2010’lu yılların başındaki Borussia Dortmund takımı birçok yönüyle özeldi. Robert Lewandowski, arka arkaya iki şampiyonluk kazanan ve Şampiyonlar Ligi finali oynayan o kadronun en önemli oyuncularından biriydi. Dortmund’daki performansıyla Bayern’e transfer olduktan sonra Alman futbol tarihine geçecek şeyler yaptı, kırılmaz denilen rekorları altüst etti. ”Daha ne yapabilir ki?” denilen her sezon ondan da iyisini yaptı. Şimdilerde Barcelona’da yeni bir maceraya başlayan Polonyalı yıldız, artık bir futbol ikonu. O da bir ikonun geçmesi gereken zorlu yolları tek tek aşmak zorunda kaldı, bazen daha trajik şekilde olsa bile.
Başarılı insanların hikayeleri birbirine benzer. Hepsinin hikayesi ilham vericidir çünkü aştıkları zorluklar sayısızdır, gösterdikleri çaba inanılmazdır ve ne olursa olsun asla pes etmezler. Bu yüzden de yaptıkları şeyde çok başarılı olurlar. Lewandowski’nin de kariyer yolculuğunun başlarında aşması gereken zorluklar oldu. Lewa, Polonya’nın en güçlü ekiplerinden Legia Varşova’nın ikinci takımında oynuyordu. Kontratı bitmek üzereydi ve ciddi bir diz sakatlığı geçirmişti. Bunun yanında kulüp onun potansiyelinden emin değildi. Bütün bu sebeplerden dolayı kulüp onunla kontrat yenilemedi. Bir sene kadar önce de babası hayatını kaybetmişti. Babası bir beden eğitimi öğretmeniydi ve oğlunun gelişimi için çok fedakarlık yapmıştı. Genç bir futbolcu adayı için hayat, kötü tarafını erken göstermiş gibiydi ona. Yine de pes etmemek zorundaydı. Legia’dan ayrıldıktan sonra Polonya üçüncü lig ekibi Znicz Pruszków’a transfer olmasıyla işleri yoluna koymaya başladı. Takımıyla lig atlayan Lewandowski, üçüncü ligde de ikinci ligde de gol kralı oldu. Bu iyi performansının ardından Lech Poznań’a transfer oldu. İki sezon oynadığı Lech Poznań’da kazanabileceği bütün yerel kupaları kazandı. 2009-10 sezonunda bu kez Ekstraklasa(Polonya’nın en üst ligi) gol krallığını kazandı. Ülkesinde kendisini kanıtlamış durumdaydı artık, zaten yurt dışından birçok teklif alıyordu. Çeşitli sebeplerden dolayı, Genoa ve Blackburn Rovers’a transferi gerçekleşmedi. Kendisinin isteği ve kulübünün eğilimi daha çok Bundesliga’ya transfer olmasıydı. Nitekim Borussia Dortmund’un yolunu tutacaktı.
