Rekabet dünyasında iki seçeneğiniz vardır; kaybedebilirsiniz ya da kazanmak istiyorsanız değişebilirsiniz. Bugün motorsporlarının en büyük isimlerinden biri olan Sébastien Loeb tam da bunu yaptı ve öğrenerek değişmeyi başardı. Sonuç mu? Tarihin en çok şampiyon olan ralli pilotu oldu ve üstelik bu yaşında yarışmaya da devam ediyor. Profesyonel kariyerine 28 gibi motorsporları için fazlasıyla geç bir yaşta giriş yapan Loeb, belki de öncesinde içinde olduğu jimnastik ve elektrik sektöründe boşa geçirdiği yılların acısını çıkarıyor. Biz de asla yaşlanmayan Fransız jönünün yeni yaşını, geçmişine göz gezdirerek kutlamak istedik.
Sébastien Loeb, 26 Şubat 1974’de Fransa’nın Almanya sınırında kalan Haguenau’da doğdu. Genç yaşta başladığı jimnastikte dört kere Alsas bölgesi şampiyonu oldu ve Fransa şampiyonasında beşincilik kazandı. 1992’de liseden mezun olduktan sonra elektrik mühendisliği okuyabilmek için meslek lisesinde ders görmeye devam etti. Bu süreçte 2. Dünya Savaşı’ndan kalma yorgun bir yapı olan Haguenau havalimanı yakınlarında bir şirkette elektrisyen olarak çalışmaya başladı. Havalimanı, Maginot hattının bir parçası olarak silahlandırılmış ve etrafı karadan yol katetmek için fazlasıyla elverişsiz bir yapıda tasarlanmıştı. Fakat Almanların işgali sonrası çevre yollar düzeltilmiş ve asfaltlanmıştı. Ne var ki o tarihten beri pek bakım görmemişti ve Loeb’ün ralli ile olan bağı, pek fazla kullanılmayan havalimanının etrafındaki bozuk yollarda oluşup güçlenecekti. Babasının gözü gibi baktığı bir NSU Ro 80 vardı ve Loeb, onu her kullandığında zavallı otomobilin dönemine göre fazla dayanıksız üç ileri yarı otomatik şanzımanı dağılıyordu. Evet bu, Ro 80’lerde kronik bir sorundu çünkü tork konvektöründe üretim hataları vardı. Ancak problem biraz da Loeb’deydi çünkü otomobili gereğinden fazla zorluyordu. En sonunda babasından ambargoyu yiyince birikmişiyle bir Renault 5 GT Turbo aldı. 10 yaşında bir otomobil olmasına rağmen döneminin en iyi hot-hatch’lerinden biriydi. Önden çekişli bir otomobil olmasından dolayı da Loeb’ün özellikle kariyerinin başlarında kullandığı Kit Car’larda rahat olmasının sebebi olacaktı. Hayatını nasıl kazanmak istediğine karar veren Loeb 1995’de 21 yaşındayken okulu ve işi bırakarak yarışlara katılmaya başladı. İlk başta junior seviyede ralli ve tırmanma yarışlarına katıldı.
Fazla ciddi yarışmadan daha çok keyif odaklı sürmesine rağmen birkaç senede dikkat çekmeyi başardı ve 1998 için önüne iki fırsat çıktı. O yıla kadar daha çok ralli kros şampiyonalarında yarıştığı için başaltı sponsorlar tarafından istenilen bir adamdı ve Lohéac ile Andros gibi önemli etkinliklerde yarışma fırsatı için teklifler geldi. Bir yandan da tek marka kupası olan Citroën Saxo Trophy vardı ve aslında Loeb’ün pek de aklında olmayan WRC yolu için çok büyük bir şanstı. Citroën yolunu seçen Loeb, birlikte büyük başarılara imza atacağı copilotu Daniel Elena ile 1999’da 7 rallinin 4 tanesini kazanarak seride şampiyon olmayı başardı.
2000 yılında ilk defa bir WRC otomobilinin direksiyonuna geçen Loeb, asfalt ralliler olan Fransa ve İtalya’da Didier Auriol, Armin Schwarz ve Alister McRae gibi tecrübeli kurtları geçmeyi başardı ve şampiyonada adından ilk defa söz ettirdi. Bu başarısı sayesinde de 2001’de Citroën takım patronu Guy Fréquelin, onu yeni kurulan Junior WRC’de görmek istedi ve Loeb Citroën Saxo S1600 ile 6 rallinin 5’ini kazanmayı başardı. Kazanamadığı tek ralliye katılamamıştı bile çünkü Citroën, onu Sanremo Rallisi’nde Xsara WRC’nin koltuğuna oturtmaya karar verdi. Soğuk İtalyan asfaltında bir asfalt ustası olan Gilles Panizzi’nin arkasında ikinci olan Loeb, böylece ilk podyumunu bir WRC otomobiliyle henüz üçüncü yarışında almış oldu. Aslında bu bir sürpriz değildi, zira Fransızlar her zaman asfalt rallilerde öne çıkmış, yıllar boyunca Ragnotti, Auriol, Panizzi ve Delecour gibi asfalt spesiyalistlerini çıkarmışlardı. Fakat asfaltta bu kadar iyi olabilmek, dünya şampiyonluğu için yeterli değildi. Bu isimlerden sadece Didier Auriol şampiyon olabilmiş, ancak buna ulaştığı yıl olan 1994’de kazandığı 3 rallinin 2 tanesini yine asfaltta kazanmıştı. Loeb’de iyi bir asfalt kumaşı olsa dahi, onu geleceğin şampiyonu olarak değerlendirmek için toprak rallilerde neler yapabileceğini de görmek gerekliydi. Bu sebeple Citroën onun için 2002’de farklı bir yarış takvimi çizdi ve Loeb 14 rallinin 8 tanesine katılmak için sözleşme imzaladı. Philippe Bugalski ve Jesus Puras gibi asfalt ustaları varken Citroën, Loeb’ü daha çok toprak ve karlı rallilerde deneyerek potansiyelini keşfetmek istemişti.
