Manx Masalı

by Akın Temiz

Eşi benzeri olmayan yollar, ikonikleşmiş bir yarış, az bilinen bir Belçikalı, Prodrive, Bavyera… Hepsini karıştırdığınızda ne ile karşılaşabilirsiniz? Fazla bilinmediği kesin olsa da Snijers’ın 1988 Manx galibiyetini hatırlayan herkes, konusu açıldığında bir nebze duraksar. Bu muhteşem ve beklenmedik zaferin arkasındakiler ise o yıllarda ralliyi canlı izlemek kadar heyecan barındırıyor. Manx Rallisi’nin tarihine kısa bir bakışın ardından Patrick Snijers’ın Prodrive destekli M3’ü ile büyük rakiplerini nasıl geride bıraktığına bakacağız.

Türkiye için Man Adası ismi, 2017’nin sonlarındaki kara para aklama konuları ile ilk defa gündeme geldi. Off shore bankacılık ve şirket kurulumuyla ünlü bir vergi cenneti olan ada aynı zamanda garip bayrağı, kuyruksuz mutant kedileri ve olmayan hız limitleri ile tanınıyor. Ada, hız limiti veya yakalayacak polis olmadığı için 70’ler ve 80’lerin savruk yaşam tarzına sahip Britanyalı F1 pilotlarına tatminkar bir yuva oldu. Öyle ki; Nigel Mansell’ın hem yarış pilotu hem de bisikletçi olan oğulları da burada doğdu. Aslında motor sporları ve bisikletle içli dışlı olan herkes, hayatının bir noktasında Man Adası ile tanışmıştır. Britanya ve İrlanda adaları arasında bir yerde bulunan bu küçük kara parçası, adını adayı çepeçevre dolanan özel parkuru sayesinde fazlasıyla duyurdu. Her yıl vefatları ile gündeme gelen Isle of Man TT’de korkusuz motorcular yarışırken şu ana kadar 250’den fazla da ölüm yaşandı. Motosikletler burada 100 yıldan fazladır yarışıyor, bisikletler de öyle. Bu bisiklet kültürü, pelotona Mark Cavendish ve Peter Kennaugh gibi özel isimleri kazandırsa da asıl olay, dört tekerlekte. Otomobiller ile ilgili TV programları veya dergileri takip ediyorsanız Evo, TopGear ve Car gibi işinin ehli markaların her yıl burada yeni modelleri test ettiklerini görürsünüz. Adanın kusursuz asfaltı ve zorlu coğrafyası, Britanya’nın kendi Nordschleife’sine sahip olması anlamına geliyor.

Isle of Man TT, dünyanın en ünlü motosiklet yarışlarından biri. Aynı zamanda en tehlikelisi de.

