Milan’ın ve İtalyan futbolunun efsane teknik direktörü Arrigo Sacchi’ye göre teknik direktörler üçe ayrılır: Taktiksel olarak fark yaratanlar, fark yaratanların taktiklerini iyi uygulayanlar ve eski usül yöntemleri kullananlar. Futbol, ilk seçenekte belirtilen tipteki teknik direktörleri çok az görmüştür: Valeriy Lobanovski, Herbert Chapman, Arrigo Sacchi, Marcelo Bielsa, Johan Cruyff… Bu insanların bir ortak özelliği var: hepsi teknik direktörlüğünün zirvesindeyken futbola yön verdi. Onlar ezberleri bozarlar ve kendilerinden sonra gelenlerde etki yaratırlar. Pep Guardiola da bu zamana kadar yaptıklarıyla bu sınıfın değerli bir üyesi.
Rinus Michels ve Johan Cruyff ile Ajax’ta başlayan, daha sonrasında da Barcelona’ya taşınan Total Futbol anlayışı Guardiola’yı fazlasıyla etkiledi. Onun sisteminde oyun en geriden kısa paslarla kurulur. Takım bir bütün halinde hareket eder ve herkes olası hücum fırsatları için hazır durumdadır. Hücumda geniş oynamak esastır. Top kaptırıldığında ise minimum beş saniye içinde geri kazanılmak zorunda. Guardiola dendiğinde aklımıza toplu oyunda yaptıkları gelse de aslında onun futbolunda toplu oyun kadar topsuz oyun da hayati önem taşıyor. Bu takımın nasıl pozisyon aldığı, fiziksel olarak ne kadar güçlü olduğu, oyunu ne kadar hızlı okudukları gibi konuları kapsıyor. Bütün bunların ışığında Guardiola, Barcelona B takımındaki döneminden Manchester City ile Premier Lig’i domine ettiği günümüze kadar sistemini hep bu oyun üzerine inşaa etmeye gayret etti.
Barcelona’da bazı hamlelerle istediği kadroya sahip oldu. Takımdaki herkes onun stiline uygundu. Xavi-Iniesta-Busquets orta sahasının futbol tarihinde görülmemiş oyun kurma meziyetleri, savunma kurgusunun doğru yapılması ve Messi gibi özel bir yeteneğin kullanılış biçimi o takımı durdurulmaz yapmıştı. Bu anlayış, futbolda bir devrin açılışıydı ve o takımı gördükten sonra herkes Pep’in Barça’sı gibi oynamak istedi. Bayern Münih’te işi o kadar kolay olmadı çünkü kadronun nitelikleri Barça’dakinden çok daha farklıydı. Buna rağmen kendi oyun tarzını kadroya göre uyarlayarak Bundesliga’yı domine ettiler. İngiltere’de ise onu başka bir sınav bekliyordu. City’de dilediği kadroyu kurabilecek imkana sahipti. Zaman geçtikçe daha da ileri giden ve Pep tarzı futbolu gösteren City, birçoğuna göre dünyanın en üst düzey futbol oynayan takımı. Oyunun değişmesiyle Pep de sistemini modifiye etti elbette ama amacı hep aynıydı: Topu kaybettikten hemen sonra kazanın ve oyunu kısa paslarla kurun.
Pep takımları en yüksek seviyede oynadığında durdurulması çok zor bir hal alıyor. Bunu kanıtlamak için çok geriye gitmeme gerek yok. Birkaç hafta önce Manchester City’nin kendi evinde Leicester City’i 6-3 yendiği maç buna güçlü bir örnek olacaktır. O maçın ilk yarısında, hatta daha da özelleştirerek ilk 10 dakika da diyebiliriz, Manchester City korkunç bir baskıyla oynadı. Oyunu adeta Leicester kalesine yığdılar, neredeyse bütün ikinci topları kazandılar. Oyuncular topu kazandıktan sonra hemen hücum yerleşimine geçti ve o kısa sürede defalarca fırsatı kaçırdılar. Guardiola’nın kariyerinde buna benzer çok fazla maç sayabiliriz. Aynı zamanda oyunculara taktiksel açıdan yaptığı etkiler de kesinlikle benzersiz. Barcelona döneminde Messi’yi sahte 9 rolünde kullanması ondan aldığı verimi fazlasıyla arttırdı. Bayern’de efsane bir sağ bek olarak görülen Lahm’dan bir orta saha oyuncusu olarak faydalandı. Son yıllarda City’de yaptıklarıysa çok daha çılgınca. Hücuma dönük orta saha oyuncusu olan Zinchenko’yu sol bek olarak oynattı, hücum yerleşiminde onu ileriye çıkardı. Bernardo Silva’yı orta sahada kullandı. İlkay Gündoğan’ı son şampiyonluklarında sahte 9’a yakın bir rolde konumlandırarak City’i tekrar yarışa dahil etti. Bütün bunların yanında, Manchester City şuan Gabriel Jesus dışında net bir santrforu olmadan oynuyor. Oyunu o kadar güçlü ve etkili ki bu çok fark edilmiyor bile.
