Futbol tarihinde bir kulüpte uzun yıllar boyunca oynamış çok sayıda efsane isim sayabiliriz; Totti ve Puyol gibi. Steven Gerrard da kariyerinin büyük bir bölümünü geçirdiği Liverpool’da birçok zafer yaşadı. Takımın inişli çıkışlı dönemlerinde her şeye rağmen hak ettiği yere gelmesi için çok çaba sarf etti. Kazanılan kupalar ve kişisel ödüllerinin yanında Gerrard, zaman zaman kulüple sorunlar yaşasa bile doğduğu yer Liverpool’dan ayrılamayacaktı.
Liverpool, 70’li ve 80’li yıllardaki çıkışıyla İngiliz ve dünya futbolunun en güçlü kulüplerinden biri haline geldi. Bill Shankly döneminde başlayan dominasyon, Bob Paisley ve Kenny Dalglish ile zirveye ulaştı. Sonrasında kulübün yaşadığı Heysel ve Hillsborough faciaları ve kadro yapısındaki sıkıntılar Liverpool’u büyük sahneden uzaklaştırdı. Steven Gerrard, işte tam da böyle bir dönemde Liverpool altyapısına girmişti. 42 yıl önce bugün Liverpool’da doğan Gerrard, futbolu çok sevdiğinin ve futbolcu olmak istediğinin farkına daha çocukken varmıştı. Liverpool akademisine girdikten sonra zamanla dikkat çeken isimlerden biri olacaktı. Dönemin antrenörü Hugh McAuley, Gerrard’ın hayatını anlatan ve Amazon Prime Video’da yayınlanan ”Make Us Dream” belgeselinde kendisinin altyapıdaki hali hakkında şu demeçleri vermiş:
“Çok küçüktü ve hafifti. Oyunun her yerindeydi. Bir ya da iki oyuncuyu sanki orada değillermiş gibi hemencecik geçmişti.”
“Liverpool’da kazanma mantalitesi çok önemli bir şeydi ve o son derece rekabetçiydi. Size bakar ve dinlerdi. Her zaman odaklı gözler… Ona baktığınızda ‘Evet, bu çocuğun bir şansı var’ diye düşünüyordunuz.”
Gérard Houllier, Liverpool’da kontrolü aldıktan sonra Kırmızılar adım adım gelişecekti. İlerleyen yıllarda takımın iskeletinde önemli yer tutacak olan Dietmar Hamann, Sami Hyypiä gibi isimler transfer edildi. Steven Gerrard da A takımla ilk kez 1998 Kasım’ında bir maça çıkarak rotasyona dahil olmaya başlamıştı. İlk zamanlarda orta sahanın sağ tarafında görev alsa da oyun tarzı onun orta alanda olmasını gerektiriyordu. Sonrasında defansif orta saha olarak oynamaya başladı, fizikselliğini ve pas kalitesini kullanarak bu mevkide oldukça iyi iş çıkardı. Liverpool tarihinde önemli yer tutan ve üçlemenin yapıldığı( Lig Kupası, FA Cup, UEFA Kupası) 2000-01 sezonunun baş kahramanlarından biri de Gerrard’tı. Futbolunda her geçen gün belirgin bir gelişme kaydetmesinin ödülünü kişisel olarak da alacaktı. PFA Yılın Genç Oyuncusu ödülünü alırken belirttiği önemli bir şey vardı, bu takımda olabildiğince uzun süre oynamak ve kupalar kazanmak istiyordu.
Liverpool yeniden zirveye dönebileceğinin sinyallerini veriyordu ve herkesin beklentisi artık bu takımın Premier Lig ya da Şampiyonlar Ligi’ni kazanmasıydı. Ne var ki zaman beklentileri boşa çıkardı. Aynı zamanda Liverpool’un rakipleri bir bir güçleniyordu. Chelsea, Abramovich tarafından satın alınmıştı ve büyük hamleler yapacakları çok açıktı. Manchester United ve Arsenal bir süredir çok iyi kadrolara sahipti ve ligi domine ediyorlardı. Liverpool ise belli periyotlardaki çıkışı dışında rekabetçi değildi. Steven Gerrard, sevdiği takımla daha fazlasını kazanmayı çok istiyordu fakat takım rakiplerinin her anlamda gerisindeydi. Kendisinin o dönemki hisleri, beklentinin getirdiği baskıyı çok iyi anlatmakta: ”Doğal hissim her zaman kulübü savunmaktır ama içimde yeterince iyi olmadığımızı bilen bir taraf vardı. Peki, ben nasıl Şampiyonlar Ligi ya da Premier Lig’i kazanacağım? Bu düşünce beni öldürecekti.’‘ O son derece hırslıydı ve kariyeri boyunca bu kazanma açlığını gösterecekti. Doğrusunu söylemek gerekirse o dönemde Gerrard da Houllier ile sıkıntı yaşıyordu ve ciddi ciddi Chelsea’ye gidip gitmemeyi düşünmeye başlamıştı. Sürecin sonunda takımın sıkıntılı durumunun faturası, teknik direktör Houllier’e kesildi.
