- Yoğun ve belirsizliklerle geçen bir senenin ardından tatilimi Karadeniz’in diğer yakasında Odessa’da geçirdim. Limanıyla dünya çapında ünlü olan bu güzel şehirde, keyifli bir futbol maçı izleme deneyimini de tatil anılarıma eklememek olmazdı.
Odessa’da yapılacak aktiviteler listesi hazırlanacak olsa bu listeye futbol maçına gitmenin girebileceğini pek sanmıyorum. Gece hayatı ile ön plana çıkan şehirde futbol, turistlerin pek ilgisini çekecek bir aktivite gibi gözükmüyor. Ülkemizdeki toksik futbol ortamından bunalmış ve futbola olan ilgisini kaybetmek üzere olan benim için de durum aslında pek farklı değildi. Fakat ‘mutluluğun iki düşmanından biri’ olan sıkıntının insana neler yaptıracağını küçümsememek gerekiyor. Biraz da basketbol tribünlerine duyduğum özlemin etkisiyle soluğu Chernomorets Odessa – FC Oleksandriya mücadelesinde aldım.
Odessa’da ilk profesyonel futbol kulübü olan ve 1958’den beri şu anki adı olan Chernomorets adıyla mücadele eden kulübün kökleri 1936’ya uzanıyor. Odessa Dinamo adıyla kurulduktan sonra SSCB şampiyonasında mücadele eden takım Pishchevik, Spartak, Metallurg isimleriyle hayatına devam etmiş. Bugünkü adı olan Chernomorets’in anlamını araştırdığımda ise şaşırtmayacak yanıtla karşılaştım: Kara Deniz(Chyornoye More). Dinamo Kiev, Shaktar Donetsk gibi dominant takımların olduğu Ukrayna’da çok büyük tarihi başarıları bulunmayan kulübün en önemli başarıları; 1990’ların ortasında gelen iki Ukrayna kupası zaferi(1992, 1993-1994) ve ligde alınan ikincilikler(1994-1995, 1995-1996) olarak karşımıza çıkıyor. Kulübün logosunda ise merkezde bir top bulunuyor ve bu topun üzerinde onuru simgeleyen bir martı yer alıyor.
Chernomorets, maçlarını şehir merkezine 10-15 dakika yürüme mesafesinde yer alan Chernomorets Stadyumu’nda oynuyor. Stadyum, ünlü Ukraynalı şair Taras Schevchenko’nun adını taşıyan büyük bir parkın içerisinde yer alıyor. Taras Schevchenko Ukrayna’nın bağımsızlığı için büyük önem arz eden bir fikir insanı ve ülkenin pek çok yerinde adına atfedilmiş parklara ek olarak Kiev’de bir üniversite de onun adını taşıyor. Maç, Ukrayna Bağımsızlık Günü olan 24 Ağustos’tan üç gün sonrasında oynandığı için parkın girişindeki heykel, çiçeklerle ve bayraklarla dolu olarak karşıma çıktı. Park denize paralel uzanıyor ve belirli noktalarından limanı izlemek mümkün. Yeşilin ve mavinin harika kombinasyonlarını içeren bu parkın, içine girdiğiniz andan itibaren huzurla ilişkinizi yakınlaştıracağını söyleyebilirim.
Maçtan bir gün önce ilk ziyaretimi gerçekleştirdiğim bu güzel parka girdikten beş dakika sonra stadyuma eriştim. Stadın girişinde Tour de France adında ufak bir kahveci yer alıyor. Parkta bisiklet sürenlerin sayısının fazla olduğunu düşününce seçilen isim oldukça başarılı. Maç için bilet almak üzere gişeyi ararken stadın etrafında biraz gezinme şansı edindim. 34.000 kişilik oldukça modern şekilde inşa edilen stat, 2011 yılından beri kulübe hizmet ediyor. Stadın alt kısmında maç günü uğrayacağım bir Fan Shop, restoranlar ve spor salonu yer alıyor. Bilet gişesi olarak stadın yakınına yerleştirilen ufak bir konteynır bulunmakta ve burada sizi İngilizce bilmeyen, oldukça sevimli, orta yaşlı bir hanımefendi karşılıyor. El işaretleri ile anlaştıktan sonra maç biletini 150 grivna(an itibariyle yaklaşık 45 TL) karşılığında alıp, gişenin yakınlarında yer alan ufak büfelerden bir kahve alıp şehir merkezine dönüş yapıyorum.
Ertesi gün maç öncesinde taraftarların aktivitelerini izleme ümidiyle stadyuma biraz erken gidiyorum. Kulübün sponsorunun maç öncesinde taraftarların sosyalleşmesi amacıyla kurmuş olduğu bir etkinlik alanı var. Burada taraftarların yeteneklerini sergileyebileceği bir minyatür kale ve adını sonradan öğreneceğim bir spor olan teqball oynama alanı var. Yeşil ve boş olan bölgenin keyfini ise çocuklar ve aileleri çıkartıyor. Bilet gişesinin olduğu bölgeye geldiğimde ise uzun bir bilet kuyruğu ile karşılaşıyorum. Büfelerden bir bardak bira alıp(yaklaşık 15 TL) ne dediklerine dair hiçbir fikrimin olmadığı ama kahkahalar atan bir taraftar grubunun arkasındaki masaya oturup insanları izliyorum. Mavi siyah formalı yüzlerce kişinin yüzünden heyecan okunuyor ve mutlu gözüküyorlar. Takımlarının lige yaptığı kötü başlangıcı düşününce ülkemizdeki taraftarlık pratikleriyle uyuşmayan bu durum karşısında şaşırmakla birlikte gülümsemekten kendimi alamıyorum. Maç başlamadan taraftar ürünlerinin bulunduğu Fan Shop’a uğruyorum. Formaları Kelme tarafından üretilen kulüpten bana hatıra kalması adına magnet, atkı ve şişe açacağı gibi ürünler alarak stada giriş yapmak üzere kapıların bulunduğu bölgeye hareket ediyorum.