2002 sezon açılışında karlı ve buzlu Monte Carlo dağlarında muhteşem bir performans gösteren Loeb, ilk gün 4 etabın 2 tanesini alarak liderliğe oturmayı başardı. Fakat ikinci günü de lider bitirmeye hazırlanırken son etapta kural dışı bir lastik değişimi yaptığı için 2 dakikalık bir ceza aldı. Ancak Citroën cezayı temyize götürdü ve Loeb son gün hata yapmayarak ralliyi kazanmayı başardı. Fakat sonrasında takım, haksız olduğunu anlayıp itirazı geri çekince galibiyet Fin efsane Tommi Mäkinen’e gitmiş oldu. Eğer Loeb o 2 dakikalık cezayı almasaydı son 3 Monte Carlo Rallisi’nin galibi Mäkinen’e 45 saniye fark atacaktı ki böyle bir fark ilk defa karda WRC otomobili kullanan bir çaylak ile 4 kere Dünya Şampiyonu bir efsane arasında olduğunda çok daha önemliydi. Sonuç ne olursa olsun Loeb, hakkındaki soru işaretlerine bir cevap vermeyi başarıp ralliyi ikinci sırada bitirdi. Fakat sonrasında çıktığı iki ralli olan İsveç ve İspanya’da çaylak hataları yaptı. Loeb’ün hızlı olduğu aşikardı fakat yavaş virajlarda kontrol hataları yapabiliyordu. Yine de bu sorun, hızlı virajlarda hata yapmasından veya hiç hızlı olamamasından büyük bir problem değildi. Bunun üzerine giden Fréquelin, otomobil kontrolü konusunda iyi bir örnek olan Philippe Bugalski’den Loeb ile ilgilenmesini istedi. Tecrübeli Bugalski, 1999’da Citroën ile 2 asfalt WRC ayağı kazanmıştı ve temkinli sürüşü ile bilinen bir isimdi. Bugalski’nin bazı yönlendirmeleriyle kendini yontmaya başlayan Loeb, ilk toprak rallisine Yunanistan’da çıkıp 7. oldu. Hemen ardından Kenya’daki Safari Rallisi’nde 11 etabın 3 tanesini alarak toprakta ilk etaplarını da kazanmış oldu. Ve sezonun sonlarına yaklaşırken de tarihin yazılmaya başlandığı o an geldi. Sébeastien Loeb, 2 kez çok yaklaştıktan sonra kariyerinin ilk WRC galibiyetini asfalt Almanya Rallisi’nde kazanmayı başardı. 22 etabın 11 tanesini alan Loeb, Richard Burns ve Marcus Grönholm’ün önünde Citroën’e sezonun ilk ve tek galibiyetini getirmişti. Loeb’ün bu başarısı, yine ödülsüz kalmayacaktı ve Citroën ile 2003 için tam sezonluk bir kontrat imzaladı. Ayrıca 2002’nin sonunda Race of Champions’dan da teklif aldı ve ilk defa katıldığı organizasyonda finalde Grönholm’e 2-1 yenilerek ikinci oldu.
2003 sezonu Citroën için ciddi bir yatırımdı, zira Carlos Sainz ve Colin McRae gibi iki efsaneyi yeniden bir araya getirmiş ve genç yetenekleri Sébastien Loeb ile kadroyu tamamlamışlardı. Otomobilde de geliştirmeler vardı ve Xsara WRC, önceki yıllardakine göre daha mücadeleciydi. Citroën, sezonun ilk rallisi Monte Carlo’da da bu yatırımın meyvesini fazlasıyla aldı ve ilk üçü tamamen kapattı. Loeb ise önceki yıl yarım bıraktığı işi bu sefer tamamlamış, McRae ve Sainz’ın önünde ralliyi kazanıp sezona lider olarak başlamıştı. Fakat Arjantin’de yaptığı kaza ile Yunanistan’da gelen mekanik sorun sonrasında Loeb, sezon ortasına doğru gelinirken yarıştan kopmaya başlamıştı. Ayrıca Türkiye’de de başına garip bir olay geldi. Etaplar arasında bağlantı yollarını kullanırken Antalya dağlarında kaybolmuş, sonucunda yakıtı bitmiş ve aç susuz kalıp saatler sonra helikopterle kurtarılmıştı. Bu sebeple oradan da puansız ayrılan Loeb yine de Güney Kıbrıs’ta gelen üçüncülüğü Almanya’daki galibiyet izleyince bu iki iyi sonuçla lider Burns’ün 10 puan arkasında şampiyonada dördüncü sıradaydı. Avustralya’da gelen ikincilik sonrası İtalya’da Loeb yine kazanınca fark 2 puana düştü ve şampiyonluk savaşı iyice kızıştı. Loeb ve Burns’ün sorun yaşadığı Fransa’yı Solberg kazanınca bu sefer dengeler iyice değişti ve sezonun bitimine 2 ralli kala 61 puanlı lider Sainz’ın arkasında 58 puana sahip Burns ve Solberg ile 55 puanlı Loeb vardı. İşte burada Loeb en ihtiyaç duyduğu anda asfalt ustalığından yararlandı ve İspanya Rallisi’nde Panizzi’nin ardında ikinci oldu. Solberg beşinci, Sainz yedinci olurken Burns kaza yapıp puan alamadı ve sezonun son ayağı öncesi Loeb bir anda kendini liderlikte buldu. Son ayak olan toprak Galler Rallisi öncesi 63 puanlı iki isimden Loeb, daha çok galibiyet aldığı için Sainz’ın önündeydi ve 1 puan geriden Solberg, 5 puan geriden Burns takip ediyordu. Fakat şampiyonluk şansı, çok geçmeden 2 pilot arasına gelecekti. Richard Burns, haftasonu başlamadan önce bayılmış ve yapılan tetkikler sonrası Burns’ün bir beyin tümörü olduğu anlaşılmıştı. Carlos Sainz ise henüz 3. etapta kaza yapınca Loeb ve Solberg zirvede yalnız kaldı. Loeb ilk 3 etabın 2 tanesini kazanarak güzel başladı ve liderliği aldı. Ancak Petter Solberg rallinin geri kalanında muhteşem sürdü ve sonraki 15 etabın 12 tanesini alarak ralliyi kazanmayı başardı. Fakat sonradan belli olduğu üzere Sainz yarışın dışında kalınca Citroën, takımlar şampiyonluğunu garanti altına almak adına Loeb’ün risk almasını istememiş ve bu sayede yavaşlayan Loeb şampiyonluğu Solberg’e bırakmak durumunda kalmıştı. 1 puan geride ralliye başlayan Solberg 1 puan öne geçmiş ve şampiyon olmayı başarmıştı. Citroën ve Loeb için ise durum çok yıkıcıydı. Citroën tarafından bakıldığında iki pilotu ile lider girdiği ralliden pilotlar şampiyonluğunu kaybederek çıkmak büyük bir hayal kırıklığıydı. Loeb ise yerel kahraman Burns ve tecrübeli kurt Sainz’ın devrede olmadığı rallide Solberg’e geçilip şampiyonluğu 1 puanla kaybetmişti. Yine de eşit ekipmanı kullandığı takım arkadaşları Sainz ve McRae gibi isimleri yenebilmesi ve şampiyonluğu sonuna kadar kovalaması sayesinde Loeb, WRC’deki ilk tam sezonunda gelecekte neler yapabileceğinin sinyallerini fazlasıyla vermişti. Ayrıca 2003 Race of Champions’da önceki sene finalde kaybettiği Grönholm’ü bu sefer yenmeyi başardı ve ilk defa Şampiyonların Şampiyonu oldu.
