Arsène Wenger 2018’de yirmi yılı aşkın süren görevinden ayrılırken Arsenal bir geçiş dönemindeydi. Şampiyonlar Ligi seviyesinden uzaklaşmışlardı ve takım istikrarlı değildi. Onun yerini alan Unai Emery beklentileri karşılayamadı. Arsenal bir kaosun içindeyken eski kaptanları Mikel Arteta ateşten gömleği giydi. O günden beri inişli çıkışlı bir Arsenal görsek de aslında bu gelişim sürecinin bir parçasıydı. Şimdiyse takım çok ama çok formda ve uzun süre sonra ilk kez bu kadar heyecan veriyor. ”Bu noktaya nasıl geldiler ve formları daha fazla sürebilir mi?” sorusuna cevap bulabilmek içinse filmi biraz geriye sarmamız gerekiyor.
1996’da Arsène Wenger kulübün kapısından içeriye girdiğinde Arsenal pek de iyi bir durumda değildi. İngiliz futboluna yabancı birinin girmesi o dönem için garip karşılanabilirdi ama Wenger bütün tabuları kırdı. Bir teknik direktör için oldukça uzun bir süre Arsenal’ın başında kalan Wenger, kulübün başarı standartını çok yukarıya taşıdı. Kulüp onun son iki sezonu hariç Şampiyonlar Ligi’nde yer aldı, yenilmeden Premier Lig’i kazandı ve çoğu zaman estetik bir futbol oynadı. Bu süreç onları İngiliz futbolunun en iyi takımlarından biri haline getirdi. 2018’de Wenger ayrılma kararı aldığındaysa bu standartlar düşüşe geçmişti. Manchester City ve Liverpool’un taktiksel olarak rakipsiz olmaya başlamaları, kıyasıya rekabet ettikleri Chelsea ve Tottenham kadar istikrarlı olamamaları Topçular için işlerin eskisi gibi olmayacağının göstergesiydi. Futbol değişiyordu ve Arsenal da bu değişime ayak uydurmalıydı. Ne var ki böylesine bir değişim kolay olmayacaktı, olmadı da.
Wenger ayrılırken kadro üst seviye başarı için yeterli değildi ve uyumsuzdu. Ondan görevi devralan Unai Emery, Arsenal’ın beklediği hücum performansını verebilecek tarzda bir teknik direktör sayılmazdı. Emery döneminde Guendouzi, Torreira, Leno, Nicolas Pépé, Tierney gibi isimler transfer edilmiş ve Mertesacker, Cazorla, Welbeck, Ramsey ve Cech gibi kadronun önemli oyuncularıyla bir bir vedalaşılmıştı. Transferler o dönem için fena işler değildi zira çoğu potansiyelliydi. Bukayo Saka ve Emile Smith-Rowe gibi önemli yetenekler de A takım seviyesine yaklaşıyordu. Takım yeni bir yapılanmadaydı dolayısıyla üst seviye için zamana ihtiyaç vardı. Emery ilk sezonunda fena bir iş çıkarmasa da genel olarak performansı beklentilerin altındaydı. O sezonki Avrupa Ligi finalini kazanmış olsalar belki Arsenal için farklı şeyler konuşacaktık ama Emery ilk kez Avrupa’da final kaybetti. 2019-20 sezonu onlar için ciddi bir sınav olmalıydı ve takım bu sınavdan kaldı. Taktiksel açıdan kırılgan bir görüntüleri vardı. Zaten onun tarzının, ofansif bir oyun oynaması beklenen Arsenal’a ne kadar uyduğu tartışma konusuyken takım daha da geriye gitmeye başladı. Emery işler kötü giderken durumu toplamak için birçok şey denedi. Buna rağmen hiçbir şey yolunda gitmiyor gibi gözüküyordu. Neredeyse kimse formda değildi. Fatura doğal olarak ona kesildi.
Uzun bir arayışın ardından yönetim kararını eski oyuncuları Mikel Arteta’dan yana kullandı. Arsenal geçmişi ve hücuma dönük oyun anlayışı onu muhtemelen öne taşıdı. Arteta o sıralar Pep Guardiola’nın yardımcısıydı. Kendisinin anlatılanlara göre teknik direktör olarak ciddi bir potansiyeli vardı. Şüpheli olansa ilk kez birinci adam olacak Arteta’nın kulübü o kaotik durumdan çıkarmak için yeterli olup olmadığıydı. İlk basın toplantısında bütün şüphelere rağmen işleri nasıl düzeltebileceğine dair şöyle konuştu:
”Değişmesi gereken şeyler var kesinlikle çünkü onlardan beklediğimiz seviyede performans vermiyorlar. Onlara yardım etmem gerekecek ve yardım edebilmem için neler olduğunu bilmem, nasıl hissettiklerini ve nerede eksik olduklarını anlamam gerek. Bu noktaya gelirsem, onlara yardım edebilirim. Sonra bana güvenirler ve beni takip ederler.”
