Pelé’nin Büyüsü

Yazar: Can Nizamoğlu
Elinden tutularak kulüplerin altyapılarına götürülen nice çocuk için zaman zaman şöyle denir: “Göreceksiniz bu çocuk bir gün dünyanın en iyi futbolcusu olacak.” Bu sözler 15 yaşındaki Edson’u Santos’a götüren De Brito’nun dudaklarından da dökülmüştü ama onun cümlesinin diğer binlercesinden bir farkı vardı; o gerçek olacaktı…

Na chegada à Vila, Pelé foi o coadjuvante de um dia inesquecível - ESPN

Edson Arantes do Nascimento veya bizim bildiğimiz adıyla Pele; içine 1.363 maç, 1.279 gol, üç Dünya kupası ve sayısız şampiyonluk sığdırdığı ve bunların da ötesinde, kendi tabiriyle bu “güzel oyun”a müthiş bir sempati kazandırdığı kariyerinde iki önemli an olduğunu söyler. Bunlardan biri, 1970 Dünya Kupası diğeri de Kasım 1969’daki 1.000. golü! İşte bu yazı, onun bininci golünün yıldönümü nedeniyle hazırlandı.

Her Şeyin Başlangıcı

Tarih 1950’ler, yer Brezilya’nın güneydoğusunda küçük bir yerleşim yeri. Ailesini geçindirmek için futbol oynayan Dondinho, sakatlandığı için zor günler geçiriyor ve ailenin büyük oğlu Edson, biraz para kazanabilmek için hem ayakkabı boyacılığı yapıyor hem de o zamanlar çok yeni olan salon futbolunda bir turnuvaya katılmak istiyor. Yaşı küçük olduğu için yetkililer başta onu turnuvaya kabul etmekte tereddüt ediyor ama onun futbol topu ile dansını gördükten sonra tüm tereddütler yerini tarifsiz bir seyir keyfine bırakıyor ve Pele’nin takip eden yıllarda dalga dalga tüm dünyaya yayılacak büyüsü bu şekilde başlamış oluyor.

Yıldız oyuncuların kariyer başlangıçları için genellikle “keşfedilme” sözü kullanılır ama Pele için bu geçerli değildi zira onun büyüsüne kapılmak için sadece izlemek yeterliydi. Nitekim bu müthiş yetenek Santos alt yapısına girdikten bir yıl sonra kendisini A Takım’da, profesyonel sözleşme imzaladıktan sadece 10 ay sonra da milli takım kafilesiyle İsveç’teki Dünya Kupası’na giderken bulmuştu.

1958, 1962 ve 1966 Dünya Kupaları

İki turnuva önce kendi evindeki finalde Uruguay’a trajik bir şekilde kaybeden Brezilya’nın, dünyanın öteki ucundaki turnuvadan beklentisi yok denecek kadar azdı. Hatta Brezilya kafilesi İsveç’te futboldan ziyade görünüşleri ile gündeme geliyor, sarışın İsveçliler onlarla sürekli fotoğraf çektirmek istiyordu. Fakat bu kafilenin en genç oyuncusu, ülkesindeki umutsuzluğu umuda çevirecek ve sadece onların değil tüm dünyanın futbola bakışını değiştirecek kadar yetenekliydi. Pele’nin Galler, Fransa ve finalde İsveç karşısındaki müthiş performansı sadece takımını şampiyonluğa ulaştırmakla kalmayacak, futbolu da başka bir boyuta taşıyacaktı.

Bu turnuvadan sonra her şey değişmişti. Brezilya, artık sokaklarında insanların mutluluk ve gururla yürüdüğü bir futbol ülkesi, henüz 18 yaşından küçük olan Pele de bu ülkenin kralıydı. Takımda Didi veya Garinça gibi yıldız isimler olsa da tüm gözler Pele’nin üzerindeydi. Onun büyüsü o denli etkiliydi ki Şili’de bir sonraki turnuvada, sakatlanarak turnuvaya devam edemese dahi takım arkadaşlarının ifadesiyle, onun aşıladığı özgüven ve moral Brezilya’nın bir kez daha dünyanın en büyüğü olması için yeterli oldu.

Her yaşamda olduğu gibi Pele’nin kariyerinde de iniş çıkışlar oldu. Peter Parker’ın amcası Ben’in dediği gibi, “büyük güç büyük sorumluluk getiriyordu” ve dünyanın en iyi futbolcusu olarak anılmak onun omuzlarına tonlarca ağırlık yüklüyor, kendisinden sürekli müthiş performans beklenmesi onu aşağı çekiyor ve doğru ya da yanlış her eleştiri onu eskisinden çok daha fazla etkiliyordu. Böyle bir ortamda gidilen 1966 Dünya Kupası’nda grup aşamasında elenmek her şeye tuz biber oldu ve efsane oyuncunun milli takımı bıraktığını açıklaması sadece Brezilyalıları değil dünyadaki tüm futbolseverleri ziyadesiyle üzdü.

1000. Gol

19 Kasım 1969, Maracana Stadyumu ve Santos’un rakibi Vasco De Gama. Aslında bu maçtan iki maç önce Pele kariyerindeki 999. golü ağlarla buluşturmuştu ama sanki futbolun melekleri 1000. golün çok daha büyük bir maçta atılmasını dilemiş, 29 yaşındaki futbolcuya bir önceki maçta gol şansı vermeyip o tarihi gole 100.000’den fazla kişinin canlı şahit olmasını istemişti. Fakat bu kolay olmayacaktı. Karşılaşmanın sonlarına yaklaşırken Santos önde olsa da topu ağlara Pele göndermemişti. Artık yavaş yavaş o tarihi anın bir sonraki maça kaldığı düşünülmeye başlanmışken ceza sahası içinde rakibinin müdahalesiyle yerde kalan Pele, penaltı için topun başına geçtiğinde zaman durmuş, bundan önce yüzlerce kez topu ağlarla buluşturmuş büyülü bacaklar titremeye başlamış, stadyumdaki yüz binden fazla nefes tutulmuştu.

