Dünya futbol tarihinde bazı eşsiz insanlar vardır. Bilgileri ve kültürleriyle fark yaratırlar. Ajax ve Barcelona için Johan Cruyff, Dinamo Moskova için Valeriy Lobanovski, Milan için Arrigo Sacchi böyle biriydi. Özkan Sümer ise bu örneklerin adeta ülkemizdeki karşılığı, Trabzonspor’a ve Türk futboluna adadığı ömründe kupalardan çok daha büyük etkisi olan işler yaptı.
Futbol ile çocukluk yıllarında ilgilenmeye başlayan Özkan Sümer, İdmanocağı’nda futbol kariyerine başladı. Kaleci ve forvet olarak denense de profesyonel futbol kariyerinde savunma oyuncusu olarak görev yaptı. Trabzonspor kurulduğunda o takıma geçen isimlerden birisi olmuştu. Böylelikle hayatının her zaman parçası olacak kulübüne ilk adımını attı. Trabzonspor kariyerinde kaptanlığa kadar yükselen Sümer, futbol kariyerini Sebat Gençlik’te noktaladı. Sebat Gençlik kulübünde futbolculuğun yanı sıra yardımcı antrenör olarak çalıştı ve kendisini efsane yapan antrenörlük kariyeri başladı. Trabzonspor’da önce altyapı teknik direktörü olarak çalıştıktan sonra farklı dönemlerde beş kez birinci adam olarak görev aldı. Trabzonspor’a iki lig şampiyonluğu kazandıran Sümer’in etkisi ise sadece kupalarla sınırlı değil.
Teknik direktör olarak görev aldığı zamanlarda altyapıyla da ilgilenirdi. Antrenörlük kariyeri bittikten sonra başkanlık, gelişim koordinatörlüğü gibi görevler üstlendi. Trabzon’da amatör liglerin ve kadın futbol takımının kurulmasına öncülük ettiği de biliniyor. Genele bakıldığında Trabzon’un futbol kültürünün oluşmasında çok önemli bir role sahip olduğu anlaşılabilir. Hem başkan hem oyuncu hem de teknik direktör olarak Trabzonspor’da çalışan ilk ve tek isim olarak tarihe geçmiştir. Trabzonspor’da yakın tarihte başarılı olmuş çoğu kişiye bir şekilde etki ettiği bir gerçek. Kendisinin hayata ve futbola bakışı profesyonel kariyerini şekillendiren unsurlardan biri. Kişisel gelişimi için çok çabalayan biri olduğu onu tanıyanlarca hep söylenir. Bilgili ve kültürlü bir insan olmasından sebep, futbolun hatta hayatın dinamiklerini iyi bilen biriydi. Oyuncularının gelişmesi için onlara kitap önermişliği dahi olmuş. Disiplin, o dönemlerdeki çoğu antrenör gibi onun için de çok önemli bir unsur sayılmaktaydı. Duygularını saklamayan bir karaktere sahip. 1990’da Cruyff’un Barcelona’sına karşı oynadıkları o efsane maçta heyecanıyla duygularını saklayamadığını belirtmişti. Birlikte çalıştığı oyunculara da bazen sert eleştiriler yapmışlığı oldu ama bütün bu isteğinin arkasında hep daha iyi olma arayışı vardı. Birçok elit teknik direktör ve futbolcu gibi o da oyunun insanları birleştirici etkisinin farkındaydı ve hep oyunu nasıl daha iyi yapabileceğini düşünüyordu. Özkan Sümer, bu düşünce yapısının genç yetenek keşfi ve geliştirme becerisiyle birleşimiyle Türk futbolunda bir simge haline gelmişti. Sümer, 2020’de verdiği bir röportajda Türk futbolunun gelişiminin nasıl olması gerektiğini aktarmış:
