skorları sıkça görmemizin sebebi tam da bu. Bavyera kültürü…
Bayern Münih’i dünyadaki diğer kulüplerden faklı kılan özellikleri, akılcı yönetim tarihinde saklı. 1900 yılında kurulan Bayern Münih 70’li yıllara kadar isminden pek söz ettirmedi. İlk şampiyonluğu 1932 yılında gelse de o dönemlerde ismi kendi şehrinde bile ikinci plandaydı. 1963 yılında Almanya’da ulusal lig statüsüne geçilmesine karar kırılınca ilk etapta aynı şehirden iki takım alınamayacağı kuralı konuldu. Şimdilerde Almanya 3. Lig’inde olan Münih şehrinin bir diğer köklü kulübü 1860 Münih, 60’lı yıllarda daha iyi durumda olması sebebiyle Bundesliga’nın kuruluşunda Bayern’in yerine Münih ekibi olarak davet edildi. Bayern 1964-1965 sezonunda yükseldiği Bundesliga’da 1968-1969 sezonunda ilk Bundesliga şampiyonluğunu yaşayarak bugünkü gücünün ilk tuğlasını koymuş oldu.
70’li yıllar Bayern Münih açısından “Altın Çağ” olarak adlandırılır. 74, 75 ve 76 senelerinde üst üste üç kez Şampiyon Kulüpler Kupası kazanan ekipte Gerd Müller, Franz Beckenbauer, Uli Hoeness ve Karl-Heinz Rummenigge gibi Alman futbolunun yıldızları forma giydi. Ligde ve Avrupa sahnesinde elde edilen başarılar takımın Almanya’nın en büyüğü olma yolundaki ilk adımları oldu. Bu dönemde Bayern Avrupa’yı kasıp kavursa da ligdeki rekabet üst seviyedeydi. 70’lerin bir diğer unutulmaz Alman kulübü Borussia Mönchengladbach ligdeki en dişli rakip konumundaydı. 80’lere geldiğimizde Bayern’in gücü herkesi korkutmaya başladı.
1979 yılında futbolu bırakan efsane futbolcu Uli Honess takım menajeri görevine getirildi. Bu görevle birlikte Türkiye’de halen tartışılan sportif direktörlük kavramı Almanya’da ilk kez ortaya çıkmış oldu. Kulübün mali olarak sıkıntılı zamanında göreve gelen Hoeness, futbolculuk kariyerinde yaptığı sponsorluklarla akıllara gelen birisi olarak bu yönde keskin hamleler yaptı. 80’lerde Bayern’in Asya turnelerine çıkarak taraftar sayısını arttırması bu konuda çok iyi bir örnek (Asya şu anda bile Bayern Münih’in en önemli Almanya dışı pazarı). Hoeness bir nevi tüccar kafasıyla mali olarak kulübü ayakta tutmayı başardı.
Altın Çağ’ın en önemli yıldızlarından ikisi olan Karl-Heinz Rummenigge ve Franz Beckenbauer 1991 yılında kulüp başkan yardımcılığına getirildi. Uli Hoeness ile uzun yıllardır devam eden kulübün içinden gelen yönetim anlayışına eklenen ikili Bayern’in başarılarının devamlılığında büyük rol oynadı. 30 yıllık takım menajerliğinin ardından 2009 yılında Hoenes’in Bayern Münih yönetim kurulu başkanı olması bu yapının ne kadar sürdürülebilir olduğunun göstergesi. Bu efsanevi üçlünün 2020 yılında emekli olmaları (her ne kadar emekli olsalar da dışarıdan katkı sağlıyorlar) ile efsane kaleci Oliver Kahn yönetim kurulu başkanı seçilirken bir diğer efsane Hasan Salihamidzic takım menajerliğine getirildi.