Steven Gerrard’ın kariyerinin dönüm noktalarından birisi 2004-05 sezonuydu. Rafael Benitez’in gelişiyle birlikte Liverpool tarihinin en özel şampiyonluklarından birine uzanacaktı. Premier Lig’de zirvenin neredeyse 40 puan uzağında kalarak beşinci olsalar bile Avrupa sahnesinde her şey daha farklıydı. Her şampiyonluk hikayesinde olduğu gibi dramatik noktalar vardı ve Gerrard bu kritik anların çoğunda sorumluluk aldı. Grup aşamasında oynanan son maçta Anfield’da Olympiakos’a karşı 1-0 geri düştüklerinde üst tura yükselmek için üç gol atmaları gerekiyordu. Kaptan Stevie, maçın sonlarına doğru attığı harika bir vole golüyle durumu 3-1 yapmıştı. Bu tarz goller Gerrard’ın zaman zaman yaptığı şeylerdi ve uzaktan goller atma konusunda döneminin en iyilerinden biri olarak kabul edilebilir. Beş ay sonra birçok futbolsever tarafından Şampiyonlar Ligi tarihinin en ikonik finali olarak hatırlanan o finalde de geri dönüşün fitilini ateşleyen kişi ondan başkası değildi. İlk yarıda bütün Liverpool oyuncuları gibi o da panik halinde ve baskı altındaydı fakat onun başlattığı geri dönüş olabilecek en mükemmel senaryoydu. Andriy Shevchenko o penaltıyı atmış olsaydı Kırmızılar’ın kaderi onun penaltısına bağlı olacaktı. Ne var ki buna gerek kalmadan Liverpool kupaya uzanmıştı. O sezon Şampiyonlar Ligi’ni kazanması, o zamana kadar yaşadığı baskıyı biraz olsun hafifletti. Hedeflerinden biri gerçeğe dönüştü, o artık bir Şampiyonlar Ligi şampiyonuydu.
O gün dünyanın en mutlu insanı olmasına rağmen, Gerrard’ın Liverpool’daki geleceği kesin değildi. Benitez’in soğuk tavrından rahatsızlık duyuyordu. Hakkının verilmediği düşüncesi ve baskı durumu bu noktaya kadar taşımıştı. Şampiyonlar Ligi finalinin ardından ayrılık dedikodularına karşılık “Böyle bir gecenin ardından nasıl ayrılabilirim?” dese de zaman geçtikçe sözleşme görüşmeleri durma noktasına geldi. Belki de bu süreç, Steven Gerrard’ın ‘the decision’ıydı ama onun kadar şok edici bitmedi. Önce sözleşme uzatmama düşüncesi basına yansıdı. Ona kızgın olan taraftarlar formasını yakmaya başlamıştı ancak bu noktada kafasının hiç olmadığı kadar karışık olmadığını hatırlatmakta yarar var. Chelsea’nin yoğun bir ilgisi vardı. Babasının o süreçte kendisine gerçek tutkusunu, hayallerini ve neden Liverpool’da oynadığını hatırlatmasıyla Gerrard evinde kalmaya karar verdi. Chelsea’ye gitseydi belki çok daha fazla kupa kazanabilirdi ancak Liverpool’da oynamak onun için büyük anlam ifade ediyordu. Doğduğu yeri, sevdiği takımı temsil etmek çok şeye bedeldi. Bunun ışığında Liverpool’da kalan Gerrard, o süreci şöyle dile getirmiş:
“Ne yapacağını bilmeyen genç bir adamdım. Olan biten çok şey vardı. Neyin doğru neyin yanlış olduğundan emin olmadığım bir konuda doğru düşünmek ve büyük bir karar vermeyi denemekle yapmak zordu.”
“Hayatımın en zor günleriydi, gerçekten. Bundan gurur duymuyorum. Kafam çok karışmıştı. Zor olmuştu.”
Gerrard artık ‘prime’ yıllarını yaşıyordu. Benitez döneminde zaman zaman kaleye yakın oynaması ve ceza sahasına koşular atmasıyla hünerlerini hücum aksiyonlarında da gösterdi. Bu hamle onun gol sayısını da ciddi anlamda arttırmıştı. Kaptanlığı almasına sebep olan saha içi liderlik meziyetleri de ortadaydı. Pas kalitesi, oyun aklı, çok yönlülüğüyle de döneminin en kaliteli oyuncularından birisi haline dönüşmüştü. O artık birçok çocuğun idolü, bir neslin Liverpool’u sevme sebebiydi (biri de bu yazıyı yazan benim). Gerrard bireysel olarak kalitesine kalite katarken takım maalesef iyi bir durumda değildi. Kırmızılar, ligde ve Avrupa’da rekabetçi olmaktan bir hayli uzak bir görüntü veriyordu. Gerrard’ın hayalindeki Premier Lig kupasını almak adına iddialı olması için uzun süre beklemesi gerekecekti. Arada geçen zamanda kulüp iflasın eşiğine dahi gelecek; Rodgers gelene kadar istikrar sağlanamayacaktı.