Stada girmek için kapıya gelirken elimde biletimi hazırlayarak güvenlik görevlilerin kontrolünden geçmeyi bekliyorum. Sıram geldiğinde tuhaf bir durumla karşılaştım: Güvenlik görevlisi biletimin ilgili kısmını kopardıktan sonra üst araması yapmasını beklerken bana Ukraynaca bir şeyler söylüyor. İngilizce üst araması yapıp yapmayacağını sorduğumda ise bir süre Ukraynaca bir şeyler söyleyip kendini anlatmaya çalıştıktan sonra “Go, Go!” diyor ve şaşkın şekilde ilerliyorum. Merdivenleri çıkarken yanımdaki taraftar sadece çanta kontrolü yapıldığını ve stada abur cubur sokulmasını engelleme amacıyla kontrol yapıldığını belirtiyor. Passolig adı verilen taraftarı potansiyel suçlu yerine koyan, hiçbir şekilde sporda şiddeti önlemeyen ucube sistemi ve geçmiş deneyimlerimi düşününce komik duruma düşmem şaşırtıcı değil aslında. 35.000 kişilik stadın büyük bir bölümü boş kalmış durumda ve sayıları çok az da olsa yeşil sarı kıyafetleri ile FC Oleksandriya taraftarları da bulunuyor. Şehirlerinin konumunu düşündükçe uzun sayılabilecek bir yolculuğu göze alan bu tribün emekçilerinin önünde saygıyla eğiliyorum.
Ukrayna’da karşılaştığım genel bir sorun burada da hakim: Kapalı alanda dahi maske takana tuhaf gözle bakılıyor. “Sanırım Ukrayna’da farklı bir gerçeklik yaşanıyor.” diye düşünüp mümkün olabildiğince tenha bir yerden müsabakayı izlemek için yerimi alıyorum. Çok ateşli bir tribün söz konusu değil. Seremoniler bittikten sonra bir iki cılız “Cher-no-mo-rets!” sesi yükseliyor ve maç başlıyor. İlk yarıyı izlerken zamanın göreliliğini iliklerime kadar hissediyorum. Meşhur “0-0 biten Lecce-Cagliari maçını banttan izlemek” başlığındaki insanlarla benzer hislere sahibim. Devre arasında stadın içerisindeki büfeden bir bira alıp yerime dönüyorum. Tabii ki yine şaşırıyorum çünkü ileri demokrasimizde stadyumlarda alkol satışı da uzun bir süredir yasak! İkinci yarı başlamadan sakinlikten faydalanıp alt sıralara inerek birkaç fotoğraf çektikten sonra ikinci yarının başlamasını beklemek için yerime geçiyorum.
İkinci yarı neyse ki ilk yarıdaki sıkıcılıktan uzak bir oyun var sahada. Oleksandriya birkaç tehlikeli atak yapsa da bitirici olamıyor ve kontralara fırsat veriyor. Sinyallerini veren ilk gol 68. dakikada ev sahibinden geldiğinde taraftarlar coşku ile bağırmaya başladı fakat bu golden sonra 15 dakika zarfında her iki taraf için de değişik duygular hakim olacaktı. Oleksandriya bu gole dört dakika içinde cevap verdiğinde maçın da favorisi oldukları için taraftarlarını geri dönüşe inandırmışa benziyordu. Bu esnada ev sahibi taraftarlarda beraberliğe razı gibi bir hava vardı. Ev sahibi takım 76. dakikada bir kez daha öne geçtiğinde roller değişmiş, bu sefer galibiyete inananlar Chernomorets Odessa taraftarları olmuştu. Tribünde “Chernomorets!” tezahüratları yükseliyor, rakip takım atakları ıslıklanmaya başlıyordu. 84. dakikada bu ıslıkları susturan, oyuna sonradan giren 99 numaralı forvet Denys Ustmenko maçın sonucunu tayin etmişti. 2-2 biten mücadele sonunda Chernomorets taraftarında herhangi bir üzüntü yok gibiydi.
Kalabalığın azalmasını bekledikten sonra yavaş yavaş stadyumu terk ediyorum. Çıkarken etkinlik alanında teqball oynayan gençleri beş dakika kadar izledikten sonra şehir merkezine yolculuğum başlıyor. Parkın içerisinden farklı yaş gruplarından yüzlerce Odessa’lı maçı unutmuş, farklı konulardan sohbetlerine dalmış durumda. Bir buçuk gündür kulüple bağ kurmuş biri olarak içimden “CHER-NO-MO-RETS!” diye ritim tutarak otelime doğru gidiyorum. Farklı sınıflardan, farklı milletlerden insanı ortak bir paydada buluşturan spor, bu kısa tatilimde beni şehrimin ve Karadeniz’in kuzeyindeki Odessa’lılarla ortak paydada buluşturmayı başarıyordu. Şehir merkezinde mavi ve yeşil içinde, mavi-siyah renklere gönül vermiş bir tribünün küçük bir parçası olmanın huzuru ile yazının sonuna geliyorum ama son bir kez: “CHER-NO-MO-RETS!”