Futbol artık teknik direktörlerin oyunu oldu. Menajerlerin ve taktiklerinin bu kadar konuşulduğu günümüz oyununda, farkı artık detaylar yaratıyor. Bu farklıklardan biri olan Antonio Conte, hem İtalya’da hem de İngiltere’de futbolun değişimine ciddi katkılar yaptı. Oynattığı oyunun özgün olması bir yana, detaycılığı ve hırsı başarının kapısını açtı.
Futbolculuk kariyerinin çok büyük bir bölümünü Juventus’ta geçiren Conte, futbolu bıraktıktan sonra Siena’da yardımcı antrenör olarak çalıştı. Sonrasında Arezzo, Bari ve Atalanta’da teknik direktörlük yaptı. Bu tecrübeler ona efsanesi olduğu takımın menajerliğini getirdi. Conte gelecek vadeden bir teknik direktördü ve Bari ile Serie B zaferi yaşamıştı. Juventus’un onu tercih etme sebebi bunlar olduğu kadar kulübün hedefleriyle de alakalıydı. Calciopoli skandalı sonrasında Juventus ciddi anlamda bir düşüş yaşıyordu. Kulüp sahipleri de yeniden rekabetçi olabilmek adına kulübün efsanesi ve potansiyelli menajer Conte’yi getirmenin daha doğru olduğunu düşündü. Pirlo, Vidal, Lichtsteiner gibi isimlerin de transfer edilmesiyle şov başlıyordu.
Antonio Conte üç sezon Juventus’un başında kaldı ve bu üç sezonda da Serie A zaferi yaşadı. Bu üç şampiyonluğun ilki(2011-12) namağlup bir şekilde gerçekleşti. Öyle ki İtalya’da 20 takımlı lige geçildiğinden beri ilk kez bir takım bunu başarmıştı. 2013-14 sezonunda ise lig rekoru olan 102 puanla şampiyonluk geldi. Takım gerçekten durdurulamaz gözüküyordu. Juventus, onun yönetiminde genellikle 3-5-2 dizilişini kullandı. Bonucci-Chiellini-Barzagli üçlüsünün savunmadaki etkisi, Andrea Pirlo’nun derin oyun kurucu rolünde inanılmaz işler yapması, orta sahadaki dinamizm… İtalya’da bu takımın çok başarılı olmasını sağladı. Conte’nin taktiksel olarak takımına verdiği biçim, yoğun çalışma temposuyla birleşince ortaya çıkan şey elbette özel oldu. Onun antrenörlük tarzında çalışma ve her şeyini vermek hayati bir yerde. Öyle ki Antonio Conte; fiziksel olarak takımını zorlayan, oyuncularının her şeyini denetleyen, taktiksel açıdan oldukça obsesif ve talepkâr biri . Durumu örneklemek adına Juventus efsanesi Giorgio Chiellini’ye kulak verelim:
“Conte’nin istekleri sadece maçlara özgü olmaz. Her gün, her antrenmanda sizden bir şeyler ister. Bir çavuş gibidir! Onun ortamında çok özel bir şey hissedersiniz. Antrenman sona erdiğinde ise bir ölüsünüzdür. Yorgun değil, ölü!” [1]
Juventus kariyerinin ardından onun için sıradaki görev İtalya Milli Takımıydı. Euro 2016 sonuna kadar takımı yöneten Conte, görevdeyken 3-5-2 ve çeşitli dörtlü dizilişler kullandı. Elemelerde başarılı bir performans sergilemişti ama turnuva asıl ölçüttü. İtalya’nın o Avrupa Şampiyonasındaki kadrosu çok tartışılmıştı. Kadronun yeterli olup olmayacağı bir merak konusuydu. Bir noktada haklı bir eleştiriydi çünkü yakın tarihte Avrupa şampiyonu olan takım ya da şampiyon olmuş başka takımlara kıyasla takım kalite olarak gerideydi. Buna rağmen Conte meziyetlerini göstererek, taktiksel olarak iyi işleyen bir yapı kurdu ve takımdaşlığı sağladı. Belçika’nın da yer aldığı gruptan lider çıktıktan sonra son iki senenin şampiyonu İspanya’yı elediler. Almanya’ya penaltılarla kaybedilen çeyrek final son maçıydı. Aslında ayrılığı turnuva öncesinden belliydi çünkü Conte, Milli Takım düzeyinde menajerlik yeteneklerini sergileyemediğini düşünüyordu. Onun için zor da olsa İtalya’dan ayrılan Conte, kulüp futboluna Chelsea ile dönecekti.
Premier Lig’in en rekabetçi olmaya başladığı zamanlarda oraya gitmişti Conte. Leicester City’nin sürpriz şampiyonluğunun ardından büyük takımlar cesur hamleler yapıyordu. Chelsea adınaysa bu takımı Antonio Conte’ye emanet etmek oldu. Sezona dörtlü savunma kullanarak başlayan Maviler, istikrarı yakalayamadı. Arsenal deplasmanında alınan 3-0’lık yenilgi sezonun dönüm noktası olacaktı. O mağlubiyetten sonra Conte dizilişi 3-4-3 olarak değiştirdi. Azpilicueta-David Luiz-Cahill geri üçlü olurken Marcos Alonso ve Victor Moses da kanat bek olarak görev yapmaya başladı. Bu ikilinin performansı Conte ile çok yukarı çıkacaktı. Matic-Kante orta sahası Conte takımlarının en önemli özelliği olan dinamizmi sağlarken kanat oyuncuları Hazard ve Pedro(zaman zaman Willian) skor yükünü taşıdılar. Diego Costa ise bu oyun tarzına oldukça uygun bir forvetti. Chelsea’deki en golcü iki sezonundan birini Conte ile yaşayan Hazard, o dönemki takım yapısına dair şunları söylemiş:
”Taktiksel pozisyonlara çok çalışıyoruz ve tamamen sahada ne yapmamız gerektiğini biliyoruz. Bizim ve savunmacıların nereye gideceğini de.”