2013-14 sezonunun son haftalarında yaşanan o olay, Gerrard’ın yaptığı onca şeyin yanında hala hatıralarda taze çünkü o gün, Liverpool taraftarlarının uzun süredir kurduğu hayali suya düştü. Sezonun bitimine üç hafta kala Anfield’da Chelsea ile oynanan maça lider sıfatıyla çıkıyordu Liverpool. Rodgers’ın öğrencileri, uzun bir süre sonra şehri umutlandırmıştı. O maçın kazanılması ivmeyi büyük ölçüde ev sahibine çevirebilirdi. İlk yarı 0-0 iken uzatma anlarında Steven Gerrard’ın orta alanda ayağı kaydı ve yakınlardaki Demba Ba topu alıp birebir pozisyonda golü attı. Maçı 2-0 kaybeden Liverpool, büyük bir fırsatı tepmişti. Ne tesadüf ki Liverpool için fazlasıyla fedakarlık yapan Gerrard, o gün yaşadığı şanssızlıkla maçın kaderine etki etti. O yaz verdiği bir röportajda tüm samimiyetiyle olay hakkında şu demeci verdi:
“Benim gözümde, sahada gerçekten kötü bir anda yaşandı. Ama 38 maç boyunca sizin için ve size karşı birçok şey olur ve bu ligi kazanıp kazanamayacağınızı belirler. O an kritik bir zamanda oldu ve bununla yüzleşmek zorundayım. Yüzleşeceğim de.”
“Set yerleşiminde adamımı boş bırakmadım. Penaltı kaçırmadım. Kötü bir pas ya da hata yapmadım. Bu yüzden acımasızdı.” [1]
Stevie, Liverpool ile bir sezon daha oynadıktan sonra LA Galaxy’e transfer oldu. Bir yıl da orada kaldıktan sonra futbolculuk kariyerini sonlandırdı. Teknik direktörlük yapabileceğini ve bunu yapmak adına istekli olduğunu anladıktan sonra Liverpool altyapısında menajerlik kariyeri başladı. Oyunculuk kariyerine güvenip onun üzerinden kariyer gidişatı izlemeyi seçmeyecekti. Büyük meydan okumalara hazır olması gerektiğinin farkındaydı ve Rangers bu hedef için çok doğru bir noktaydı. Senelerdir ezeli rakibi Celtic’in arkasında kalan Rangers’ı yeniden zirveye taşımak şimdi onun görevi oldu. Gerrard, yaklaşık 3.5 sezon süren Rangers döneminde oldukça iyi iş çıkaracaktı. Seneler geçtikçe Celtic’e daha çok yaklaşıyorlar ve Avrupa’da yer almaya devam ediyorlardı. Oyuncular her geçen sezon daha da gelişir hale gelmişti. 2020-21 sezonunda bütün bu gelişim zirve noktasına ulaştı ve Rangers on senelik hasrete son vererek namağlup şampiyon oldu. Geride bıraktığımız sezonun ortalarında Premier Lig’e Aston Villa teknik direktörü olarak döndü. Şimdi onun ve ekibinin hedefi Aston Villa’yı yeniden üst sıralara taşımak olacak. Şimdiden takım üzerindeki olumlu etkilerini gözlemlemek mümkün.
Bazıları onun hak ettiği kadar kupa kazanmadığını düşünüyor olabilir. Ne var ki yazının içerisinde bahsettiğim gibi rakipleri kadar rekabetçi bir takımda yer almadı Gerrard. Buna rağmen takımdan ayrılmadı, her zaman mücadele etti. İstediği Premier Lig kupasına çok yaklaştığında bile bunu gerçekleştiremedi. Milli takım kariyerine de kötü denilemez elbette fakat İngiltere kadro kalitesine rağmen o dönemlerde çok iyi yönetilmiyordu. Katıldıkları majör turnuvalarda gruptan çıkmalarına rağmen üst turlarda ilerleyemediler. Bununla birlikte her şeyin kazanmak olmadığını da hatırlamalıyız. Liverpool’a duyduğu sevgi, onu temsil etme sebebi, Kırmızıların efsane kaptanlarından biri olması birçok şeyden daha kıymetli. Ülkesinin milli takımının bir dönem kaptanlığını yapması da değerli bir nokta elbette.
Aktif olarak teknik direktörlüğe devam ederken herkesin gerçekleşeceğini tahmin ettiği ya da istediği bir senaryo var. O da Gerrard’ın Liverpool’a teknik direktör olarak dönmesi. Muhtemelen o da bunu hayal ediyor. Kim bilir, belki oyunculuğunda elinden kaçırdığı o kupayı bu kez saha kenarında kazanır.
Bu yazıyı, Gerrard’ın Liverpool’a duyduğu sevgiyi dile getirdiği şu cümlelerle bitirmek isterim. İyi ki doğdun Stevie!
“Öldüğümde beni hastaneye götürmeyin. Anfield’a götürün. Orada doğdum ve orada öleceğim.” [2]