Bu bir Frank de Boer güzelleme yazısı değildir. Bu bir Frank de Boer kötüleme yazısı da değildir. Binaenaleyh bu bir Frank de Boer yazısı değildir.
Yine de onunla başlamakta fayda var… Gelin 21 yıl öncesine, 29 Haziran 2000 akşamı Amsterdam’a gidelim. 1995’te Şampiyonlar Ligi mucizesini yaratan Ajax nüvesi üzerinde şekillenen, Euro 96’daki tecrübesizliği atmış, 1998 Dünya Kupası’nda Claudio Taffarel’in ellerinde eriyen hayallerden gerekli dersleri çıkarmış, neredeyse tüm oyuncuların en olgun çağlarını yaşadığı bu Hollanda takımının kaptanı ve gerideki oyun aklı Frank de Boer’un belki de kariyerinin en büyük kabusunu yaşadığı akşama…
O akşam sahada kendi seyircisi önünde şampiyonluk umutlarını bırakan Frank Rijkaard yönetimindeki takım, kimilerine göre 1988’in Avrupa şampiyonu takımından da; 1974’ün, 1978’in ya da 2010’un Dünya Kupası finalisti takımından da daha iyiydi. Bilhassa çeyrek finalde Yugoslavya’yı 6-1’lik skorla paramparça ettikleri maç, belki de 2014 Dünya Kupası yarı finalindeki Almanya-Brezilya maçına kadar üst düzey bir turnuvanın eleme turunda oynanan maçlar arasında bir tarafın en büyük oyun üstünlüğü kurduğu maç olarak kalacaktı.
Hollanda yarı finalde benzer bir üstünlüğü uzun süre 10 kişi oynayan İtalya önünde de sahneye koyuyor, ama ne yaparsa yapsın (Gianluigi Buffon’un sakatlığı nedeniyle gelememesinden ötürü) “aslında orada olmaması gereken” Francesco Toldo’yu geçemiyordu. Takımın penaltıcısı Frank de Boer ilk yarıda penaltıyı Toldo’ya nişanlarken, ikinci yarıda kazanılan penaltıyı kullanan turnuvanın golcüsü Patrick Kluivert direği geçemiyordu.
Stadı dolduran 50 bin kişiden, ekran başındaki milyonlara dalga dalga sirayet eden “ne yapsalar olmayacak” hissi gitgide ağırlık kazanırken 120 dakikanın sonunda İtalya istediğini alıp maçı penaltılara götürüyordu. İlk penaltıyı atmayı kimsenin istemediğini tahmin etmek zor değil. Fakat o kaptandı… Tandemi oluşturduğu Jaap Stam birçoklarına göre dünyanın en iyi stoperi olarak görünürken, onun öyle bir iddiası yoktu. Bugün olsa daha çok takdir görecek sol ayaklı olması, oyunu iyi kurması gibi meziyetleriyle öne çıkıyordu. Tabiri caizse Stam yürek, de Boer akıldı; ama o anda yürekli olması gerekiyordu. Yine kaçırdı. Sonrasında Stam da tarihin en kötü penaltılarından birini attı, Francesco Totti ise panenka penaltısıyla adeta psikolojik üstünlüklerini Hollanda’nın yüzüne vurdu. Bazen kaderden kaçılmaz, o akşam İtalya kazanacaktı. Fakat neredeyse herkesin penaltı kaçırdığı bir takımda, elbette sahne iki defa kaçıran kaptanın olacaktı.
Frank de Boer’un futbolculuk kariyeri Euro 2000 sonrasında da eskisi kadar ışıltılı olmasa da üst düzeyde devam etti. Sonrasında Edwin Van der Sar ve Wesley Sneijder tarafından kırılacak, en çok milli olan Hollanda oyuncusu unvanını uzun bir süre elinde tuttu, Euro 2004’te de oynadı. Barcelona sonrası birçok melekesini kaybetmiş haliyle her taraf için kötü bir deneyim olan Galatasaray günlerinin ardından yarım sezon Rangers ve akabinde Arap yarımadası havasını alıp fazla da uzatmadan kariyerini sonlandırdı.