İlk defa 1963’de düzenlenen Manx Rallisi, kısa sürede büyük bir üne kavuştu. Britanya’nın gururu Mini Cooper’lar ve Lotus destekli Ford Cortina’ların yarıştığı bu ilk on yıllık dönemde seyirciler, alışılagelmiş rallilere çok ters olan bu zorlu parkurda sokaklarda gördükleri, bindikleri otomobilleri seyretmekten büyük keyif aldı. Ford’un Escort’un RS versiyonlarını piyasaya sürmesi ise rallinin 70’lerdeki tarihine damga vurmasına yetecekti. 1976’da Vatanen, Britanya dışından gelen ilk kazanan oldu. 1983’de de vatandaşı Toivonen’in arkasında ikinciydi. Rothmans sponsorlu Manta 400’ünün kontrolünü kaybettiğinde kopilotu Terry Harryman’in “Dear God!” demesi de Youtube’da milyonlar tarafından izlendi. 1977’de Pentti Airikkala’nın galibiyetinden günümüze kadar Ada dışından gelen sadece üç pilot zafere ulaşabildi. İki tanesi tanıdık isimler; Henri Toivonen ve Armin Schwarz. Peki diğeri kim? Patrick Snijers 2012’de Pieter Tsjoen tarafından tahttan indirilene kadar 7 kez Belçika Ralli Şampiyonluğu ile rekor sahibiydi. Ayrıca birer kez Hollanda ve Avrupa şampiyonluğu kazandı. 2015 ve 2018 yıllarında GT sınıfında Belçika şampiyonu oldu. Peki son 30 senede Belçika’dan çıkan Bruno Thiry, Marc Duez, Freddy Loix, François Duval ve Thierry Neuville gibi özel isimlerin arasında neden yer almıyor? Kariyerinde yeteneğini ispatlamak için yeterli şansı bulamadığı aşikar. 1986’da ilk defa parıldadığında Fabrizio Tabaton’un ardında Avrupa Ralli Şampiyonası’nda ikinci oldu. Ertesi sene bu başarıyı tekrarladı ve Lancia’nın kendisine WRC’de koltuk vermesini umuyordu. Önce arkadan itişli dengesiz 037 ile sonrasında da daha uysal Delta HF ile ikinci olmuştu. Birbirinden tümüyle farklı iki otomobilde de başarılıydı. Ancak Lancia bu fırsatı vermeyince sponsoru Bastos ile birlikte BMW’ye geçecekti.

1986, Snijers’ın Lancia 037 ile Avrupa arenasında parladığı ilk yıldı.

Grup B’nin bitmesi sonrası yeni kurallarla ralli parkurlarına adım atmak isteyen BMW, Snijers için iyi bir gelecek olarak görünüyordu. Böylece 1988 Manx Rallisi’nin baş aktörleri olan pilot ve otomobil bir araya gelmiş oldu. Ralliler, BMW için yeni bir serüven olduğundan otomobiller pist yarışlarının aksine David Richards’ın Prodrive’ı tarafından hazırlanıyordu (Schnitzer M3’ler DTM ve BTCC’de sayısız zafer kazansa da AC Schnitzer’in hiç ralli tecrübesi yoktu.). E30 M3’ün birçok Touring Car şampiyonluğunun yanında Avrupa rallilerindeki başarıları daha az bilinir. M departmanından çıkan motor 300 beygir gücüne yakındı fakat Sierra ve Delta’lara karşı zayıf kalıyordu. Ancak yol tutuş konusunda gerçekten bir numaraydı. Daha güçsüz olsa da Prodrive’ın elinden geçen yürüyen aksam sayesinde Manx için çok iyi bir paketti. Burada BMW’nin ipleri çoğunlukla Prodrive’a vermesinin de payı var. DTM ve BTCC ana hedef olduğundan ralli projesine olan ilgi yavaş yavaş azalıyordu ama Prodrive’ın kafasına göre takılması, ortaya bir canavar çıkarmaya yetmişti. Porsche ile yürüttükleri 959 projesinde de gayet iyi bir sonuç almışlardı ve o dönemler gerçekten iyi bir kadroya sahiptiler. Fakat her ne kadar durumlar iyi görünse de Snijers, ilerleyen günlerde zorlukları tadacaktı.

İlk problem, yarışın kendisiydi. Dar yollar ve sert virajlar sorun değildi, zaten bu seviyelere gelmiş bir ralli pilotu için normal şeylerdi. Asıl sorun bunlara bir de tümseklerin eklenmesiydi. Süratli otomobil dar bir yolda viraj alırken tümseklerden dolayı hoplayıp zıplıyordu. Gaz tepkisi ve direksiyon hakimiyetini ustaca yönetmek gerekliydi aksi halde yarışınız göz açıp kapayıncaya kadar biterdi. Coğrafyanın dinamiklerine aşina olan pilotlar burada hep kral olmuştu. Yabancı katılımcılar sadece katılmakla kalmıyor, aynı zamanda rezil ediliyorlardı. Eser miktarda Finli galibiyeti ve 1981’de liderken yolda kalan Röhrl harici büyük bir performans yoktu. Son dönemde Tony Pond, Russell Brookes ve Jimmy McRae, rakiplerini adeta asfalta gömmüştü. O yüzden Snijers her an yabancılık çektiği bir ortamdaydı ve burada her zaman ev sahiplerinin favori olduğunu biliyordu.

