Sonuna Nokta Konulmayacak Kadar Güzel Bir Futbol Hikayesi: Gheorghe Hagi

Yazar: Gökmen Olgun
Bazı hikayelerin bitmesini hiç istemeyiz. İşte Gheorghe Hagi de onlardan biriydi. Sonuna nokta konulmayacak kadar güzel bir futbol hikayesiydi.

Hem Galatasaray’da hem de Türk futbolunda birçok yıldız ismi izleme şansını yakaladık. Didier Drogba, Roberto Carlos, Anelka, Wesley Sneijder, Miralem Pjanic, Alex de Souza, Ricardo Quaresma ve listeyi uzatabileceğimiz birçok isim… Ancak sadece bir isim, özellikle o dönemi yaşamış Galatasaray taraftarları için ‘bir futbol yıldızı’ndan çok daha fazla şey ifade ediyor: Gheorghe Hagi.

Belki fazla kişisel belki değil ama Gheorghe Hagi’yi düşünmek; gollerini, yaşadıklarını, yaşattıklarını hatırlamak bile alır götürür bizi o anla ilgisi olmayan bir yerlere ve içten içe yüzümüzü bir tebessüm kaplar. Hatıraları, sevinçleri, üzüntüleri, tepkileri farklı olsa da o günleri yaşamış Galatasaray taraftarlarının öznesi aynıdır aslında. 

57 yaşına giren Hagi’yi anlatmak ya da kaleme almak açıkçası hiç de kolay değil. Nereden başlanır, nerede bitirilir ya da bitirmek mümkün müdür?

Romanya futbolunun en iyi, belki de dünya futbolunun en iyi birkaç isminden biri olan Hagi, 80’li yılların sonu gelmeden ülkesinde sayısız başarıya imza atmış ve artık Avrupa’nın dikkatini çekmişti. 1990’da beklenen gerçekleşti ve “Karpatların Maradonası” Real Madrid’e transfer oldu. Romanya’da zaferlere, kupalara, başarılara alışkın Hagi için Real Madrid’deki iki yılı pek de istediği geçmedi.

25 yaşında başladığı Real Madrid kariyerini 27 yaşında bitirerek sürpriz bir kararla Brescia’nın yolunu tutuyordu Hagi. Bu önemli bir meydan okumaydı ama kimse bu meydan okumanın ilk senesinde Hagi ve takımının küme düşeceğini tahmin etmiyordu. Rumen futbolunun gözdesi bir anda 29 yaşında kendini Serie B’de buldu ama Hagi’yi Hagi yapan özelliklerden biri de pes etmemekti.

O da pes etmedi ve Fiorentina’da Batistuta, Ascoli’de Oliver Bierhoff, Modena’da Enrico Chiesa, Ravenna’da Christian Vieri’nin mücadele ettiği Serie B, Brescia ile birlikte 1993/94 sezonunda Serie A’ya yükselme başarısı gösterdi.Hagi futbolseverlerin gözünde meydan okumayı kazanmıştı ama o asıl ‘ben buradayım’ mesajını 1994 Dünya Kupası ile verdi. Romanya formasıyla üç gol atan Hagi, takımının çeyrek final başarısında başrol oynayan isimdi.

Ve 1994 Dünya Kupası’ndan bahsetmişken, Hagi’nin o unutulmaz golünü de atlamamalıyız. Kolombiya karşısında sol taç çizgisine yakın noktada, kendine özgü vuruşuyla topu ağlara göndermesi… Muhtelemen o gün Hagi, Dünya Kupası tarihinin en güzel gollerinden birine imza attı. Tabii bu Hagi için benzer sayısız güzel gollerinden sadece biri olacaktı.

Dünya Kupası’nın ardından Hagi bir kez daha İspanya macerasına atıldı, adres bu kez Barcelona’ydı. Hagi bu kez idolüm dediği Johan Cruyff’un Barcelona’sının yolunu tuttu. O dönemlerde bunu çok dile getirmedi ama belki biraz da Real Madrid’den rövanşı almak istiyordu. Aslında işler Hagi’nin istediği ve kendisinden beklendiği gibi gitmedi. Barcelona ile İspanya Süper Kupa’yı kazandı ancak Hagi için İspanya macerası yine iki yıl sonunda bitiyordu.

Belki de birçoğu o gün 20’li yaşlarının başında büyük beklentiler içine girilen, Real Madrid ve Barcelona maceralarında pek de istenileni veremeyen Hagi’yi ‘gelecek vadedip kaybolan yıldızlar’ listesine yazmaya hazırdı. Ama dedim ya Hagi’yi Hagi yapan özelliklerden biriydi pes etmemek. O yine pes etmedi. Ondan vazgeçenler oldu ama o vazgeçmedi ve 31 yaşında kariyerinin belki de baharını yaşayacağı Türkiye’ye, Galatasaray’a transfer oldu.

31 Temmuz 1996’da atılan o imzanın, birçok Galatasaray taraftarının hayatına bırakacağı etkiyi o gün kimse düşünmemişti. 96 yazında başlayan Galatasaray macerası Hagi’nin kariyerinde çok ayrı bir yer edindi. ‘Yaşlı’ eleştirileri hemen başlarken, Hagi sahada konuşmayı tercih etti ve taraflı tarafsız kısa sürede herkesin takdirini kazandı. Tabii kimilerinin takdirini kazanırken, kimilerinin hayatında da dönüm noktası oldu. Onu izleme fırsatı yakalayan şanslı bazı taraftarlar için artık Hagi’den sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.

Sarı-kırmızılı forma altında geçirdiği beş yıla sayısız kupa, zafer, heyecan, sevinç, öfke, mutluluk sığdırdı Hagi… Nice gollere, asistlere imza attı. Monaco’ya, Athletic Bilbao’ya attığı goller, Milano’da yaptığı asist… Konu Hagi olunca unutulmaz gollerin, pasların da sayısı bir hayli fazla oluyor.

Elbette herkes Hagi’yi farklı anlatacak, herkes farklı hatırlayacak ama ben Hagi’yi 17 Mayıs 2000 gecesi, UEFA Kupası seremonisinde madalyasını bile almadan arkadaşlarının yanında zıplamaya başlamasıyla hatırlayacağım. Çünkü Hagi buydu… 35 yaşında belki de kariyerinin son dönemlerinde yaşayabileceği en önemli zaferi yaşarken, ne kupayla ne de madalyayla ilgileniyordu. Çünkü o futbolu sevmişti, futbolun ona ve etrafındakilere yaşattığıyla mutlu oluyordu. Çünkü o Hagi’ydi… Kelimelerle anlatılması zor, sonuna nokta konulmayacak güzel bir futbol hikayesiydi o.

Bu yazılar da hoşunuza gidebilir

Yorum Yap