2004’de McRae ile yolları ayıran Citroën, sezona Loeb ve Sainz ile yine şampiyonluk için en güçlü kadroyla girdi ve Solberg, sezonun ilk iki rallisinde geride kalırken Loeb Monte Carlo ve İsveç’i alarak başladı. Fakat 3. ayak Meksika’da lider götürdüğü yarışta karteri çatlatıp yarış dışı kaldı ve Yeni Zelanda’da da dördüncü olunca şampiyonada Markko Märtin’in gerisine düştü. Ancak sonrasında kendini iyi toparlayan Loeb, Güney Kıbrıs ve Türkiye’yi alarak yeniden öne geçmeyi başardı. Sezonun başından beri temposunu bulamayan Carlos Sainz ve yaptığı hatalarla üst üste üç ralliden puan çıkaramayan Märtin sayesinde Loeb zirvede az da olsa rahatlamıştı fakat korkulu rüyası Solberg kendine gelmiş, 2 ralli kazanarak farkı kapatmaya başlamıştı. Anlaşılan şampiyonanın kaderi yine bu ikilinin arasında geçecekti. Fakat yavaş başladığı sezonda iyi geri dönen Solberg, sonraki 3 rallide yarış dışı kaldı ve bu, Loeb’ün farkı ciddi şekilde açmasına sebep oldu. Kazandığı Almanya Rallisi sonrası Loeb ile Solberg arasındaki puan farkı 32’ye ulaşmış ve Fransız pilotun ilk şampiyonluğunu kazanacağı konusunda herkes hemfikir olmuştu. Ama Petter Solberg’in söyleyecek son bir sözü vardı ve Norveçli sonraki 3 ralliyi hatasız götürerek kazanmayı başardı. Solberg muhteşem bir iş yapmıştı belki ama Loeb’de bu rallilerin hepsinde ikinciliği bırakmayınca fark pek de kapanmamış, sezonun son düzlüğüne girilirken lehine olan farkı büyük ölçüde korumayı başarmıştı. Nitekim bunun meyvesini de sondan üçüncü ralli olan Fransa’da aldı ve bitime 2 ayak kala kariyerinin ilk Dünya Şampiyonluğunu elde etti. Ayrıca podyumda sonradan kendisiyle özdeşleşecek olan jimnastik günlerinden kalma meziyeti, ters taklasını ilk kez atmıştı. Sezonun son rallisi Avustralya’yı da ikinci olan Rovanperä’nın 2 dakika önünde kazanarak gövde gösterisi yapan Loeb nihayet kendinden bekleneni vermiş ve sezon içinde 2 karlı, 3 toprak ralli kazanarak da çok yönlülüğünü kanıtlamıştı. O aşamada en az Ragnotti ve Panizzi kadar iyi bir asfalt ustasıydı ve belki de Auriol’e göre daha çok yönlü bir yetenekti. Fransızların 10 yıl sonra çıkardığı ilk şampiyondu ve her sene gösterdiği gelişimle de üstüne koyabilecekleri sınırsızdı. Loeb çok hızlı öğrenen bir profesyoneldi ve Solberg’in galibiyet serisinde hata yapmayarak da baskıyı yönetme konusunda iyi olduğunu göstermişti. Ayrıca 2004’de aldığı 6 galibiyet ile tek sezonda en çok galibiyet rekoruna da ortak olmuştu ki rekorun diğer sahibi de 1992’de bitirebildiği 7 yarışın 6 tanesini kazanarak garip bir istatistiğe sahip olan Auriol’dü. Son şampiyon olarak katıldığı Race of Champions’da ise finalde Heikki Kovalainen’e geçildi ama Uluslar Kupası’nda Jean Alesi ile beraber Fransa’yı şampiyon yaptı.
2005’e son şampiyon olarak başlayan Loeb üst üste üçüncü kez Monte Carlo’yu kazanarak sezona girdi. Ancak İsveç’te son etapta motor arızasıyla yolda kaldı. İsveç’ten sonra Meksika’yı da kazanan Solberg’in gerisinde kalınca lider girdiği şampiyonada ilk birkaç ayakta yine geriye düşmüştü. Bunu önceki sezon da yaşayan Loeb artık daha tecrübeliydi ve adeta hayvani bir iştahla sonraki 6 rallinin tamamını kazandı. Bu bir rekordu, zira 1985’te Timo Salonen’in üst üste kazandığı 4 ralliden beri böyle bir şey yapılmamıştı. Loeb şampiyonayı darmaduman etmişti. Solberg ise bu süreçte iyi direnip 4 rallide podyumdan kopmamasına rağmen Güney Kıbrıs ve Yunanistan’dan yaşadığı şanssızlıklar sonucu puan çıkaramamıştı. Sezonun ortasında ciddi bir farkla öne geçen taraf, bir kez daha Loeb olmuştu. Rakipleri Solberg ve Grönholm’de sezonun geri kalan kısmında farkı kapatamadı ve Loeb 3 galibiyet daha alarak bu sefer bitime 3 ralli kala üst üste ikinci şampiyonluğunu ilan etti. Aslında Galler’de kazanıp şampiyon olma fırsatı vardı fakat Markko Märtin’in copilotu Michael Park’ın ölümü sonrası bu şartlar altında şampiyonluk kutlamak istemedi. Lider götürdüğü rallide bilerek süre cezaları alarak galibiyeti Solberg’e bırakan Loeb’ün bu davranışı sportmenlik konusunda büyük bir örnek oldu. Bir sonraki ayak Japonya’da ikinci olup elde ettiği şampiyonluktan sonra üstünde baskı olmadan çıktığı ilk ralli olan Fransa’da da tüm etapları kazanarak bir rekor kırmış oldu. Aslında 2005 sezonu Loeb için tamamen rekorlardan ibaretti. Öncelikle 2004’de ortak olduğu Auriol’ün rekorunu, 16 rallinin 10 tanesini kazanarak tarihe gömerken aynı zamanda da ikinciyle olan en büyük puan farkını da açmıştı. 1980’de Walter Röhrl’ün Hannu Mikkola’ya attığı 54 puanlık farkı, Solberg’e karşı kazandığı 56 puan farklı zaferiyle geliştiren Loeb artık durdurulamaz bir makineye dönüşmüştü. Race of Champions’da da Tom Kristensen’i yenerek bir kez daha şampiyonluğa ulaşan Loeb ayrıca o yıl kariyerinde ilk kez piste de çıktı. Le Mans 24 Saat yarışında Fransızların gururu Pescarolo ile yarışacağını açıklayan Loeb, daha önce hiç sürmediği piste alışabilmek adına yarışa katılacağını açıkladığı tarihten yarışa kadar çoğunlukla Gran Turismo 4 video oyununu oynayarak antrenman yaptı. Fazlasıyla tecrübesi olduğu yarışta dördüncü sırada giderken sabaha karşı Indianapolis virajında yoldan çıkan Loeb, kum havuzuna girip otomobile hasar verdi. Otomobil, hava girişlerinin temizlenmesi için pitte 3 dakikadan fazla kalınca Loeb ve takım arkadaşları için galibiyet şansı iyice azalmıştı. Yarışın 19. saatinde takım arkadaşı Ayari, Mulsanne düzlüğünde lastik patlatıp bariyerlere temas edince umut iyice azaldı. Ayari otomobili pite getirmeyi başarsa da hasar almış Pescarolo C60 ancak 288. tura kadar dayanabildi ve Loeb ve takımı, yarışın dışında kaldı. Buna rağmen Loeb, ilk pist deneyiminde gayet derli toplu yarışmış ve gelecek yıllarda da Le Mans’ı kazanmayı deneyeceğini söylemişti. 2005, Loeb için her anlamda çok çok iyi geçmiş ve Fransız pilot doğal olarak 2006’nın da muhtemel şampiyonu olarak nitelendiriliyordu.