1986’yı alan Pond, Higgins geçtiğimiz yıllarda rekorunu kırana dek burada en çok kazanan isim durumundaydı.

İkinci problem elbette rakiplerdi. Manx kralı Jimmy McRae, oğlu Colin, ERC’den ana rakip Tabaton ve şimdilerde M-Sport’un başında olan Malcolm Wilson. Ayrıca Belçika’da beraber yetiştiği biri daha vardı; Robert Droogmans. Belçikalı ralli efsanesi Gilbert Staepelaere’nin Ford’da yönetici olduğu dönemde “Üç Silahşörler” olarak adlandırdığı ve Belçika motor sporlarının geleceği olarak gördüğü bir üçlü vardı. Marc Duez, Robert Droogmans ve Patrick Snijers. Diğer ikisinden biraz daha iyi olan Duez, çoktan WSC’de yarışmaya başlamış Le Mans’da klasman podyumları gibi başarılar elde etmeye başlamıştı. Bu halde sahne Snijers ve Droogmans’a kalıyordu. Birbirlerini iyi tanıyan ikili, eski arkadaş olsa da yarışta dostluk olmazdı. O dönemler pilotların her etap öncesi iki kez antrenman hakkı vardı. Snijers çalışmasını tamamlayıp otomobili otele park ettiğinde Droogmans kimseye görünmeden gidip kadrandaki kilometreyi not etmişti. Yıllar sonra “Patrick’in gece gizlice biraz daha kilometre yapacağından şüphelenmiştim ama yapmadı.” diyerek itiraf edecekti. Otomobil her ne kadar iyi görünse de rakiplerinde kendini ispatlamış modeller vardı. Snijers’ın Prodrive M3’üne karşılık McRae ve Droogmans Sierra kullanıyordu. Ford’un RS departmanından çıkan otomobil, kalıp gibi tasarımı ve balina kuyruğu ile daha ilk yıllarda ikonikleşmişti. Ayrıca ön camını ve stop lambalarını yüksek bütçeli Grup B otomobili RS200’den almıştı. Pinto bazlı YB çift kamlı motoru, Cosworth tarafından güçlendirildiği için ciddi bir tehditti. 1987 ve 1988’de Auriol, Sainz, McRae ve Vatanen ile WRC’de fena olmayan başarılar da elde etti. Artık oturmuş, ne yapacağı belli olan güvenilir bir otomobildi. Tabaton ise Delta kullanıyordu. Snijers’ın önceki sene kullandığı otomobil olan Delta’da 1987’de WRC’yi domine ederek şampiyon olmuş bir otomobildi.

Tabaton, S4’den sonra HF Integrale’ye de çabuk uyum sağlamıştı.

Üçüncü problem hakemlerdi. Manx, şampiyona dışı olmasa da resmi değildi. Zorluk derecelerine göre puanlama yapılan garip bir sistemi vardı. Otomobil daha önce Avrupa Şampiyonası’nın başka ayaklarında da yer almıştı ama Manx’in farklı olmasından dolayı hakemler M3’ü daha önce hiç görmemişlerdi. Prodrive, otomobili rahat kaldırabilmek için öne ve arkaya ikişer tane küçük uç eklemişti. Bu uçların arasına bir metal çubuk takıldığında tek kriko ile iki aksı da kaldırmak mümkün oluyordu. Fakat bu uçları tehlikeli bulan yarış hakemleri sebebiyle bir çözüm bulunması gerekiyordu. Sis farı kapaklarını burada kullanarak bir şekilde çözüm üretildi ve hakemler de bir daha konuşmadı.