Yılların sinir küpü, sahaların psikopat kalecisi Oliver Kahn’ın neden başkan seçildiğini düşünenler olabilir. Kahn uzun yıllardır bu göreve hazırlanıyor aslında. Türkiye’de olduğu gibi hemen gel sportif direktör ol veya yardımcı antrenör ol gibi kayırmalar Almanya’da olmadığı için bizlere tuhaf gelebilir. Futbolu bıraktıktan sonra ekonomi okuyan Oliver Kahn, işletme yüksek lisansını “Almanya profesyonel futbolunda stratejik yönetim” konulu teziyle tamamladı. Kulüpteki planlamaların sadece futbolla sınırlı kalmaması başarının anahtarlarından biri.
Geçmişten bugüne olan kısımdan şimdiye uzanarak Oliver Kahn önderliğinde yönetilen Bayern’in, endüstriyel futbolun sahipli kulüpleri karşısında nasıl ayakta kaldığını kulübün herhangi bir şirket gibi yönetilmesinde saklı. İlk önce Almanya’daki iki kuraldan bahsetmek lazım. Birincisi şirketlerin (Bayern Münih aynı zamanda bir şirket) denetleme kurulu ve yönetim kurulları olmak üzere ikili yapısı var. Türkiye’dekine göre burada denetim kurulları çok aktif ve yönetim kurullarına daha rahat bir çalışma ortamı sağlıyor. İkicisi ise Almanya’da kulüplerin şirket hisseleri en fazla %49 oranında satılabilir. Minimum %51 kulübün dernek kısmında kalmak zorunda.
Eskiden çalışma saatlerimin yüzde 80’ini oyuncularla geçirirdim, şimdi ise yüzde 80’ini onları finanse etmek için para toplamaya harcıyorum. -Uli Hoeness
Bayern’e dönecek olursak %75’i derneğe ait olup kalan %25’lik hisseler üç yatırımcı şirkete (Adidas, Audi ve Allianz) eşit oranda paylaştırılıyor. Helbert Hainer (Eski Adidas CEO’su) başkanlığındaki denetleme kurulunda bu üç şirketin temsilcileri de yer alıyor. Yatırımları sonucunda kulüp üzerinden reklam yapan şirketler kulüpte aktif rol alabiliyor. Genel hatlarıyla denetleme kurulu kulübün finans ve pazarlama stratejilerine kafa yorarken Kahn ve Halihamidzic ikilisinin içerisinde bulunduğu yönetim kuruluna denetleme kurulunun sağladığı bütçeyi yönetmek kalıyor. Peki bu sistem neden önemli?
Türkiye’de hep söylenen ama bir türlü uygulanmayan bir düşünce: “Futbolu futboldan gelenler yönetsin.” Bayern’de bu yapı sayesinde eğitimlerini tamamlamış eski futbolcular bunu çok iyi şekilde uyguluyor. Futbolcular ve teknik ekiple iletişimi, onların dilinden anladıkları için sağlıklı şekilde yürütüyorlar. Aynı zamanda eski futbolcuların yönetimde yer alması takımdaki futbolcularda aidiyet duygusu oluşturuyor. Kulüpteki aile ortamından etkilenen futbolcuların öncelikli isteği burada uzun yıllar kalmak ve başarılar kazanmak…
Yönetimde futbol üzerine düşünen bir ekibin olması ve bu ekibin istikrarı takımın futbol mentalitesinin net bir şekilde belli olmasını sağlıyor. Bayern Münih her zaman topa sahip olan, rakibi boğan, kaybettiği topları karşı presle hemen kapmaya çalışan bir futbol anlayışına sahiptir. Teknik direktörler bu anlayışa uygun davranılacakları düşünülerek seçilir. Takımın başında Pep Guardiola olsa da Carlo Ancelotti olsa da Bayern prensipleri uygulanmak zorundadır. Yeni bir fikir katma düşüncesiyle tercih edilen Pep Guardiola ligde kazanılan üç şampiyonluğa rağmen bu konuda çok eleştirildi. İlk geldiği zaman Bayern’in alışılagelmiş rakibi boğan oyunu yerine Barcelona’da benimsettiği pasa dayalı kontrollü oyunu tercih etmesi Bayern yönetimi tarafından olumlu karşılanmamıştı. Kulübün efsanesi Franz Beckenbauer, “Takım kazanıyor ama, izlemesi çok sıkıcı bir oyunu var. Kendi takımımı izlemeye tahammül edemiyorum” şeklindeki sözleri sebebiyle Alman medyasını uzun süre meşgul etti.
