Bulutlara Yarış

Yazar: Akın Temiz

Bu pazar günü 100. kez düzenlenecek Pikes Peak tepe tırmanışı için geri sayım sona eriyor. Dayanıklılığın bir kenara bırakılıp sadece hızın ön plana çıkarıldığı, tehlikeli yollarda önlem olmaksızın yarışan cesur pilotların yarışı Pikes Peak’e Avrupalı üreticilerin de katılmasıyla yaşanan altın çağ, Audi’nin başarıları, Ari Vatanen’in Climb Dance’i ve dahası sizlerle…

Motor sporları, çoğu zaman hız ve dayanıklılığı bir arada tutan ve pilotları, hızını korurken otomobili de korumaları zorunluluğuna iten bir spordur. Öyle ki; “Dayanıklılık” ve “İstikrar” yıllar boyu özellikle pist yarışlarında sonucu belirleyen özellikler olmuş, “Saf hız” ve “Agresiflik” her zaman otomobilin kaldırabildiği derecede başarılı olmuştur. Yine de hızı belirleyen özellikler fanlar tarafından her zaman daha ön planda tutuluyor ve “En iyi sıralama pilotu” veya “Tek turda en hızlı pilot” gibi terimler özellikle son zamanlarda sıklıkla konuşulur hale geldi. Fakat Le Mans’da geçen 23 saat ve 50 küsur dakika sonunda lider giden bir Toyota yolda kalınca, isminde dayanıklılık kelimesi geçen bir seri için milyonlar harcamış Köln’deki mühendislerin yaşadığı hayal kırıklığını düşünmek istemezsiniz. İşte o an, biraz daha hızlı olabilmek adına alınmış tüm riskler sorgulanır ve her şey geriye sarılır.

Pistlerde durumlar böyleyken rallide ise biraz daha farklıdır. Kısa süren ama sıklık içeren etap programları, yollardaki beklenmedik etkenler ve hava koşulları, ralliye zorluk katan önemli şeylerden bazılarıdır. Otomobiller fazla güçlü ve hızlı olmadığı için mekanik arızalar pek fazla olmaz fakat darbeye bağlı problemler fazlasıyla oluşur ve bu da pilotun kusursuz sürüşüne bağlı bir durumdur. Yine hızlıca akla gelen bir Toyota vakası; 1998 WRC sezonunun son ayağı Galler Rallisi’nden geliyor. Lider Makinen’in 2 puan gerisindeki Carlos Sainz, Mitsubishi pilotunun henüz 6. etapta yarışın dışında kalması sonucu şampiyonluğa gidiyordu. Fakat Corolla WRC’si son etabın bitmesine 300 metre kala yolda kalınca, tüm haftasonunu rahat geçiren Sainz-Moya ikilisi gün sonunda kendilerini dumanlar tüten otomobili tekmelerken bulmuştu. Daha az sıklıkla da olsa rallide de bu tarz olaylar yaşanabiliyor fakat mühendislik çok aşırı olmadığı için alınan riskler de otomobilin dayanıklılığını pek riske atmıyor.

Peki bu sporda hiç mi aşırıya kaçılmıyor? Bu sorunun cevabı tırmanma yarışlarında. Ve bunların en ünlüsü de Pikes Peak. Colorado’nun meşhur Rocky Dağları’nda yer alan Pikes Peak, motorsporlarının en ünlü tırmanma yarışına ev sahipliği yapıyor. Bu sene 100. edisyonu düzenlenecek yarış için farklı kategorilerden takımlar buraya en hazır şekilde geliyor ve pilotlar 20 kilometre, 156 viraj ve yaklaşık 1,5 kilometrelik irtifa kazanımının ardından finiş çizgisine tek parça gelebilmeyi umuyorlar. Dağ asla hata affetmiyor, zira etrafta hiçbir güvenlik önlemi ve koruyucu bariyer yok. En ufak bir hatada Colorado şehir merkezine birkaç saniyede inebilme ihtimaliniz var. Öyle ki, parkurdan Colorado’ya karayoluyla ulaşım 25 km; ama bir U virajda fren kaçırırsanız sadece 3 km. En azından 2011’den itibaren tamamen asfaltlanan yol ile beraber güvenlik, geçmişe göre daha üst seviyede. Yine de Pikes Peak için hazırlanan makineler fazlasıyla korkutucu ve amatör katılımcıların yanında büyük markalar da sınırları fazlasıyla zorluyor.