Penaltı noktasındaki Pele, kafasını çevirip geriye baktığında normalde ceza sahasının hemen dışında olması gereken arkadaşlarının santrada bir yumak olduğunu gördü. Peki ya penaltıyı kaçırsa ve top kaleciden veya direkten geri gelse ne olacaktı, topu kim tamamlayacaktı? Fakat takım arkadaşları o sırada bu olasılığı düşünmek yerine onun bininci golünü bir arada kutlamanın planlarını yapmayı tercih etmişti. O öyle bir andı ki; mükemmel bir vuruş olmasa da top, kaleci Andrada’nın yanından ağlarla buluştuğunda kale arkasındaki fotoğrafçılar bir anda sahaya girmiş, Pele kendini omuzlarda bulmuş, sadece Santoslular değil Vasco De Gamalılar da bu müthiş sevince ortak olmuştu.

1000. golün ardından…

Milli Takım’a Dönüş ve Meksika 1970

Belki de bu gol Pele’nin moralini ve özgüvenini yeniden inşa etti ve Pele kararını değiştirerek 1970 Dünya Kupası’nda milli formayı tekrar giymeye karar verdi.  Pele’nin bu kararı Brezilyalıları şampiyon olmuşçasına mutlu etti ama turnuva pek de iyi başlamamıştı. Yarı finaldeki Uruguay maçı akıllara 1950’nin trajik finalini getirmiş, üstüne üstlük bu maçta geriye düşmek zaten az olan umutları tükenme noktasına getirmişti. Derken büyücü bir kez daha sahneye çıktı. Takım arkadaşlarının bırakmaya meyilli olduğu bir anda Pele, teknik direktörü Zagallo’nun ifadesiyle “adeta bir süper kahramana dönüştü”, sihirli değneğini Jalisco Stadyumu’nun çimlerine değdirdi ve Brezilya 3-1 kazanarak hem rakibinden rövanşı aldı hem de adını finale yazdırdı.

Efsaneleri efsane yapan hiç beklenmedik anlarda ortaya çıkmaları, akla zarar işler yapmaları ve neticede sadece kendi tarafının değil rakibin de saygısını kazanmalarıdır. Pele’nin sadece kendi büyülü oyunu değil, verdiği cesaretle takımını ayağa kaldırması sayesinde sambacılar finalde İtalya’yı da geçerek bir kez daha mutlu sona ulaştı. Dünya kupası kazanmak başlı başına bir festival ama Pele’nin kariyerini üçüncü Dünya kupası ile taçlandırması, Brezilya’nın artık tam bir futbol ülkesi olarak kabul edilmeye başlanması ve belki de en önemlisi, o sıralarda diktatör postalı altında ezilen Brezilyalıların bu şampiyonlukla bir nebze gülümsemesi dikkate alındığında bu şampiyonluğun diğerlerine kıyasla çok daha büyük bir önemi vardı.

1970 World Cup: Brazil, Pele's legacy, 50 years later - Sports Illustrated

Sports Illustrated

Eleştiriler

https://veja.abril.com.br/blog/veja-recomenda/pele-documentario-mostra-impacto-do-golpe-de-64-na-trajetoria-do-rei/

Pele’ye yapılan bazı eleştiriler de var; onun zamanında futbolun yeterince gelişmiş olmaması, gollerinin bir kısmının dostluk maçlarında atılmış olması veya onun diktatörlerle yakın ilişkisi gibi. Dürüst olmak gerekirse, Pele’nin zamanında futbolun ne derece gelişmiş olduğu onun sorunu değil zira oyun herkes için aynı seviyedeydi. Ayrıca gollerin bir kısmının dostluk maçında atılmış olması ne onun önceleri kimsenin tanımadığı küçük bir takım olan Santos’u dünyaca ünlü bir futbol kulübüne dönüştürmesini, ne 17 yaşında takımına Dünya kupası kazandığı gerçeğini ne de Meksika 70’deki destanını gölgeler. Freud’a atfedilen bir söz var, “bir insan unutulabilir, onun yaptıkları da unutulabilir ama onun hissettirdikleri asla unutulmaz” diye. Pele’yi yaşayan efsane mertebesine çıkaran da gollerinin sayısı değil milyonların hislerine dokunmasıydı. Belki o, diktatör Medici ile o kadar samimi pozlar vermek zorunda değildi ama ondan bir aktivist performansı beklemek de haksızlık olur.

Bugün

Bugün Pele’nin ciddi sağlık sorunları olsa da Tanrı’ya şükür hâlâ hayatta. 20. yüzyılın en önemli 100 figüründen biri olma şerefini bir futbolcuya kazandıran bacaklar artık vücudunu taşıyamıyor ama büyücü büyüsünü çoktan tamamladı ve yaptıklarıyla tarihe geçti. Dünya üzerindeki tüm yoksullara, siyah oyunculara, zor durumdaki insanlara ilham verdi ve futbolu “güzel oyun”a dönüştürdü. Ona hepimiz minnet borçluyuz.

Bu yazılar da hoşunuza gidebilir

Yorum Yap