M3’ün tamponundaki uçlar rahatlıkla görünüyor. Aynı yıl Fransa Rallisi.

Son problem ise yayıncı kuruluştu. Snijers’ın sponsoru Belçikalı bir tütün mamulleri üreticisi Bastos’tu. Fakat yarışı BBC sunacağı için üzerinde tütün reklamı olan bir otomobil yarışamazdı. Sezonun ilk ayağı Condroz’da Droogmans ve Duez’in önünde galibiyete uzanan Snijers ile birlikte otomobil şimdiden ün salmış, seyirciler tarafından Bastos M3 olarak nitelendirilmeye başlanmıştı. Bastos ana sponsordu ama Castrol de vardı. Prodrive’ın önemli adamlarından Ian Parry, petrol ve madeni yağ şirketlerinden Prodrive’a birçok anlaşma çözmüştü. Ağzı gerçekten laf yapan biriydi ve bir seferliğine mahsus, Castrol logolarının Bastos renkleriyle kullanılabilmesi için bir anlaşma yaptı. Otomobil kırmızı beyaz Bastos renklerinde olacak ancak Castrol ana sponsor olarak yer alacaktı. Böylece bu sorun da aşılmış oldu ama durum Bastos için oldukça talihsizdi.

Yazılar değişse de renkler aynı kalmıştı.

“İnsanlar otomobili Bastos M3 olarak adlandırmıştı ama en meşhur galibiyetinde hiçbir yerinde Bastos yazmıyordu!” – Patrick Snijers.

Tüm bu olaylar atlatıldıktan sonra Snijers için plan basitti. İlk etaptan itibaren atak yapacak ve Manx’e meydan okumanın onu cezalandırmamasını umacaktı. Kendine ve otomobile güveniyordu ve Manx’de kendine güvenmek her şey anlamına geliyordu. İlk gün 15 etabın 10 tanesini aldığında herkesin ağzı açık kaldı. Son şampiyon Jimmy McRae’e 34 saniye fark atmıştı. Apex’i bir an olsun bırakmayan kendinden emin duruşu ve eşsiz emme sesiyle birlikte gelen tuhaf kayma açıları ile M3 gerçekten bu iş için yapılmıştı. Safkan bir asfalt ralli otomobiliydi, Prodrive dersine iyi çalışmıştı. İkinci günde McRae daha baskın olsa da Snijers liderliği bırakmadı. Sürekli ilk iki sırayı kapatan pilotlar, etap başına birbirlerinden en fazla 1 saniye iyilerdi ve Snijers’ın ilk günkü ezici üstünlüğü farkın kapanmasına izin vermiyordu. Son günde de hata yapmayan Snijers, ralliyi McRae’in Sierra’sından 31 saniye önde kazanmayı başardı. Şampiyonadaki rakibi Tabaton, 4×4 Lancia Delta’sı ile sekiz dakika geride ancak dördüncü olabilmişti.

Snijers haftasonu boyunca genelde uçtu. Net çekilebilen nadir fotoğraflardan.

Snijers’ın bu galibiyeti, BMW’ye hiçbir zaman unutamayacakları bir hatıra bıraktı. E30’un rallilerde yarışması fikri, her ne kadar devamı gelmese de fazlasıyla heyecan vericiydi ve bu güzel zaferle de motorsporları tarihinde bir iz bırakmayı başardı. Benim için 1988 yılı, Senna’nın eşsiz MP4/4 ile aldığı şampiyonluğu, Vatanen’in Pikes Peak zaferi, Jaguar’ın 31 sene sonra gelen Le Mans 24 Saat galibiyeti ve Snijers’ın Manx Masalı ile birlikte motor sporlarının en özel yılı. Bu sebeple yıldönümü olan 16 Eylül’de bu unutulmaz galibiyete bir selam da bizden olsun.

Kaynak: 1,2

 

You may also like

Leave a Comment