Burada 7 zafer kazanan Nobuhiro Tajima, Suzuki SX4 ile birlikte.

Grup B döneminin başlaması ve Avrupalı üreticilerin dikkat çekmesi sonucu başta Audi olmak üzere Mazda, Ford ve VW’de dahil olunca Pikes Peak, ciddi bir reklam yüzü haline geldi. Dayanıklılığın geri plana itildiği, tamamen hıza odaklı yarışta çok enteresan konseptlerle markalar birbirini avlamaya çalışıyordu. Volkswagen, biri önde diğeri arkada iki tane 320 bg motor ve dört tekerlekten çekiş sistemi ile donattığı mutant Golf’ü ile geliyor, Audi ise WRC’de kullandığı Quattro S1 ve muhteşem Michéle Mouton’a güveniyordu. Blomqvist ve Mikkola’ya karşın kısa şasili S1’leri daha çok seven Mouton, Audi’nin titreşim problemlerini gidermek için radyatörleri ve bataryaları arkaya almasıyla kusursuz bir otomobile sahip olmuş ve rekoru tam 13 saniye ile geliştirmişti. Mouton’un bu başarısı, onu Amerikan olmayan ilk galip yaparken aynı zamanda Pikes Peak’deki yeni çağ da başlamış oluyordu. Ertesi yıl daha da geliştirilmiş SL şasisi ile Pikes Peak’in efsanesi Unser ailesinden Bobby Unser, rekoru 16 saniye daha geliştirdi.

Grup B yasaklandıktan sonra 1987’de devreye Peugeot girince işler iyice kızıştı. Üst üste iki kez kazanan Audi, Kuzey Amerika’daki pazarında ciddi ilerleme kaydederken Grup B dönemi bitince WRC’den ayrılan Peugeot’da ileri mühendisliğini burada göstermek istiyordu. Peugeot’nun 205 T16’sı zaten önceki iki yılda WRC’yi domine etmişti. Pikes Peak’e ise 550 bg ve 850 kg’lik bir canavar hazırlayıp Paris-Dakar Rallisi’nde kullandıkları pilot üçlüsü Ari Vatanen, Shekhar Mehta ve Andrea Zanussi ile gelmişlerdi. Mehta ve Zanussi bir yana dursun, asıl plan Vatanen’di. Fin pilot, 1981’de Rothmans sponsorlu Escort ile şampiyonayı kazanmış ve fabrika takımı olmayan bir takımla bunu yapan ilk ralli pilotu olmuştu. 1984’de Peugeot’ya geçen Vatanen iki senede bitirmeyi başarabildiği altı rallinin beş tanesini kazanmayı başarmıştı fakat 1985 Arjantin Rallisi’nde ölümden döndüğü kazadan sonra 18 ay boyunca tedavi görmüştü. Koltuğunun kırılması sonucu uzun süre sakat kalması, yeteneklerinin köreldiğini düşünmesi ile birlikte onu depresyona itmiş olsa da Peugeot onunla bağını hiç koparmamış ve iyileşir iyileşmez Paris-Dakar Rallisi’ne göndermişti.

Vatanen de bu jeste yetenekleriyle karşılık vermiş ve ralliyi kazanmayı başarmıştı. Vatanen tümüyle Pikes Peak’e hazırdı, saf hız olarak ralli tarihinin en iyilerinden biriydi ve kullanacağı otomobil de gayet yeterli performanstaydı. Buna karşın Audi’de Vatanen’in karşısına kendi efsanesi Walter Röhrl’ü koymuş, 600 beygir gücüne ulaşan motor ve yetenekli pilotu ile Alman üretici yine iddialıydı. Antrenmanlarda bu dağa ilk kez çıkan Vatanen ve Röhrl birbirleriyle savaşıyordu ve Vatanen biraz daha iyi görünüyordu. Fakat yarış günü Vatanen’in otomobilinde patlayan turbo hortumu Fransızların umutlarını söndürmüş, Mehta ve Zanussi’de Röhrl’ü geçemeyince Audi üst üste üçüncü şampiyonluğunu kazanmıştı.