”İlk iş birazcık enerjiyi değiştirmek. Geçen hafta Manchester City ile buradaydım ve neler olduğunu hissettikten sonra biraz moralim bozuldu. Bu yüzden herkesi dahil etmeyi denemeliyiz. Denemek, oyuncuları ne yapmak ve nasıl yapmak istediğime ikna etmek zorundayım. Onlar da bir başka süreci, başka bir düşünme tarzını kabul etmeye başlamak zorunda ve ben bütün ekiple herkesi aynı düşünce yapısında birleştirmek istiyorum. Geçmişi devam ettirecek bir kültür inşa etmeliyiz.” [1]
Arteta işin yönetim kısmında mantıklı bir plan çizmişti ama bir şeylerin değişmesi için sahadaki oyunun da değişmesi şarttı. Arteta’nın istediği şey belliydi: Hücum futbolu oynamak ve bunun getirdiği gereksinimleri yapmak. Hepsi için bir süreç gerekiyordu. Saka, Smith-Rowe, Martinelli ve Nketiah gibi potansiyelli oyuncular gelişmeye devam etse de üst seviye için biraz daha zamanları vardı. Mesut Özil, Guendouzi, Kolašinac, Mustafi kalitesindeki oyuncular net bir şekilde denklem dışındaydı. Savunmada ise David Luiz, Sokratis, Bellerin’in performansları tartışmalıydı. Takım parça parça bu kadar karışıkken üst seviyeye oynamak çok zordu. Dolayısıyla Arsenal, Arteta yönetimindeki ilk sezonda inişli çıkışlı zamanlar geçirdi. Pandemi gölgesinde geçen 2019-20 sezonunu FA Cup ile bitirmek ve akabinde Community Shield’ı kazanmak önemli adımlardı. Diğer yandan takım ligde fazla puan kaybediyordu. Takım bazı maçlarda daha fazla topa sahip olup daha fazla şut atsa da bu skora yansımıyordu. FA Cup şampiyonluğu ile biten sezonda da aslında takım Avrupa potasında değildi ama o şampiyonluk Avrupa Ligi bileti almalarını sağlamıştı. 2020-21 sezonunda 8. olduklarında takım yıllar sonra acı bir gerçekle karşı karşıya kaldı: Arsenal Avrupa kupalarında yer alamayacaktı.
Arsenal’ın yeniden inşa sürecinin dönüm noktası 2021-22 sezonu sayılabilir. Zira bugünkü güçlü oyunun temelleri geçen sezon atıldı. Martin Ødegaard bonservisiyle transfer edildi. Aynı zamanda Brighton’ın dikkat çeken savunmacısı Ben White da 58.6 milyon euro karşılığında takıma katıldı. Avrupa’da olmadıkları sezon, genç oyuncuların gelişimi için ciddi bir fırsattı. Sıkıntılı zamanlardan sonra olumluya dönüş bekleyen taraftarlar ilk üç maç geride kaldığında şoktaydı. Galibiyetle tanışamayan Arsenal, hiç iyi bir görüntüde değildi. Belki biraz anlayış da göstermeliyiz çünkü bu üç maçın ikisi Chelsea ve Manchester City’e karşıydı ama asıl sorun sahadaki oyundaydı. Kabul ediyorum, ben de o zaman Arteta’nın bu işi kaldıramadığını düşünenlerdendim. Muhtemelen herkes onun karşısındaydı ama pes etmek onun için bir seçenek değildi. Norwich City maçından itibaren Arteta bazı değişiklikler yaptı. Kaleyi Leno’dan Ramsdale’a verdi, yeni transferlerden Tomiyasu, Lokonga ve Nuno Tavares’i rotasyona dahil etti. Sonrası Arsenal’ın yükseliş hikayesi oldu. Takım hatalar yapmaya devam etti ama farklı olarak bu kez daha iyi hatalar yaptı. Geçen sezonlara göre net bir gelişim söz konusuydu. Arteta hem taktiksel hem de yönetimsel açıdan istediği seviyeye yaklaşmışa benziyordu. Bukayo Saka hücumda başroldü, Ødegaard fark yaratmaya başladı, Ben White takımın savunma sorunlarına ilaç oldu ve stoperdeki partneri Gabriel de onu takip etti. İki puanla Şampiyonlar Ligi kaçmış olsa da gelecek umut vericiydi.