Guardiola’nın taktiklerini bu kadar güçlü oturtmasının altında menajerlik yetenekleri yatıyor. Onun takımlarında çalışmak çok zorlu. Sizi her gün daha iyi olmaya zorlar. Her antrenmanda konsantrasyonunuzu en üst düzeyde tutmaya çalışır. Manchester City’deki öğrencisi İlkay Gündoğan, Pep’in tarzını şu cümlelerle anlatmış: “Pep’in sizi otomatik olarak antrenman sahasında en iyinizi göstermesini sağlayan büyük bir karizması var. Yüzde yüzünüzde değilseniz çabucak sizi uyandırıyor.’’ [1]
İdolü Cruyff gibi, onun için de öğrenmenin en mantıklı yolu sürekli tekrar etmek. Sistemini oturtmak amacıyla “Rondo” antrenmanını devamlı uygulatır. (Rondo: Oyuncuların çember halinde toplanıp ortadaki oyunculara topu kaptırmadan paslaşmaya çalıştığı antrenman) Herhangi bir konuda başarılı olmuş çoğu insan gibi o da sürekli ama sürekli gelişmeyi ister. Kazanmaya her zaman açtır, kazanma açlığı ve karşılaştığı zorlukları aşmak için verdiği mücadele onu futbola bağlayan yegane unsurlardır. Manchester City’de Pep’in yardımcılığını yapmış olan Mikel Arteta, onun antrenörlük tarzını şöyle anlatıyor: “Guardiola’yla çalışmak her gün yeni bir meydan okuma demektir. Makine gibi birinden söz ediyoruz, dolayısıyla etrafındakiler de her zaman için yenilikler ve gelişimler aramak zorundadır. Bir önceki günden ve maçtan nasıl daha iyi oluruz? Onun günlük meydan okuması bu fikre dayanıyor.” [2]
Onu tanıyanların rahatlıkla anlayabileceği başka bir detay daha var: Futbola fazlasıyla kafa yorması. Modern futbolun geldiği noktada rakip analizi çok daha kıymetli. Pep de karşılaşacağı rakibinin her detayına hakim olmaya çalışarak sahada karşılaşabileceği her türlü engeli yok etmeye çalışıyor. Bunu oyunculara anlatmanın ve uygulanmasının bir süreç gerektirdiğini 2019’da yaptığı bir röportajda şu şekilde özetliyor: “Oyuncular, küçük şeylerin oyunlarını ne kadar etkileyebileceğini söylediğimde şaka yaptığımı düşünüyorlar. Onlara verdiğim mesajların çoğu kendilerini takım arkadaşlarından ve rakiplerinden ayırmakla ilgili. Onlardan beş oyuncuyu geçmelerini istemiyorum. Sürekli bir şekilde, ‘Vücut açını doğru ayarla, topu arkadaki ayağına al ve takım arkadaşının güçlü ayağına doğru pas ver’ dedikçe de mesajlarım onları sıkıyor. Ama oyunumuzu daha pürüzsüz ve akıcı hâle getiren her zaman için en basit şeylerdir.” [3]
Dünya futbolundaki etkisinin yanında Guardiola, kişilik olarak benzersiz biri. Onunla çalışmış oyuncular, onun babacan tarafına övgüler yağdırıyorlar. Saha kenarındaki hali ve tavırlarıyla, demeçlerinde yeri geldiğinde çeşitli konularda verdiği mesajlarla, futbol bilgisini her geçen gün daha da kanıtlamasıyla elit bir teknik direktör olmaya devam edeceği kesin. Evet, her başarılı insan gibi o da eleştirilere maruz kalıyor. Örneğin Şampiyonlar Ligi’ndeki performansı sürekli insanların dilinde ama Guardiola’nın yaptığı şeyler sadece Şampiyonlar Ligi kupalarıyla ölçülecek şeyler değil. Taktiksel olarak futbola verdiği katkı, tarih boyunca eşi benzeri görülmemiş cinsten. Siz bu satırları okurken, Pep Guardiola 51 yaşına basmış olacak. Doğum günü pastasını yediğini düşünüyorsanız yanılıyorsunuz çünkü o muhtemelen bir sonraki rakibi Southampton’ı izlemekle meşgul. Onu bu kadar farklı kılan şey de tam olarak bu.