Sarı Siyahlılar, Jürgen Klopp ile eski günlerine dönmüş gibiydi. Dortmund oyun olarak her geçen gün daha iyiye gidiyordu. Takım özellikle karşı presi çok iyi yapıyordu ve toplu oyunda da ciddi anlamda mesafe katetmişlerdi. Jürgen Klopp aynı zamanda oyuncularından maksimum verim alan bir teknik direktör dolayısıyla Dortmund, onun gelişimi adına kesinlikle doğru adresti. Dikkat çekici bir çıkışla Bundesliga’nın yolunu tutsa da Lewa için burada da işler kolay başlamadı. Takımın ana santrforu Arjantin asıllı Paraguaylı olan Lucas Barrios’tu. Dolayısıyla Lewandowski de genelde yedekten oyuna dahil oluyordu. Hatta kendisinin anlattığına göre Jürgen Klopp, onu daha çok on numara rolünde oynatmış o sezon. Kariyer gidişatının değiştiği sezon ise 2011-12’ydi. Barrios’un sakatlığının ardından Lewandowski daha sık oynamaya başlamış ve iyiden iyiye potansiyelini gösteriyordu. Üst üste ikinci kez Bundesliga zaferini yaşadıkları o sezon, Polonyalı yıldız 22 gol attı. Kendisine verilen şansı çok iyi kullanan Lewandowski, Dortmund kariyerindeki kırılma noktasını şöyle anlatıyor: ”İkinci sezon başladığında, ben hala mücadele ediyordum. Aynı zamanda Jürgen’in benden bir şeyler istediğini hissetmiştim ama ne olduğunu tam olarak anlamadım. Bu sebeple, Şampiyonlar Ligi’nde Marsilya’ya gerçekten kötü bir şekilde kaybettikten sonra onu görmeye gittim. ‘Jürgen, hadi ama. Konuşmamız gerek. Bana sadece benden ne beklediğini söyle’ dedim. Bana söylediği her şeyi hatırlamıyorum ama bildiğim azıcık kelimeler ve onun beden dili sayesinde birbirimizi anladık. Harika bir konuşma yaptık. Üç gün sonra Augsburg’a karşı hat-trick ve başka bir gole asist yaptım. 4-0 kazandık ve o benim için bir dönüm noktasıydı. Mental bir şeydi, bir tür korkuydu. ” [1]
Yıldız golcünün röportajlarına bakarsanız Klopp’a söylediği övgü dolu sözleri görebilirsiniz çünkü ikili arasındaki ilişki oldukça kuvvetli. Klopp, o takıma katıldıktan sonra onu daha iyi olmaya zorladı. Herkese karşı olduğu gibi ona da bir futbolcu olarak değil, insan olarak yaklaştı. Yazının başında bahsettiğimiz acı kaybı, Lewandowski’nin zaman zaman yalnız hissetmesine ve bir şeyleri paylaşma ihtiyacına neden oluyordu. Klopp’un da her zaman onu geliştiren yapısı Lewandowski’yi hem sahada hem de saha dışında daha iyi biri yaptı. Sonuç olarak, o artık üst seviye bir golcüydü. 2012-13 sezonu onun için ve takım için inanılmaz geçti. Takım, Bundesliga’da zirvedeki yerini Bayern’e kaptırdı ama Şampiyonlar Ligi’nde finale uzanan müthiş bir hikaye yazdı. O Şampiyonlar Ligi sezonunda 10 gol atan Lewa, asıl şovunu Real Madrid’e karşı oynadıkları yarı final serisinin ilk maçında yapmıştı. Dortmund’un 4-1 kazandığı o maçta gollerin hepsi ondan gelmişti. Şampiyonlar Ligi’nin yakın tarihinde gördüğümüz en iyi bireysel performanslardan biriydi. O sıralar her şey güzel gibiydi takım adına ama Lewandowski, yeni bir meydan okuma istiyordu. Kaderi bazı takım arkadaşlarının yaptığı gibi olacaktı: Bayern Münih’e katılmak.