Ancak 2006 sezonu başlangıç itibariyle biraz farklıydı. Citroën fabrika takımı, 2007 için C4 WRC’yi geliştirmek adına 2006’da yarışmama kararı almış ve süreci yönetmesi adına Kronos Racing ile anlaşmıştı. Kronos 1990’ların ortalarında kurulan nispeten ufak bir Belçika takımıydı ve Peugeot ve Citroën’i bünyesinde bulunduran PSA grubu ile bağlantıları, kurulduğu yıllara dayanıyordu. Takım Peugeot otomobilleri ile pistlerde ve rallilerde yarışmış, 2004 ve 2005’de de Citroën’in Xsara WRC’si ile şampiyonaya katılmıştı. Citroën 2006 için Kronos’un giderlerini karşılayan büyük bir anlaşma yaptı ve böylece kendi teknik kadrosu yeni otomobili tasarlamak için çok daha fazla zaman bulacaktı. Fakat bu, Loeb için daha küçük ve tecrübesiz bir takımda yeni insanlarla çalışmak demekti. Üstelik önceki yılın otomobiliyle yarışacaktı ve buna karşılık Ford, yeni Focus’unu iyice geliştirmiş ve Subaru da yepyeni bir Impreza ile gelmişti. Ford’dan Marcus Grönholm ilk iki ralliyi kazanarak sezona gayet iyi bir giriş yaptı. Loeb ise hemen ensesindeydi ve iki ikincilikle farkın açılmasını önledi. Önceki yıllarda hep sezona iyi giren ve sonra geriye düşen Loeb olmuştu ama bu sefer öyle olmayacaktı. Sonraki 10 ralliden 8 galibiyet ve 2 ikincilik çıkarmayı başaran Loeb yine muhteşem bir seri ile şampiyonada farkı 35’e çıkarmıştı. Ayrıca kazandığı Japonya Rallisi’nde de yeni bir rekor kırmış oldu. Eski takım arkadaşı Carlos Sainz’a ait olan en çok galibiyet rekorunu, ulaştığı 27. ralli galibiyetiyle kıran Loeb için artık üçüncü şampiyonluk cepte gibiydi. Fakat Güney Kıbrıs ile Türkiye rallileri arasındaki boşlukta İsviçre’deki evinin yakınlarında bir dağ bisikleti kazası yapınca her şey tersine döndü. Kolunu parçalı şekilde kıran Loeb’ün sezonu kapanmıştı ve Grönholm son 4 ralliden en az 3 galibiyet ve 1 üçüncülük çıkarırsa şampiyon olacaktı. Olanları eli kolu bağlı izlemek zorunda kalan Loeb için ise durum çok kötüydü çünkü Grönholm, Loeb’ün olmadığı ilk ayak olan Türkiye’yi kazanmayı başarmıştı. Sonraki ralli olan Avustralya’da da ilk iki etabı alıp lider götürüyordu. Ama Grönholm üçüncü etapta bir kayaya çarpıp yaklaşık 11 dakika zaman kaybedince bir anda her şey değişti. Grönholm’ün şampiyonluk şansını devam ettirebilmesi için en az üçüncü olması gerekiyordu. Finlandiyalı sonraki 23 etabın 8 tanesini almasına rağmen ancak beşinciliğe çıkabildi ve böylece Loeb bir kez daha şampiyonluğunu ilan etmiş oldu. Bu, Ari Vatanen’in 1981’de Rothmans adına kazandığı şampiyonluktan sonra fabrika takımı olmayan bir ekiple kazanılan ikinci şampiyonluktu. Grönholm Türkiye’yi aldıktan sonra Avustralya’ya kadar olan 2 haftalık boşlukta bisiklet kazasının getirdiği ciddi pişmanlıklarda boğulduğunu söyleyen Loeb, şampiyon olduğunu öğrendiğinde ise saat farkından ötürü sabah kahvesini içiyordu. Şampanya yerine kahve ile şampiyonluk kutlaması konusuna da “Tuhaftı ama takımımla beraber fazlasıyla hak etmiştik” dedi. Loeb için 2006 inişli çıkışlı geçmiş, takımından ötürü soru işaretleriyle başlayan sezonun ortasını harika geçirdikten sonra yaptığı kaza ile yine soru işaretleriyle yılı tamamlamıştı.
Loeb, Yunanistan ve Almanya rallileri arasındaki yaz arasında yine Le Mans 24 Saat yarışına katılmış ve bu sefer galibiyete çok yaklaşmıştı. Pescarolo’nun 17 numaralı otomobili bu sefer daha iyi bir kadroya sahipti. Eski bir şampiyon olan Éric Hélary ve Sébastien Loeb’ün yanına Super Aguri F1 pilotu Franck Montagny oturtulmuştu. Loeb ise önceki yıla göre daha da güçlü bir performans göstermiş, gece boyunca Frank Biela’nın #8 Audi’si ile başa baş mücadele etmişti. Otomobil yarışı ise dayanıklılık sorunları sebebiyle şampiyon olan Audi’nin dört tur gerisinde ikinci bitirmişti ve Loeb böylece ikinci kez katıldığı yarışta podyuma çıkmayı başarmıştı. İyileştikten sonra katıldığı 2006 Race of Champions’da ise finalde Mattias Ekstöm’e yenildi ve yılı kapatmış oldu.