1987’de Röhrl, 11 dakikanın altına inen ilk isim olmuştu.

1988 için yeni 405 T16’yı getiren Peugeot, bu sefer Vatanen’in yanına Kankkunen’i de eklemiş ve ciddi anlamda güçlenmişti. Audi ise 1988 için 200 Quattro ile Trans Am serisine geçerek ABD’de pistlere inmişti ve Pikes Peak’de yoktu. Peugeot belki Audi’yi yenme fırsatını kaçırmıştı ancak rekorunu kırabilirdi. Röhrl’ün önceki yıl 21.4 saniye geliştirdiği rekoru kırmak hiç kolay olmayacaktı ancak işte tam da burada Vatanen’in yetenekleri ortaya çıkacaktı. Ari Vatanen’in 1981’deki şampiyonluğu, Grup B dönemindeki zaferleri ve neredeyse kariyerini bitiren kazasından bahsetmiştik. Kariyerinin devamında ise dört tane (1988’de 2 saat farkla lider giderken otomobili çalınmasaydı beş tane) Dakar zaferi alan Vatanen, emekli olduktan sonra ise kendini siyasete vurdu.

10 yıl kadar Avrupa Parlamentosu’nda milletvekilliği yapan, ardından da FIA başkanlığı için Max Mosley’ye meydan okuyan Vatanen, epey ünlü olmasına rağmen halen 1988 Pikes Peak ile hatırlanıyor. Bunda önemli bir etken de tam dört ödül alan 5 dakikalık Jean Louis Mourey kısa filmi olan “Climb Dance”. Vatanen’in 4500 metre irtifada nasıl gazladığını, helikopter çekimleri ve onboard görüntüleri de dahil olmak üzere eşsiz şekilde anlatan film sayesinde 1988 Pikes Peak, motorsporları fanlarının gönlündeki yerini koruyor. Filmin en vurucu kısmı ise sonlarda geliyor; 660 beygir gücü üreten canavarı toprak yolda kontrol etmeye çalışan Vatanen’in yüzüne güneş vuruyor ve Ari, bir elini siper edip diğeriyle sürmeye devam ediyor.

Vatanen, 405 T16 ile parkurda.

Climb Dance kuşkusuz şekilde güzel bir filmdi ve eğer içerdiği malzeme yeteri kadar güzel olmasaydı kesinlikle izlenmezdi. Motorsporlarının en aşırı organizasyonlarından birinde bir dağın tepesine tırmanan ve ölümüne gazlayan bir adam. Üstelik iki sene önce az daha yaşamını yitiriyordu. Bu cesur ve fazla hızlı adamın günümüzde halen popülaritesini koruyan tek videosu bu değil. 1983 Manx Rallisi’nde Manta 400 ile yarışırken bir anlık kontrolü kaybedip sonrasında toplaması ve kopilotu Terry Harryman’in “Dear God!” demesi de milyonlar tarafından izlendi. 1988 Paris-Dakar’da Uçan Hollandalı Jan de Rooy’un DAF Turbo Twin’i ile yarıştığı video da fazlasıyla ünlü oldu. Kısacası Vatanen’in agresivitesi, onu her zaman ön plana çıkardı ve bu da çok sevilmesini sağladı. O, genelde ikinci ve ya üçüncü olmazdı. Ya birinci olurdu ya da otomobili hurdaya çevirirdi. O dönemlerin Colin McRae’siydi. 20 etaplık bir ralli için ideal olmayabilirdi çünkü ortası yoktu, ya çok hızlıydı ya da tarlada, ağaçlarda ve ya bir duvardaydı. Ama 20 kilometrelik bir tırmanma yarışı için en iyi seçenekti.