Bayern, dünyanın en büyük kulüplerinden biri ve oraya katıldıysanız performansınızın yüzde yüzünü vermek zorundasınız. O da seneler boyunca bu beklentiyi karşıladı. Jupp Heynckes, Pep Guardiola, Carlo Ancelotti ve Hansi Flick gibi önemli antrenörlerle çalıştı. Her sezon çok daha iyi performans verdi. Bayern’de geçirdiği sekiz sezonda sekiz Bundesliga kupası kazandı, defalarca kez gol kralı oldu. Özellikle 2019-20 sezonu onun adına çok iyi geçmişti. O sezon Niko Kovač, kötü performans sonrası sezon ortasında gönderilmişti. Takım pek iyi gözükmüyordu ki bu çalkantılı dönemde bile ayakta kalan sayılı kişilerdendi Lewandowski. Yerine gelen yardımcısı Hansi Flick kısa sürede takıma ciddi etki yaptı. Karşı presi inanılmaz yapan ve saha içi yerleşimini çok iyi yapan o takım, Heynckes sonrası dönemde ilk kez üçleme yaparak tarihe geçti(Bundesliga, Almanya Kupası ve Şampiyonlar Ligi). O sezonda tüm kulvarlarda attığı 55 golle UEFA tarafından 2020 yılının oyuncusu seçildi. O sezon Ballon d’or ödülünü alması işten bile değildi fakat pandemi nedeniyle ödül verilmedi. Bir sonraki sezon rekoru Gerd Müller’den alarak (40 gol) bir Bundesliga sezonunda en çok gol atan oyuncusu oldu (41 golle). Bayern Münih, Alman futbolunu son on yıldır domine ediyor olabilir ama yine de 40 gol ve üzerini görebilmek çılgınca bir şey gerçekten. O performansın üstüne Ballon d’or ödülünü hak etmiyordu demek haksızlık olacaktır. Ödülü kazanan Lionel Messi bile konuşmasında onu öven şu ifadeleri kullanmıştı: ”Robert Lewandowski’den bahsetmek istiyorum. Onun gibi bir futbolcuyla yarışmak, benim için büyük bir onurdu. Herkes biliyor ki geçen yıl ödülü kesinlikle o hak etti. Bu konuda hepiniz hemfikiriz. Bence France Football ona 2020 Ballon d’Or’unu vermeli, çünkü bu ödülü hak ediyor.” Bu sezon öncesinde Bayern’den ayrılmak istediğini belirtirken onun için hedef yeniden bir meydan okuma yapmaktı. Barcelona’da bunu yapabilir. Barça eski günlerinden çok uzakta göründüğü senelerin ardından ilk kez bu kadar rekabetçi bir kadro kurdu. Lewandowski de kuşkusuz en dikkat çekici hamleydi. Tecrübesiyle Xavi’nin sahadaki en büyük kozu olacaktır.
Robert Lewandowski iyi bir golcünün sahip olması gereken çoğu özelliğe sahip: Hava toplarında etkinlik, yüksek seviyede bitiricilik becerisi, fiziksel olarak güçlü olma… Önce Dortmund’da Klopp ve sonrasında Bayern’deki ilk teknik direktörü Guardiola ile çalıştığı süreçte bağlantı oyununa verdiği katkı da önemli ölçüde arttı. Yıllar içinde oyununda geldiği seviyeyle birlikte artık o futbol tarihinin gördüğü en iyi forvetlerden biri. Yaptığı birçok şey hala hepimizin hafızasında, özellikle 2015’te Wolfsburg ile oynadıkları maçta sonradan oyuna girip dokuz dakikada beş gol attığı o maç. O maçı izlerken şaşkınlık içinde kaldığımı anımsıyorum. Böylesine müthiş bir şeyi ancak müthiş oyuncular yapabilir. Onun için ülkesinin gelmiş geçmiş en iyi oyuncusu diyebiliriz. Başarı basamaklarını adım adım tırmanırken Polonya’dan gelmenin zorluklarını zaman zaman yaşadığından bahsediyor Lewa:
”Daha önce hiç bizden biri dünyanın en iyi oyuncusu olmadı. Çocukken bakabileceğiniz bir süper star yoktu ve scoutlar ‘Oldukça yetenekli… Polonyalı bir çocuk için’ tarzı şeyler söyler. Dolayısıyla hiç kimsenin asla yeterli olmadığına ve hiçbirimizin zirveye çıkamayacağına yönelik hissimiz var.”[2]
İyi bir filmin veya bir tiyatro oyununun güçlü bir önermesi olur. Bizim de bu yazıda güçlü bir önermemiz var ve bunu başlıkta da belirttik: Asla pes etme. Robert Lewandowski, dünyanın en iyi golcülerinden biri olmaya giden yolunda zor şeyler yaşadı. Onu diğerlerinden farklı kılansa asla vazgeçmemiş olmasıydı. Lewandowski’nin hikayesi bu yüzden hepimiz için ilham verici olsa gerek.