2007 sezonunda yeni C4 WRC ile geri dönen Citroën’in üzerindeki baskı büyüktü, neticede otomobili geliştirmek adına 1 yıl spora ara verilmişti ve eğer başarısız olurlarsa büyük bir hayal kırıklığı olacaktı. Subaru’nun geride kalan performansı sebebiyle Solberg denklemden çıkmış olsa da Ford, 2 kez şampiyon Grönholm ve önceki sezonun ikinci yarısında kendini bulan Hirvonen ile güçlü bir kadroya sahipti. Üstelik Citroën, Kronos’da Loeb’ün takım arkadaşı olan genç Dani Sordo ile devam kararı almıştı. Takımlar şampiyonasında önceki yıllara göre ikinci pilot bakımından eli oldukça zayıf olan Citroën’in yeni otomobilinin başarısı tamamen Loeb’e bağlıydı. Ancak C4 WRC, üstündeki soru işaretlerine güzel bir cevap vererek Citroën’e sezonun ilk ayağı Monte Carlo’da duble getirdi. Loeb ralliyi kazanırken Sordo’da ikinci olmuştu ve otomobil Loeb’ün söylediğine göre gerçekten iyiydi. Sonrasında İskandinavya’ya geçildi ve İsveç’te kazanan taraf Grönholm olmuştu. Norveç’te ise bu sefer Hirvonen kazandı ve Ford, yarışa ortak olduğunu gösterdi. Sonraki 3 ralliyi Loeb alınca Citroën yeniden rahat bir nefes aldı ama ardından Grönholm’ün de 3 rallilik galibiyet serisi gelince durum yeniden dengelendi. Solberg’in yavaş kalması, Hirvonen ve Sordo’nun takım arkadaşlarına yetişememesi sonucu şampiyonluk şansı yine iki isimin arasında kaldı. Üst üste 6. kez kazandığı Almanya Rallisi sonunda sezon ortasında Loeb, Grönholm’ün 8 puan gerisindeydi. İkinci olduğu Yeni Zelanda’yı Grönholm sadece 0.3 saniye farkla kazanınca bu sefer puan farkı 10’a çıktı. İspanya’yı Loeb kazanırken tıpkı kendisi gibi asfalt kökenli olan Sordo ikinci olarak Grönholm’den 2 puan çalmayı başardı. Böylece fark 6’ya düşmüş oldu. Fransa’da yine kazanan Loeb seri aldığı 2 galibiyetle farkı eritmiş ve bitime 3 ayak kala Grönholm’ün ensesine gelmişti. Japonya’da ise altın tepside bir fırsat geldi ve Grönholm henüz dördüncü etapta kaza yapıp yarışın dışında kaldı. İlk günün sonunda Latvala’dan aldığı liderliği uzun süre koruyan Hirvonen’in ardında klasmanda ikinci sırada olan Loeb için bu sonuç, 4 puan gerisinde olduğu Grönholm’ün bir anda 4 puan önüne geçmek olacaktı ki bir anda her şey ters gitmeye başladı. Önce 13. etapta kopilotu Daniel Elena’nın notu yanlış okuması sonucu yoldan çıkıp zaman kaybeden Loeb yedinciliğe geriledi fakat sonraki etaplarla dördüncülüğe çıkmayı başardı. Fakat sondan bir önceki etapta yaşadığı mekanik arıza sonucu puan alamayan Loeb için Grönholm’ün kaldığı ralliden eli boş dönmek iyi olmadı. Ama böyle bir fırsat 2 hafta sonra yeniden gelecekti. Takvime yeni eklenen asfalt İrlanda Rallisi’nde Loeb ikinci etapta Grönholm’den liderliği aldı ve baskıyı rakibinin omuzlarına yükledi. Grönholm yine dördüncü etapta kaza yapıp duvara çarpınca Loeb ve Sordo zirvede yalnız kaldı. Hata yapmadan ralliyi bitirip kazanan Loeb böylece bitime tek ralli kala Grönholm’ün 6 puan önündeydi ve Galler’de alacağı bir beşincilik, onu şampiyon yapacaktı. Hirvonen’in baştan sonra lider götürdüğü rallide aldığı üçüncülük sayesinde Loeb, üst üste dördüncü şampiyonluğunu kazanmayı başardı. Bu sayede Fin efsaneler Juha Kankkunen ve Tommi Mäkinen’i de şampiyonluk sayısında yakalamış oldu. Bu başarısı, ona farklı bir fırsat da doğurdu ve Loeb bir Formula 1 aracıyla ilk testine Aralık ayında Paul Ricard’da çıktı. Renault F1 pilotu Heikki Kovalainen ile otomobilleri değiştiren Loeb, böylece Le Mans macerasından sonra ilk defa piste çıkmış oldu.
2008’de şampiyonluk rekorunu kırma hedefiyle başlayan Loeb yine Monte Carlo’yu kazanarak sezona girdi ama İsveç’te kaza yapınca şampiyonada Hirvonen’in gerisine düştü. Hemen ardından iki toprak ralli olan Meksika ve Arjantin’i alarak toparladı ama Ürdün’de başına garip bir olay geldi. Servis yolunda bir diğer pilot Conrad Rautenbach ile çarpışan Loeb böylece lider götürdüğü ralliden puansız ayrıldı ve galip gelen Hirvonen’in şampiyonada yine gerisine düştü. Fakat İtalya ve Yunanistan’da gelen iki galibiyetle hızlı bir şekilde yeniden liderliği almış oldu. Türkiye’de gelen üçüncülük sonrası da üst üste 5 ralli kazanan Loeb, bu seri ile beraber ilk defa Finlandiya Rallisi’ni de kazanmıştı. Sondan bir önceki ayak olan Japonya’da Loeb’e şampiyonluk için üçüncülük yetiyordu. Ford pilotları Hirvonen ve Latvala’nın ardında gelen podyum ile Fransız pilot 5. kez Dünya Şampiyonu olmuş ve tüm zamanların en çok şampiyon olan pilotu haline gelmişti. Fransa’nın bir ucundan gelen bir elektrik teknisyeni, sanki anne karnındayken bu işe başlamışçasına geldiği günden beri şampiyonayı kasıp kavurmuş, her sene üstüne koya koya ilerlemiş ve göz açıp kapayıncaya kadar tüm rekorları kırmıştı. Sainz, McRae, Burns, Solberg ve Grönholm gibi şampiyonları yenmiş ve sanki çok normal bir şeymiş gibi mütevazı açıklamaları ile gönüllere taht kurmuştu. Loeb’ün başarısı, öğrenmesinde yatıyordu. Öğrenmeyi alışkanlık haline getirmiş, bu da bir zaman sonra şampiyon olmayı alışkanlık haline getirmesini sağlamıştı. Loeb’ün yakaladığı bu başarı, bir kez daha bir Formula 1 otomobiline oturmasını sağladı ve Citroën’in ana sponsoru olan Red Bull’un 2008’de kullandığı RB4 ile ilk sürüşünü Silverstone’da gerçekleştirdi. Sonrasında Kasım ayının ortalarında F1’in ilk kış testinde Barcelona’da da piste çıktı ve 17 pilotun içinde 8. olmayı başardı. 2008 Race of Champions’da da finalde David Coulthard’ı yenerek üçüncü şampiyonluğunu kazanıp yılı tamamladı.