Başarısızlık Timsali
Sonra teknik direktörlük kariyeri başladı. Nedendir bilinmez tekniği ön plana çıkan, geriden oyun kurma becerisine sahip ve sahanın tamamını gören oyuncuların iyi teknik direktör olacağı düşünülür ama bunun fazla örneğine rastlanmaz. Frank de Boer de bu kötü örneklerden biriydi. Ajax kariyerine üç sezonda üç şampiyonlukla muazzam bir giriş yapsa da sonrasında gittiği Inter ve Crystal Palace denemeleri kabus gibi geçti. Onun yönetiminde sahaya çıkan takımlar, futbol oynamayı unutmuş ya da hiç öğrenmemiş takımlar gibi görünüyordu. İki takımda toplam 20 maça çıkamadı. Palace’ta ne zaman galip geleceği konusunda sayısız şaka yapıldı, alay konusu oldu ve neticede Premier Lig kariyerini tek galibiyetle kapattı. Sonrasında gözden uzakta MLS’te kariyerini nispeten toparladı. Fakat Koeman’ın Barcelona’ya gidişinin ardından milli takımın başına geçmeyi muhtemelen kendisi de beklemiyordu.
Bu geçiş, Hollanda taraftarları için de büyük bir şok dalgası yaratmıştı. Çünkü Ronald Koeman, onları adeta dipten alıp yeniden zirveye çıkarmıştı. 1988’den bu yana sadece 2002 Dünya Kupası’nı kaçıran ve her turnuvada iddialı olmaya alışmış Hollanda; Euro 2016’yı ve 2018 Dünya Kupası’nı es geçmişken, yeniden o büyük sahneye merhaba demeye hazırlanıyordu. 2019’da tüm dünyayı şaşırtan o muazzam çıkışı yapan Ajax’ın omurgası 1995 sınıfını hatırlatıyor; Fabio Cannavaro’dan sonra ilk kez Altın Top ödülüne en çok yaklaşan ve bu satırların yazarı dahil birçoklarınca bunu hak ettiği düşünülen dünyanın en iyi stoperi Virgil van Dijk gerçek bir komutan gibi sınıf atlatıyordu.
Pandemi tüm dünyayı ve tabiatıyla futbol camiasını derinden etkilerken Euro 2020’nin ertelenmesi belki de bu açıdan en çok Hollanda’ya dokunuyordu. Çünkü önce Ağustos 2020’de Barcelona’nın açıklamasıyla Koeman’ı, sonra Ekim 2020’de Pickford’un tekmesiyle van Dijk’ı kaybettiler. Tıpkı Euro 2000’deki o talihsiz akşamda giyilen, ziyadesiyle şık turuncu forma-siyah şort kombinasyonunu anımsatırcasına, %100 turuncu tablo giderek kararıyordu.
Bu tabloda görevi devralan Frank de Boer, tereddütleri giderme yönünde bir ışık veremeyince umutlar azaldı. Hazırlık maçında Meksika’ya yenilerek başlayan ve ilk dört maçını kazanamayan Frank de Boer, sonrasında Uluslar Ligi’ndeki son iki maçını Bosna-Hersek ve Polonya karşısında kazanıp uçağın burnunu yukarı çevirmeye çalışsa da Mart ayındaki Türkiye maçındaki ağır mağlubiyet yeniden kara bulutların çökmesine yol açtı.