“Benim tanımlamam şudur; Türk futbolunu yükseltebilecek tek değer, ben ona Arşimet noktası diyorum, üretimdir. Üretim yaptığın takdirde sportif başarı yükselecek, kulüpler ekonomik zorluktan kurtulmuş olacak ve bir devamlılık kazanacak. Ülke yeniliğiyle beraber gerçek anlamda özgün bir rekabet içerisinde olacak. Şimdi işte taşımalar, çıkarmalar, vermeler, almalar her yönüyle bir tutarsızlık, bir değersizlik, bir kalıcılık ortaya çıkarmadığı için ne yazık ki işler böylesine ters gidiyor.” [1]
Bu paragraf hem kendisinin görüşlerine dair hem de Türk futbolunun sorunlarına dair çok şey anlatır nitelikte. Eğlence için oynanan oyunun içinde kaosun olmaması gerektiğini düşünürdü. O, ülkemizdeki cevherlerin hep farkındaydı ve bu yüzden onlara gerekli fırsatı vermeyi bir borç biliyordu. Zorlu yollardan geçeceklerini biliyordu ve gelişimin bu yüzden kolay olmayacağını gençlere anlatırdı. Tam olarak bu bakış; Yusuf Yazıcı, Ünal Karaman, Fatih Tekke, Şenol Güneş gibi isimleri Türk futboluna kazandırdı. Onunla yolu kesişmiş birçok kişi, kendilerine ne kadar çok şey kattığını ve onun ne kadar özel biri olduğundan bahseder.
Kendisinin hayata gözlerini yummasının üzerinden tam olarak bir yıl geçti. Onun felsefesinin ne kadar anlaşıldığı tartışılabilir fakat Türk futboluna bıraktığı miras tartışılmaz. Geçen yıl, Yusuf Yazıcı bu durumun ardından bir yazı kaleme alıp Özkan Sümer’i anmıştı. Onunla bu yazıyı bitirmeyi daha uygun buluyorum.
“Hayat tam bir senaryo değil; hiçbir zaman, hiç kimse için de olmadı. Hep bir şeylerin eksikliğini çekti insan, hep öğrenmek, daha fazlasını elde etmek istedi. Benim hiç dedem olmadı. Hayat, ben onları göremeden bu dünyadan almış ikisini de. O yüzden benim dedem Özkan Sümer’di.”
“İlk hocam, akıl hocam, zora düştüğümde yardıma koşan, iyi günümde ilk sevinen, kötü günümde hep yanımda olan. Aklıma ve gönlüme Futbol sevgisi düştüğü zamanlarda bizim coğrafyamızın efsanesiydi o. Farklı yürürdü, farklı düşünürdü, farklı konuşurdu. Bugün bir şekilde kaderimi yeşil sahalarda çizebiliyorsam onun sayesindedir. ‘Hayallerim çok büyük hocam.’ dediğimde, ‘Hayallerini sınırlama oğlum. Senin yeteneğin çok büyük. Gideceksin ve bütün dünyaya buralarda ne kadar yetenekli çocuklar olduğunu göstereceksin.’ diyecek kadar yön gösterici; hiçbir sebep yokken yanına gitmek, onunla aynı ortamda olmak isteyeceğiniz kadar bilge bir insandı. Her anlamda çok fazlaydı.”
“Dün gece valizimi hazırlarken son maçta giydiğim formayı kenara ayırdım, imzaladım. Yılbaşında ziyarete gittiğimde yanımda götürür, altyapıdaki o çelimsiz çocuğun hayalleri peşinde koşmaya devam ettiğini görürse yüzüne ince bir gülümseme yerleşir diye düşündüm. Sabah kalktım, hayatın bu sefer Özkan dedemi benden aldığını öğrendim. Hocam, bugün bir yerlerde futbol oynayabiliyor, futbola ilişkin birkaç cümle edebiliyorsak senin sayendedir. Formayı imzaladım ama sana yetişemedim. Affet. Mekanın cennet olsun Dedem…” [2]
Özkan Sümer’in hatırasına saygıyla…