Uzun vadeli futbol planlamaları Bayern için olmazsa olmazdır. Transfer planlamalarını minimum bir sezon öncesinden yapan bir ekipten bahsediyoruz. Robert Lewandowski‘nin Dortmund’dan, Leon Goretzka’nın Schalke’den bedelsiz olarak kadroya katılması bu konudaki en önemli örnekler. Bedelsiz transfer konusunda Avrupa futbolunda bir marka olduklarını önümüzdeki sezon için Ajax’tan transfer edilen sağ bek Mazroui ile tescillemiş oldular.
Kulüpte sahip olunan devasa bütçelere rağmen her zaman daha az harcayarak var olmak isteyen düşünce hâkim. Joshua Kimmich gibi şu anda Dünya’nın en önemli orta sahalarından birini 8.5 Milyon Euro gibi komik bir fiyata almaları, yine genç sol bek Alphonso Davies’i 10 Milyon Euro ödeyerek transfer etmeleri bu konudaki başarılarının bir göstergesi.
Yaptıkları karavana transferler de oldu elbette. Mario Götze, Renato Sanchez ve Douglas Costa gibi potansiyellerini gösteremeyen oyunculara toplamda 109 Milyon Euro harcama yaptılar. Bu büyük harcamayı pazarlama stratejilerinin etkisiyle üç futbolcuyu toplamda 96 Milyon Euro’ya satarak az bir zararla telafi ettiler.
Uli Hoeness’in, “Çılgın fiyatları kesinlikle ödemiyoruz, ancak ortalama çılgın fiyatları hayal edebiliyorum” sözleri Bayern’in endüstriyel futbolda çılgınca harcanan paralar hakkındaki tavrını ortaya koyuyor. Akıllı stratejileri, kendilerine 200 Milyon Euro bonservis harcanan James Rodriguez ve Philippe Coutinho’yu kiralık olarak kadrolarına katmalarıyla ortaya çıkıyor. Sadece 20 Milyon Euro ödeyerek iki sezon James, bir sezon Coutinho olmak üzere toplamda 3 sezon büyük paralar ödenen futbolcuları kullanmış oldular.
Harcanan büyük paralar hakkındaki tavrını bir süre daha değiştirmeyecek olan Bayern, bu konuda ne kadar haklı olduğunu 2020 Şampiyonlar Ligi finalinde tüm dünyaya gösterdi. Finalde karşılaştığı PSG (Paris Saint-Germain) Katar Spor Yatırımları tarafından satın alındıktan sonra deli gibi para harcayan bir kulübe dönüştü. Neymar ve Mbappe gibi iki yıldıza 402 Milyon Euro bonservis bedeli ödeyen PSG, 2020 finalindeki ilk 11’ine bu iki yıldızın bonservis bedelleri çıkarılmış haliyle 234 Milyon Euro (Toplamda 636 Milyon Euro) harcadı. Bayern Münih ise o günkü ilk 11’ine 123 Milyon Euro bonservis ücreti harcayarak rakibinin kendisinin yaklaşık beş katında olan harcamalarına rağmen kupayı müzesine götürdü.
Üst üste 10. Kez Bundesliga şampiyonu olan ve 10 sezonda toplamda 27 kupayı müzesine götüren bölüm sonu canavarı saha dışında kusursuz yönetimiyle türünün belki de son örneği. Kendi ligini domine ettiği için Bundesliga’daki rakiplerini sömürdüğü algısına maruz kalsa da Bayern, Avrupa futbolunun durdurulmaz çılgın harcamaları karşısında dimdik ayakta durmaya devam ediyor. Diğer ülkelerdeki paraya doymayan şımarık kulüplerin Avrupa Süper Ligi gibi sadece para kazanma odaklı projesine dahil olmadığını düşünürsek gösterilen saygının çok daha fazlasını hak ediyorlar.
1) Uli Hoeness
2) Bayern Münih transfer ücretleri
3) PSG transfer ücretleri
4) fanatik.com.tr