Pikes Peak’e yeniden gelirsek Climb Dance’in ve Vatanen’in, organizasyonun şu anki popülerliğindeki etkisi çok büyük. 1988 için geliştirilen 405 T16, selefi 205 T16 ile aynı altyapıyı paylaşmasına rağmen hem daha güçlüydü hem de dört tekerlekten çekişin yanında yönlendirme de vardı. Peugeot bu sefer pilotlarına en iyisini vermeyi başarmıştı. Ama son bir soru daha vardı, hangisi kazanacaktı? Bir tarafta son 2 yılın WRC şampiyonu Juha Kankkunen, diğer tarafta da Vatanen. İlk 10 km tabelasında Kankkunen, Vatanen’den saniyenin yüzde biri daha hızlıydı. Bu, aynı otomobili kullanan pilotlar için çok normaldi. Ama Vatanen, farkını sonraki bölümde ortaya koyacaktı. Son bölümde ağaçlar bitip gökyüzü başlıyordu ve Vatanen’in elini siper ettiği yer de tam burasıydı. Dağın o kısmı kel olduğu için yarış öncesi çıkan fırtınadan etkilenmiş ve parkur çamur ve taşlarla dolmuştu. Fakat tam gaz giden Vatanen, bu zorlu bölümde Kankkunen’in 5 saniye önüne geçmeyi başardı ve yarışı kazandı. Üstelik rekoru da kırmıştı; Röhrl’ün derecesi tarih olmuş, Ari rekoru 0,63 saniye geliştirmeyi başarmıştı.

Kankkunen ve Vatanen, sponsorların verdiği peynir, süt ve cep telefonu ile zirvede poz veriyor.

Vatanen ve Peugeot’nun bu başarısı, onları Dakar programı ile Pikes Peak’i eş geliştirmeye devam etmeye itti ve başarılar da beraberinde geldi. 1989’da Vatanen buraya rekorunu geliştirmeye gelse de öncekinden yaklaşık 15 saniye daha iyi bir şekilde giderken patlayan lastik sonucu hayal kırıklığı yaşadı. Yine de Peugeot, Robby Unser ile o yılı kazanmayı başardı ama rekor kırılmamıştı. Vatanen’in rekoru 1994’de Rod Millen tarafından 900+ beygir güçlerindeki bir Toyota Celica ile kırıldı. Ari, 1989’da rekoru geliştirmeye çalışırken lastik patlatınca bir daha asla Pikes Peak’e gelmedi ama anısı hala yaşıyor. 2013’de Peugeot buraya yıllar sonra geldiğinde elinde yine 1988’e benzer bir paket vardı. Sébastien Loeb gibi bir yeteneğe ve 908 Le Mans otomobilinden alınan parçalarla geliştirilmiş bir 208 T16’ya sahip olan Peugeot, tamamen asfaltlanan yolda rekoru bir buçuk dakika kadar geliştirmeyi başardı. Parkurun son rekoru ise 2018’de kırıldı ve iki kez Le Mans 24 Saat şampiyonu Romain Dumas, tamamen elektrikli VW I.D. R ile süreyi 8 dakikanın altına çekmeyi başardı.

Volkswagen, elektriğin gücünü Dumas’nın kırılması zor görünen rekoruyla gösterdi.

Geçen yıl ise Robin Shute, Dumas’nın önünde galibiyete uzanmıştı. Bu yıl 100. kez yapılacak olan bu eşsiz yarışta Shute unvanını korumak için yer alacakken burada 5 kez kazanan efsane Rod Millen’da 1998’de şampiyon olduğu Toyota Tacoma’sı ile yarışarak renk katacak. Renk katmak demişken Ken Block’da burada yer alacaktı fakat antrenmanlarda yaşadığı motor problemi sebebiyle start alamayacak. Yine de yüksek hızlı virajları, tehlikeli parkuru ve helikopter görüntüleriyle güzel şov sunan Pikes Peak izlenmeye değer olacak.

Bu yazılar da hoşunuza gidebilir

1 yorum

Memduha Yörük 27 Haziran 2022 - 11:07

Çok faydalı olmuş. Emeğinize sağlık

Cevap

Yorum Yap