Liglerin milli araya girdiği şu sıralarda Arsenal lider durumda. Oynadıkları yedi maçın yalnızca birini kaybettiler. Yazıda sıkça vurguladığımız ”süreç”, meyvelerini yavaş yavaş veriyor. ”Geçmişi devam ettirecek” kültür sahaya yansımaya başladı. Gabriel Jesus ve Zinchenko takıma her açıdan çok iyi uyum sağladı. Arsenal ligin en iyi hücum takımlarından biri ve artık eskisi kadar kırılgan gözükmüyorlar. 4. haftada oynadıkları Fulham maçı en iyi örneklerden olabilir. Fulham, Marco Silva ile karşılama oyununu çok iyi oynuyor ve yoğun karşı presle rakiplerini bunaltıyor. Emirates’te de tam olarak bunu yaptılar. Buna rağmen Arsenal fırsat kovalamaya devam etti, oyun disiplininden kopmadı. İyi savunan rakibe karşı alan bulmaya çalıştı. Bir hatayla gol yemeleri onları plandan alıkoymadı. Arteta taktiksel hamlelerle (Martinelli-Saka kanadının değişmeleri, Tierney-Nketiah değişimiyle risk alması ve oyunu genişletmesi) maçı çevirmeyi başardı. Brentford’a karşı aldıkları 3-0’lık galibiyette de etkileyicilerdi. Özellikle Jesus’un golündeki organizasyon müthişti. Performanslarını etkileyecek ciddi bir şey olmadığı sürece bu iyi gidişat devam edeceğe benziyor.
Arsenal’ın bu zor geçiş sürecinden bahsettikten sonra biraz da Mikel Arteta’ya parantez açmamız gerekir. Amazon Prime’ın belgesel serisi All Or Nothing(Ya Hep Ya Hiç), 2021-22 sezonunda da Arsenal için yapıldı. Bu tarz belgeseller takımın genel durumunu anlamak için çok iyi bir araçtır. O belgesel Mikel Arteta’nın antrenörlük meziyetlerini görmemizi sağladı. Taktiksel olarak ne yapmak istediğinden zaten bahsetmiştik. Seneler içinde hücum oyununda takımın ne kadar ileri gittiği ortada. Oyuncularıyla olan iletişiminin güçlü olması da takdire şayan. Oyuncular yaptığı işten keyif alıyor ve herkes rolünün bilincinde. All Or Nothing’i izlerseniz maç öncesi takım konuşmalarında da son derece başarılı olduğunu görebilirsiniz. Örneğin Norwich maçı öncesinde yaptığı duygusal konuşma ancak üst düzey bir iletişim becerisiyle mümkün. Aynı zamanda Arteta, bugüne gelene kadar birçok sorunla mücadele etti. Mesut Özil ve Aubameyang gibi kilit oyuncuların ayrılma kararını alabilmek kolay işler olmasa gerek. Bu tarz sorunları çözme biçimi de başarılı. Özetle Arteta ilk tecrübesini yaşıyor olsa da sanki yıllardır bu işi yapıyor gibi. Arsenal’ın yeniden yapılanma sürecini de çok iyi yönettiğini düşünüyorum. Bütün bunlara ek olarak Arsenal’ın hücumdaki yıldızlarından Gabriel Martinelli, bir demecinde Arteta’yı şöyle anlatmış:
”Sakatlandığımda destek olmak için yanımdaydı. O zaten modern futbolun nasıl olduğu üstüne çalışan, bize harika tavsiyeler veren çok iyi bir teknik direktör. Aynı zamanda insanlara güzel davranan iyi bir insan. Bence Arteta futbol tarihinde birçok kupada ismi ve yeri olan unutulmaz koçlardan biri olacak.” [2]
Durum ne olursa olsun Arsenal, İngiliz ve dünya futbolunun en büyük kulüplerinden biri. Her büyük kulüp gibi onlar da yeniden yapılanmaya girmek durumunda kaldı. Başarıya giden yolu aşmak için zorlanmak gerekir. Arsenal’ın son birkaç yılda yaşadığı şeyler de hedeflerine ulaşmaları için aşması gereken zorluklardı. Gelinen noktada oynadıkları oyun heyecan verici. Oyuncular ve teknik ekip mutlu, olası her sorunu çözecek mantalitede. Taraftarlar da bu gelişmelerden hayli mutlu elbette. Yazının finalini güzel bir anekdotla yapmak isterim. All Or Nothing’in bir bölümünde Mikel Arteta evlerindeki Southampton maçı öncesi konuşmasını yaparken tahtaya bir yol resmi çizer ve oyuncularına sorar: ”Beyler, sizce hangisi daha önemli: Yolculuk mu? Hedef mi?” Lacazette’e sorduktan sonra sözü tekrar kendisi alır, bir film repliği olacak nitelikteki şu sözleri söyler: ”Neyi önemsemek zorundayız biliyor musunuz? En güzel şeyi, dostluğu.” Ardından da dayanışmayı ve sahada birbirlerine yardım etmeleri gerektiğini hatırlatır. Yolculuk da hedef de önemlidir ama sürekli başarı için herkes birbirine yardım etmelidir. Bu olmazsa yolculuk da hedef de anlamsız olur. Mikel Arteta ve öğrencileri gelecek yıllarda beklenilen başarıları elde edip edemediklerini zaman gösterecek ama ne olursa olsun bir takım olarak mücadele etmeye devam edecekler.