2009 sezonu önceki yıllara göre çok daha iyi başladı. Sezona fırtına gibi giren Loeb ilk 5 rallinin tamamını kazanarak Hirvonen ile farkı açtı. Ancak sonrasında Fin pilot üst üste 4 ralli kazanırken Loeb, Yunanistan ve Polonya’da yaptığı hatalarla istediğini alamadı. Bitime 2 ralli kala Hirvonen, Loeb’ün 5 puan önünde şampiyona lideriydi. İspanya’da Loeb kazanırken yerel kahraman Dani Sordo ikinci olup Hirvonen’den iki puan çalınca son ayağa Loeb, Hirvonen’den 1 puan geride girmeyi başardı. Ralli galibiyeti, Loeb’ün şampiyonluğu için yeterli olacaktı. Henüz ilk etapta liderliği alan Loeb, günü az bir farkla önde kapatmayı başardı. İkinci günün sabahında da Hirvonen temposunu bulamayınca fark 30 saniyeye kadar çıktı. Son güne iyi giren Fin pilot ilk iki etapta farkı 18 saniyeye düşürse de sonrasında büyük bir şanssızlık yaşayacaktı. Tam gaz giderken Focus WRC’sinin birden kaputu açıldı ve görüş alanı tamamen kapanan Hirvonen’in durup tamir etmesi gerekti ve bu da farkın 1 dakikanın üstüne çıkmasını sağladı. Loeb ise son etapta turbo problemleri yaşamasına rağmen hata yapmayarak otomobili finişe getirdi ve böylece altıncı kez şampiyon oldu. Böylece Loeb, 2006’dan sonra yine 1 puan farkla şampiyon olmuş ve üstelik yine bir Fin’e karşı bunu yapmıştı. Ralli kariyeri oldukça iyi gidiyor olsa da o, farklı bir şeyler deneme konusunda çok iştahlıydı. Le Mans’da yer almasından sonra 3 kere de F1 otomobili kullanmıştı ve motorsporlarının en büyük serisinde yer almayı gerçekten istiyordu. Öyle ki 2009 sezonu devam ederken L’Équipe’e verdiği röportajda Toro Rosso’da bekleneni veremeyen Bourdais’den boşalacak olan koltuğu doldurmak istediğini de söylemişti. Loeb’ün planları, ana sponsor Red Bull’un ikinci takımı Toro Rosso ile WRC sezonu bittikten sonra F1’in son yarışı Abu Dhabi’de piste çıkmak ve 2010 koltuğu için bir aday olabilmekti ancak önüne bir engel çıktı. Alt serilerde yeterince yarışmadığı için FIA, ona süper lisans vermeme kararı aldı ve bu da yarışta direksiyona geçmesini engelledi. Bunun üzerine Loeb de 2010’da gride girmesi planlanan US F1 takımında yarışabilmek adına GP2’nin yılsonu testlerine katıldı ama takım, F1’e girmek için gerekli bütçeyi yaratamayınca Loeb’ün bu hayali de suya düşmüş oldu. Ama yine de yılı mutlu kapattı çünkü kendisine Fransa’nın en yüksek dereceli sivil nişanı Légion d’honneur verilmişti ayrıca 2007’den sonra bir kez daha Fransa’da yılın sporcusu seçildi. Bu, Alain Prost’un seçildiği 1993’den beri ilk defa motorsporları alanında birinin seçilmesi demekti.
2010’da puanlama sistemi tıpkı Formula 1’de olduğu gibi değiştirildi. Hirvonen ilk ayak İsveç’te kazanarak güçlü bir başlangıç yapsa da Loeb hemen arkasındaydı. Sonraki 3 ralliyi kazanan Loeb’e karşın Hirvonen sorunlar yaşayarak şampiyonada geri düşmüştü. Yeni puanlama sistemi, kazanana çok daha büyük bir avantaj veriyordu ve bu sayede 4. ayak sonunda Loeb ile ikinci Solberg arasındaki fark 40 puandı. Loeb’ün kazandığı bu 3 ralli arasında Türkiye’de vardı 2018’de takvime geri gelene dek rallinin son galibi olmayı sürdürmüştü. Ayrıca ülkemizde 3. kere kazanan efsanenin adı, İstanbul Göçbeyli’de koşulan etaplardan biri sonrası “Loeb Tepe” olarak bir tepeye verildi. Yeni Zelanda’da Latvala kazanırken Loeb ilk defa sonradan halefi olacak olan Sébastien Ogier’ye geçilip üçüncü oldu. Citroën Junior takımında yarışan Ogier, Loeb ile aynı otomobili kullanıyordu ve hemen ardından Portekiz Rallisi’nde Ogier ilk galibiyetini alırken Loeb yine hemen arkasındaydı. Bir başka Sébastien olan Ogier, tıpkı Loeb’ün kariyerinin başlangıcındaki gibi dikkat çeken güçlü performanslar göstermeye başlamıştı. Loeb sonraki 3 rallinin 2’sini alarak farkı iyice açtı ama Ogier de Japonya’yı alarak yarışta kaldı. Sondan üçüncü ayak olan Fransa’da Loeb’ün şampiyonluğu ilan etme şansı vardı hem de son etap, Loeb’ün doğduğu yer olan Haguenau’da yapılacaktı. Eğer ralliden 6 puan çıkarırsa Latvala’yı matematiksel olarak yarışın dışında bırakacaktı. Ogier’den 8 puan fazla alırsa da şampiyonluğunu ilan edecekti. Ancak bu hesapların hiç birine gerek kalmayacaktı çünkü Loeb sezonun son 3 rallisini de yaklaşık 30 saniyelik farklarla rahat şekilde kazanarak kariyerinin yedinci şampiyonluğunu almış oldu. Ogier, bu rallilerde batırınca şampiyonada Latvala ve Solberg’in de gerisine düştü ama Fransız pilot sezon boyunca gösterdiği sürpriz performansla 2011 koltuğunu Sordo’nun elinden aldı. Artık iki Sébastien takım arkadaşı olacaktı. 2010 Race of Champions’da Loeb yine finaldeydi ama Filipe Albuquerque’ye yenilerek eli boş döndü.
Citroën için 2011 sezonu yeniliklerle doluydu. Başarılı Xsara ve C4 sonrası yeni otomobil DS3 WRC, yeni kurallara göre üretilmişti ve 2010 boyunca Citroën pilotları tarafından test edilerek geliştirilmişti. Ayrıca pilot kadrosunda da halef ile selef yan yanaydı. Sezonun ilk rallisi İsveç’te Ford rüzgarı esti ve yeni Fiesta WRC ile Hirvonen, Østberg ve Latvala ilk üçü kapattı. Loeb ise Ogier ve Solberg’in arkasında altıncı olarak sezona yavaş bir giriş yapmasına rağmen sonraki ayak Meksika’yı kazanarak durumu toparladı. Ogier, Portekiz ve Ürdün’ü alınca şampiyonanın önceki yıldan farklı olarak çok daha çekişmeli geçeceği belli oldu. Loeb sonraki 2 ralliyi kazanarak Hirvonen’in 13 puan önünde liderliğe yerleşti. Yunanistan ve her zaman kazandığı Almanya’da Ogier’ye geçildi fakat Hirvonen gerilerde kalınca şampiyonadaki fark açıldı. Loeb son 4 ralliye ikinci Ogier’nin 25 puan önünde lider giriyordu. Ama Avustralya’da hem Loeb hem Ogier yarış dışı kalınca galibiyeti alan Hirvonen, Loeb’ün 15 puan arkasında ikinciliğe yerleşti. 2005’den beri sürekli kazandığı Fransa’da yine kazanıp liderliğini sağlamlaştırmak isteyen Loeb’ü kötü bir sürpriz bekliyordu. Fransız pilot motor arızası sebebiyle yolda kalırken Ogier ralliyi kazanmış ve Hirvonen üçüncü olmuştu. Sezonun son 2 ayağına üç pilot başa baş girerken Loeb ve Hirvonen 196’şar puanla lider ve Ogier’de sadece 3 puan gerideydi. Fransa’da yaşadığı şanssızlığı İspanya’da yaşamayan Loeb, ralliyi kazandı ve ikinci olan Hirvonen’le farkı 8’e yükseltti. Ogier de yarış dışı kalınca iki pilot son ralli Galler’e zirvede yalnız girecekti. Loeb ayrıca İspanya’da aldığı etaplarla bir başka rekoru daha tarihe gömdü. 1978 şampiyonu Markku Alén’e ait olan 801 etap galibiyeti rekorunu kıran Loeb artık bu alanda da liderdi. Sezonun son ayağı Galler’de Loeb üçüncü etapta liderliği Latvala’dan almayı başardı ama sonrasında Hirvonen’e geçildi. Fakat Fin pilot 7. etapta bir ağaca çarpınca şampiyona erken bitmiş oldu ve böylece Loeb daha ilk günden yedinci şampiyonluğunu elde etti. Son ayağı da kazanıp güzel şekilde bitirmek istiyordu ve Ford’dan Jari-Matti Latvala’nın 7.5 saniye gerisinde ikinci sıradaydı. Fakat son gün başına yine garip bir şey geldi ve iki etap arasındaki bağlantı yolunda trafikte ters yönde seyreden bir otomobille çarpıştı. Sonuç ne olursa olsun Loeb ve Citroën üst üste sekizinci kez kazanmıştı ve yeni kurallara rağmen zirvede kalmayı başarmışlardı. Bu büyük bir işti, sonuçta Solberg ve Subaru gibi kaybolup gitme ihtimalleri de vardı ancak Citroën, DS3’de hata yapmamış, Loeb de yine muhteşem sürerek şampiyonluğu almıştı.