”İçeriye daha yakındım çünkü Alonso kanat bek olarak orada. Ben sadece topu kazanırsak kontra atağa hazır olmam gerekiyor.”[2]
Üçlü savunmaya geçiş takımın ivmesini yukarı çıkardı. Savunma kurgusu çok başarılı olan bu takım oyun üçüncü bölgeye taşındığında da durdurulamaz gözüküyordu. Elbette karşı presi de gayet iyi uyguluyorlardı. Bütün bu taktiksel değişiklikler şampiyonluğun kapısını açtı. Premier Lig’de üçlü savunma kullanan çok fazla takım yoktu onlara kadar. Belki de bu yönde bir taktiksel değişiklik çok riskliydi ama takım yapısı buna uygundu. Fark yaratmaları da bu şekilde mümkün oldu. İkinci sezonları ise ilki kadar başarılı değildi. Belki de bu kadar yoğun bir fiziksel tempoyu, Şampiyonlar Ligi’ni oynamaya başlamaları ile birlikte, sezona yaymak mümkün olmadı. FA Cup’ı da kazanan Conte, o yaz görevden ayrıldı.
Bir seneye yakın kulüpsüz kaldıktan sonra kendisinin saha kenarına dönüşü Inter ile oldu. İlk sezonunda ligi bir puanla kaybettiler. Şampiyonlar Ligi’nden Avrupa Ligi’ne düşmelerinin ardındansa o turnuvada finalde kaybettiler. İkinci sezonda ise Milan ile son ana kadar giden şampiyonluk yarışında ipi göğüslemeyi başardı Mavi Siyahlılar. Ne tesadüf ki kendisinin şampiyonluklarıyla başlayan Juventus dominasyonunu bitiren de o oldu. Conte bu iki sezonda da kendisinin uzmanlaştığı üçlü savunma yapısını kullandı. Romelu Lukaku ve Lautaro Martinez’i 3-5-2’nin en ucunda görevlendirdi ve ikili skora ciddi katkılar verdi. Orta sahadaki Barella’nın ceza sahası koşularıyla hücuma destek vermesiyle oyuncu kariyer sezonunu yaşadı. Skriniar-De Vrij-Bastoni üçlüsü ligin en iyi savunma hattıydı. Kulübün küçülme kararı alması Conte’nin de Inter döneminin sonu oldu. 2021’in sonlarına doğru Premier Lig’e Tottenham ile döndü. Takımın kötü giden ivmesini büyük ölçüde değiştirerek tekrar Şampiyonlar Ligi’ne taşıdı. Perisic, Bissouma, Richarlison gibi hamlelerle bu sezon iddialı olacağa benziyorlar.
Antonio Conte’nin oyun tarzı hakkındaki en büyük yanılgılardan biri onun kontra-atağı daha çok kullandığı düşüncesi. Conte takımları savunmada her zaman güçlüdür. Nerede ve nasıl pozisyon alacağını çok iyi bilir ama bu onun savunmayı öne çıkardığı anlamına gelmiyor. Tam aksine tıpkı futbolu değiştiren insanlar gibi o da pozitif oyunu iyi oynatmak istiyor. Tottenham’a katıldıktan sonra kulüp kanalına söylediği üzere: ”Koçluk felsefem çok basit: Taraftarlarımız için iyi ve ilgi çekici bir futbol oynamak, istikrarlı bir takıma sahip olmak- yükselen ve düşen değil.” Onu özel kılan da bunu kendi tarzıyla yapması. Saha içindeki her bir detayı düşünerek ve oyuncularına aktararak, oyuncularının beslenmesinden cinsel hayatlarına kadar fedakarlık yapmalarını isteyerek, onlardan her zaman yüksek seviyede performans talep ederek kazanmayı başardı bu zamana kadar. Conte takımlarını izlerken onu asla yerinde sakin oturmuş görmezsiniz. Maç heyecanını saha içindeymişçesine yaşar. Basın toplantılarında ketakndisini iyi ifade eder. Aslında futbolu çok sevdiği için üstüne bu denli çaba sarf eder. Hatta kendisinin esprili bir şekilde YouTube’da katıldığı bir programda söylediği gibi: “Taraftarlara karşı eşine olduğundan daha romantik. Elbette bu tarzın getirdiği kadar götürdüğü de olabilir ama sonuçta kendisinin felsefesi çok açık: Kazanmak fedakarlık gerektirir.” Bu yüzden yazı başlığında o cümle yer alıyor.
Bugün 53 yaşına basan Conte, futbola renk katan figürlerden biri. İtalya’da dört kez şampiyon oldu. Premier Lig’i taktiksel açıdan bambaşka bir noktaya taşıdı. Şimdi ise bütün tecrübesini Tottenham’ın geleceği için kullanmakta. Futbola kattığı her şey için ona teşekkürler, iyi ki doğdun Antonio Conte!