Bazı insanlar doğdukları şehirlerden daha çok tanınır. Tıpkı Stefan Kuntz’un, dünyaya geldiği Neunkirchen’den daha çok tanınması gibi. Almanya’nın güneybatısında, Fransa sınırına çok yakın bir yerde bulunan küçük bir şehrin, o zamanlar 2. Bundesliga’da boy gösteren büyük bir takımı vardı ve Stefan henüz 5-6 yaşlarındayken, daha sonra teknik direktör Kuntz olarak döneceği Borussia Neunkirchen’de tanıştı futbolla.
Stefan Kuntz’un futbolculuk ve teknik direktörlük kariyeri sürecinde Almanya ve Beşiktaş’ta da forma giymesi nedeniyle Türkiye’de adını duyurmuştu duyurmasına ama onun dünya sahnesine çıkışı, Almanya U21 milli takımının üç kez Avrupa şampiyonu olması sonrasında oldu. Zira artık Kuntz, Almanya U21 milli takımının gelmiş geçmiş en başarılı teknik direktörüydü ve bu başarı ona nice yeni kapılar açarken o bizim ülkemize gelmeyi, A Milli Takım’ın başına geçmeyi oldukça iddialı bir sloganla duyurdu: “en Türk Alman veya en Alman Türk olacağım.”
Eski futbolcuların teknik direktör olmasına her zaman şüphe ile bakarım. Tıpkı Arriggo Sacchi’nin dediği gibi, “İyi bir jokey olmak için at olmaya gerek yok.” Hatta futbolcu bakış açısından ayrılamayan Maradona veya Pele gibi nice yıldız futbolcular teknik direktörlük işinde çuvallarken, Wenger veya Mourinho gibi futbolculuk taraklarında fazla bezi olmayanların teknik direktörlükte destan yazmaları sıkça rastlanan bir durum. Bir de futbolculuklarında savunma hattında görev alan teknik direktörlerin genel olarak hücumcu bir anlayışı, hücumcuların ise teknik direktör olduktan sonra daha kapalı bir oyun planına sahip olması gibi aşılamayan takıntılar var ve bunlar eski futbolcu-yeni teknik direktörlerin önünde büyük bir set.
Diğer taraftan Johan Cruyff’un başını çektiği bir grup da var ki bunlar futbolculuktan edindiklerini alıp kabul eden ama bunların üzerine insan yönetimi, taktik anlayış zenginlikleri ve motivasyon gibi unsurları ekleyebilen ve bu anlamda sahanın içinde geçirdikleri zamanı sahanın kenarı için avantaja dönüştürebilen nadir ama başarılı teknik direktörler zümresi. Kuntz, bu zümreye dahil olma sinyalleri veriyor.
Almanya U21 milli takımı ile çok önemli başarılar elde etse de Kuntz, kendi ifadesiyle artık başka bir seviyede. Artık önünde sadece en büyüğü 20 yaşında olan gençler değil, gencinden tecrübelisine, umut vadedeninden en kariyerlisine kadar koskoca bir ülkenin en iyi oyuncuları var. Üstüne üstlük Alman teknik direktör ilk kez dilini konuşmadığı bir takımda hocalık yapacak. Fakat bu zorluklara karşın onun bir röportajındaki şu sözleri beni umutlandırıyor: “Ben yalnız çalışmıyorum, biz bir ekibiz ve ekibimizde farklı görevlerde arkadaşlarım var. Bunlardan bir tanesi de kaleci antrenörümüz. Takdir edersiniz ki yıllarca forvet oynamış bir futbolcu olarak topu tutma konusundaki bilgim ve tecrübem oldukça kısıtlı.” Elbette her takımda bir kaleci antrenörü var fakat bu konuşmada benim için dikkat çekici olan Kuntz’un eksik olduğu alanların farkında olması ve bunu dile getirmekten hiç çekinmemesi. Bizim gibi ‘her şeyi bilen’ teknik direktörlerin konuşmalarına alışık olanlar için çok şaşırtıcı ve bir o kadar da sevindirici bir ifade.
Kuntz’un çok önem verdiği yardımcılarından bir isteği de yaptıkları analizleri yorumlamaları. Zira o, kelimesi kelimesine bir bilgisayar çıktısından ziyade bu verinin kullanılmadan önce analizi yapan kişi tarafından değerlendirilmesini ve bu anlamda makine ile insan beyninin birlikte çalışmasını istiyor. Bunun yanı sıra özellikle milli takımlar kariyerinde, maça ve içinde bulunulan duruma göre hem kadroda hem de sahaya dizilişte farklılıklara gitmesi onun sabit fikirlilikten uzak bir teknik direktör olduğunu gösteriyor. Zaten bunun son örneğini Letonya maçındaki oyuncu ve taktik değişiklikleri ile çok yakından gördük.
Ancak Letonya maçının son anlarında gördüğümüz bir sahne belki de onun daha önce değindiğim diğer tüm özelliklerini gölgede bıraktı. Maçın bitiş düdüğüyle Alman teknik direktörün yanaklarından süzülen gözyaşları, onun bu işi nasıl bir tutkuyla ve hissederek yaptığını ve profesyonellik adı altında her geçen gün ekonominin biraz daha esiri olan futbolun sadece maddiyattan ibaret olmadığını savunan azınlıktan biri olduğunu gösterdi bize. Demek ki Kuntz sadece antrenman verilerinde değil, futbolun genelinde taktik ve motivasyonu, profesyonellik ve amatörlüğü kısacası somut ve soyutu harmanlıyor. Çok umut verici bir denge.
Önceleri bizim için Türkiye’ye gelmiş yüzlerce yabancı futbolcudan farksız biri olan Kuntz, artık bizim için çok önemli çünkü milli takımımız ona emanet. Bugün itibariyle kabul etmek gerekir ki Katar’a gitme şansımız az ve bu birliktelik Kuntz’un da yurt dışındaki ilk teknik direktörlük deneyimi. Fakat onun yaklaşımlarını, tutkusunu ve bu kısa sürede milli takımımız ile kurduğu güçlü bağı dikkate alınca onun uzun vadede başarılı olacağına inanıyorum.
Şans yanında ve yanımızda olsun.