2012 ise Loeb için nispeten rahat geçecekti. Tehdit unsuru Ogier, Volkswagen ile yaptığı anlaşma sonrası takımdan ayrılmış ve otomobili geliştirmek adına gözlerden uzaklaşmıştı. Citroën, takımlar şampiyonluğunu garanti altına almak adına Hirvonen’i transfer etse de Fin pilotun otomobile alışması sürecinden dolayı Loeb yine mutlak favoriydi. Monte Carlo’nun 3 sene sonra takvime dönmesiyle ustası olduğu ralliyi yine kazanarak sezona giren Loeb, İsveç’te hata yapıp gerilere düşse de Meksika’yı almayı başardı. Portekiz’de Elena’nın yol notlarında yaptığı bir hatadan dolayı kaza yapsa da sonraki 5 rallinin tamamını kazanarak şampiyonada ciddi bir farkla öne geçti. Hirvonen hemen arkasında izliyor olsa da yeni puan sistemi sayesinde Loeb çok avantajlıydı. Fakat Galler Rallisi sonrası pek de beklenmeyen bir şey oldu. Sébastien Loeb, sezon sonunda tam zamanlı ralli pilotluğundan emekliye ayrılacağını, sadece sezon içinde istediği birkaç ralliye katılacağını ve artık farklı serilerde yarışmak istediğini açıklayarak çoğu kişiyi şoke uğrattı. Volkswagen’in seriye katılmasıyla herkes Loeb-Ogier rekabetini iple çekerken Loeb’ün verdiği bu karar elbette ralli fanlarını üzmüş oldu. Milenyumun başında başlayan bir devir kapanıyor ve tarihin en çok şampiyon olan ismi sporu bırakıyordu. Fakat yine de Loeb’ün farklı serilerde yarışma isteği, onun gözlerden uzak sakin bir emeklilik yaşamayacağını ve yine bir yerlerde birileriyle rekabette olacağını gösteriyordu. Loeb bu kararın hemen ardından yine evinin yakınlarında biten Fransa Rallisi’ni kazanarak dokuzuncu ve son kez Dünya Şampiyonu oldu. Hirvonen’in kazandığı İtalya’da kaza yapsa da tam zamanlı şampiyona kariyerinin son rallisinde İspanya’da üst üste 8. kez kazandı ve görkemli kariyerine çok güzel bir nokta koymuş oldu.
2013’de 4 rallide yer almak adına Citroën ile anlaşan Loeb, ayrıca Mclaren ile FIA GT serisinde yarışma kararı da aldı. WRC’de yine sezon açılında Monte Carlo’yu kazanmayı başardı ve İsveç’te Ogier’nin ardından ikinci geldi. Sezonun 5. ayağı Arjantin’e de katılıp kazanan Loeb, böylece eğer bırakmasaydı şampiyonanın yine en büyük favorisi olacağını göstermiş oldu. Nisan ayında Peugeot için Fransa Bisiklet Turu ile özdeşleşmiş olan Mont Ventoux’da 208 T16’yı test etti. Yaklaşık 2000 metre irtifaya sahip dağda asfalt yolda tırmanma antrenmanları yapan Loeb, sonrasında Peugeot ile 2013 Pikes Peak’e katılacağını açıkladı. Pikes Peak’de başarı sağlamak, Peugeot için geçmişte de bir gövde gösterisi olmuştu. 80’lerin ortasında Salonen ve Kankkunen ile 2 WRC şampiyonluğu alan Peugeot, Grup B döneminin sona ermesiyle üstün mühendisliğini farklı yarışlarda göstermek zorunda kalmıştı. Dakar Rallisi ve Pikes Peak tırmanma yarışı da bunlar arasındaydı ve Fin efsane Ari Vatanen, 405 T16 ile 1988 Pikes Peak’i rekoru kırarak kazanmayı başarmış ve 3 yıl süren Audi egemenliğini bitirmişti. 2005’in sonunda WRC’den ayrılan, 2011’in sonunda dayanıklılık yarışlarını da bırakan Peugeot için motorsporlarına geri dönmek, ancak iyi bir gövde gösterisi ile yapılabilirdi. Bunun için ise 2 özel şeye ihtiyaçları vardı. Öncelikle iyi bir otomobil yapmaları gerekliydi ve 875 kilogram ağırlığı ve 875 beygir gücü ile 1:1 güç-ağırlık oranına sahip muhteşem bir otomobil ürettiler ve de Colorado dağının dik yamaçlarında kontrolden çıkmasın diye 908 Le Mans otomobilinin arka kanadını eklediler. Pilot konusunda da böyle bir parkur söz konusu olduğunda bu işin en iyisini getirmek gerekliydi ve bu yüzden de Loeb ile anlaştılar. Vatanen’in 88’de kırdığı rekordan farklı olarak dağ artık asfaltlandığı için Loeb’ün işi nispeten daha kolaydı. Peugeot’nun reklam çalışmaları için rekoru kırmak yeterliydi ancak Loeb biraz abartınca ortaya inanılmaz bir sonuç çıktı ve tam 1,5 dakikalık bir fark oluştu. 20 kilometrelik bir yol söz konusu olduğunda önceki rekoru 1,5 dakika ile geliştirmek inanılmaz bir şeydi. Bu süre, 1923’de 1916’daki rekoru 2 dakika 10 saniye geliştiren Glen Shultz’dan beri önceki rekora atılan en büyük farktı, Loeb yine klasını konuşturmuştu.
Sonrasında pistlerdeki macerası başlayan Loeb, takım arkadaşı Alvaro Parente ile birlikte Nogaro’daki ilk yarışı kazanmayı başardı. Loeb, ilk kez kullandığı GT3 otomobillerinde hiç sırıtmamıştı. 12 yarışlık takvimde o sezon toplam 4 galibiyet alan Loeb ve Parente, sezonu dördüncü sırada bitirmeyi başardı. Fransız efsane, sezonun sonlarına yaklaşırken Citroën’in 2014 WTCC programında olacağını açıkladı ve böylece pistlerde farklı bir seriye geçiş yaptı. Bu karar sonrası sezonda yarışacağı son ralliye Fransa’da çıkan Loeb, henüz ilk etapta kaza yaparak ralliye veda etti ve konsantrasyonunu Citroën’in yeni C-Elysée WTCC otomobilini geliştirmeye verdi.