Dönüm Noktası İstanbul
Bugün Euro 2020’de Türkiye’yi ve Hollanda’yı izleyenler o maçın bir illüzyon yarattığını haklı olarak düşünüyor olabilirler. Frank de Boer’un buradan gerekli dersleri çıkardığını söylemek yanlış olmaz. O maça Hollanda ‘ekolünün’ vazgeçilmez formasyonu olan 4-3-3’le çıkan ve bilhassa beklerinin verdiği açıklar yüzünden 4 gol yiyen takım, Euro 2020’de birçoklarınca başta yadırganan biçimde üçlü savunmaya dönmüş durumda. O maçta beklerde oynayan Kenny Tete, şampiyonanın 26 kişilik kadrosunda yok; Owen Wijndal ise kulübede bekliyor. Yerlerine oynayanlardan Denzel Dumfries, halihazırda herkesin turnuvanın en iyi 11’ine yazacağı bir performans sergilerken, Soldaki Patrick van Aanholt asla sırıtmıyor. Van Dijk’ın yokluğunda üç stoper Matthijs de Ligt, Stefan de Vrij ve Daley Blind birbirlerini dengeleyip tamamlarken, orta sahadaki üçlünün işlerini kolaylaştırıyorlar. Burada da Georginio Wijnaldum-Frenkie de Jong müthiş bir tempo ve delicilikle oynarken, kendi maksimum performanslarını verdikleri görülüyor. Hatta Wijnaldum, gol krallığı tablosunda boy gösteriyor. İleri ikilide ise bu oyunda bağlantı için elzem olan Wout Weghorst, yıllar sonra nihayet hak ettiği turuncu formadan duyduğu memnuniyeti gösterirken; delifişek ve serkeş bir oyun karakterine sahip olan Memphis Depay, yılların omzuna yüklediği olgunluk ve Barcelona’ya transferinin de getirdiği rahatlıkla birlikte, kariyerinin en görkemli milli takım performansını çıkartıyor. Donyell Malen ise Kuzey Makedonya’ya attıkları muhteşem ilk golde görüldüğü üzere, geçiş oyununda turnuvanın en tehlikeli forvetlerinden biri olarak ne kadar değerli olduğunu hatırlatıyor.
Elbette Euro 2020’de neredeyse gökten yağmur yağsa üçlü savunma sayesinde oluyor diyecek kadar ileri götürenler de var ama görkemli performans gösteren Belçika ve (Portekiz karşısındaki) Almanya gibi takımların bu formasyonu seçmesi tesadüfle açıklanamaz. Frank de Boer da kariyerinin seyrini değiştirecek bir tercih yapmış görünüyor ve fikstür itibarıyla önünün açık olduğunu söylemek de mümkün. Yine de Hollanda futbolunda devrim yaptı demek hem erken hem de abartılı olur, zira Louis van Gaal de 2014 Dünya Kupası üçüncülüğüne üçlü savunmayla ulaşmıştı. Fakat o takım tamamen hücumdaki Robin van Persie-Sneijder-Arjen Robben üçlüsünü taşımak için oluşturulmuş, bu üçlü dışındakilere hamallıktan öte bir rol biçilmemişti. Pragmatizmin kitabını yazan van Gaal ile ne yaparsa yapsın diken üzerinde hisseden De Boer’i karşılaştırmak doğru değil elbette. Yine de Euro 88’den bu yana sadık bir Hollanda sempatizanı olan bendenizin, bu takımı çok daha renkli ve heyecan verici gördüğümü söylemem gerekiyor.
Euro 2020 başlarken, aslında en az sayıda ‘fiyakalı’ takımın yer aldığı grup olan C Grubu üzerine yapılan değerlendirmeler, kimse Hollanda’ya güvenemediği için yuvarlak ifadelerle “bu grup her türlü sürprize açık” şeklinde geçiliyor; bir bakıma Frank de Boer için “ona yapamazsın dediler, yapamadı” yorumları hazırlanıyordu. O ise karakteri itibarıyla cesur biri olduğunu, 21 yıl sonra yine penaltı noktasının başına geçerek gösteriyor. Belki de yeni bir İtalya eşleşmesinin hayalini kurarak…
Şimdi Hollanda, herkesin beklentisini aşan ölçüde üstün, akıcı ve göze hoş gelen bir oyunla üç maçta 9 golle 9 puan yaparak kendini son 16’ya atmış durumda. Elbette turnuva takımı eleme turlarında belli olur, bunu unutmamak da şart. Fakat şu ana kadar görüldüğü kadarıyla, turuncu Euro 2020’nin ana renklerinden biri olacak…