2014’de tıpkı yıllar önce WRC’ye girerken çok güçlü bir kadroyla çalıştığı gibi yine aynı kalitede isimleri bir araya getirerek WTCC’de de dominasyon isteyen bir Citroën vardı ve Loeb’ün takım arkadaşları arasında 4 kez şampiyon Yvan Müller ile eski bir GP2 pilotu olan José Maria Lopez vardı. Sezonun ilk ayağı olan Fas’daki ilk yarışta ikinci olup burada da rekabetçi olacağını göstermiş oldu ve ikinci yarışı kazanmayı başararak şampiyonada liderliğe oturdu. Sonraki ayak Fransa’da da podyuma çıkarak iyi performansını devam ettiren Loeb, diğer galibiyetini Slovakya’da kazandı. Sezonun geri kalan kısmında 4 kez daha podyumda yer alan Loeb, serideki ilk sezonunu üçüncü bitirerek güçlü bir performans gösterdi. 2015’de buna benzer geçerken Loeb bu sefer toplam 4 galibiyet ve 8 podyumla daha iyiydi ama 1 puan farkla ikinciliği kaçırdı. Ayrıca Loeb, o yıl ralli parkurlarına geri dönerek yine Monte Carlo’ya katıldı ama lider götürdüğü rallide yaptığı ufak hata pahalıya mal oldu ve yol kenarındaki bir kayaya çarpıp zaman kaybederek ancak sekizinci olabildi.
Pistlerde geçen 2 yılın ardından tekerlek tekerleğe mücadeleye doymayan ama asfalttan da bıkmış olan Loeb, çözümü rallikrosda buldu. FIA Dünya Rallikros Şampiyonası’nda Peugeot ile yarışmak adına 3 yıllık bir anlaşma yapan Loeb ayrıca Dakar Rallisi için de kolları sıvadı. Yine Peugeot ile katıldığı rallide 13 etabın 4 tanesini kazanmayı başarsa da 4 kez lastik patlattığı, 2 kez kum tepesine saplandığı ralliden anca dokuzunculuk çıkarabildi. WRX’de de 12 yarışlık takvimde 1 galibiyet ve 3 podyumla ilk sezonunu 5. sırada bitirdi.
2017’de bir daha Dakar’ı deneyen Loeb bu sefer 5 etap kazandı ama Dakar efsanesi Stéphane Peterhansel’in 5 dakika ardında ikinci oldu. Henüz ikinci Dakar’ında galibiyete bu kadar yaklaşması, yine ne kadar çabuk öğrendiğinin önemli bir göstergesiydi. 2017 WRX’de o sezon galibiyet alamasa da 6 podyumla genel klasmanı bu sefer 4. sırada bitirdi. 2018’de serideki son galibiyetini alan Loeb, yanına da 6 podyum ekleyip sezonu dördüncü sırada bitirerek rallikros macerasını da sonlandırdı ve WRC İspanya Rallisi’ne katılmaya karar verdi.
Farklı farklı yarış serileri arasında sürekli gezse de ralli yeteneklerinden hiçbir şey kaybetmemişçesine yeni kurallarla tasarlanan ve hiç sürmediği bir otomobil olan Citroën C3 WRC ile ralliyi kazanmayı başardı. Bu tam anlamıyla inanılmazdı. Bir adam, canı neresini isterse orada sürüyor, yıllar boyunca WRC, WTCC, GT3, WRX ve hatta Le Mans ile Dakar gibi bambaşka yarışlarda yarışıyor ve hepsinde de rekabetçi olmayı başarıyordu. İstediği an istediği şekilde bir seriye girip bir şeyler kazanma potansiyeli hep vardı, ve daha da önemlisi ise eğer isterse WRC’ye dönüp yine şampiyon olabilirdi. Bunu, emekliliği sonrası katıldığı rallilerde yaptıklarıyla fazlasıyla göstermişti. 2019 Dakar’da bu sefer üçüncü olan Loeb’ün ralliye dönme isteği sonrası Hyundai, Fransız isimle 2019 için 6 rallide yarışması adına anlaştı. Loeb, sezona Monaco’da aldığı dördüncülükle girerken takvime yeni giren Şili’de podyumda yer almayı başardı ve sezonu da İspanya’da aldığı dördüncülükle kapattı. Pandeminin etkilediği 2020’de bu sefer iki ralliye katılan Loeb, Türkiye’de üçüncü olmayı başardı. 2021’de Formula E’nin bayrak adamı Alejandro Agag tarafından kurulan Extreme E serisinde Lewis Hamilton’ın takımı Team X44 ile yarışan Loeb, takım arkadaşı Cristina Gutiérrez ile birlikte tüm ayaklarda sıralamaları kazanmayı başardı. Yarışlardan da 1 galibiyet ve bir üçüncülük çıkaran ikili, sezonu şampiyon Rosberg X Racing’in hemen arkasında ikinci bitirmeyi başardı.
2022 sezonu ise Loeb adına eski dönüş sinyalleriyle başladı. Önce Dakar Rallisi’ne katılan Loeb, buradan yine ikincilikle ayrıldı. 1 hafta sonrasında Monte Carlo rallisine Ford ile katılan Loeb, Daniel Elena’nın emekliliği sonrası yeni kopilotu Isabelle Galmiche ile ralliyi kazanmayı başardı ve 47 yaşında bunu yaparak en yaşlı kazanan da oldu. Yine yeni kurallara göre üretilen bir otomobille üstelik yeni bir kopilotla ve daha önce çalışmadığı bir takımla yarışarak bunu başaran Loeb, her zamanki gibi Monte Carlo’nun kralı olduğunu herkese göstermişti. Ayrıca podyumda taklasını da atmayı ihmal etmedi. Hemen ardından 2022 Race of Champions’da da finalde 4 kez F1 Dünya Şampiyonu Sebastian Vettel’i yenerek zafere ulaşan Loeb böylece burada da 4. şampiyonluğunu ilan etmiş oldu ve şampiyonluk sayısında rekoru elinde bulunduran Auriol’ü yakaladı.
Aktif kariyerine halen devam eden Loeb’ün durmaya niyeti yok gibi görünüyor ve daha da önemlisi Peugeot’nun Hypercar regülasyonları ile WEC’de yer alması sonucu gelecekte yeniden bir Le Mans galibiyeti peşine düşebilir. Bugün 48. yaşını kutlayan efsane, görkemli ralli kariyerinde şu ana kadar katıldığı 181 rallinin 80 tanesini kazanmayı başardı ve 9 kez Dünya Şampiyonu oldu. 120 podyum ve 931 etap galibiyeti ile tüm alanlarda tarihteki liderliğini de sürdüren Loeb, motorsporları tarihinin tartışmasız en önemli figürlerinin başında yer alıyor. Efsanenin yeni yaşını kutluyor, saygın karakterini her zaman koruyacağından emin olarak motorsporlarının her alanında ölene dek kalmasını umuyoruz.