305 milyon Pound gibi rekor bir bedelle Suudi Arabistan fonlu bir konsorsiyuma satılmış olan ve almış olduğu yatırım sayesinde tarihin en zengin kulübü olarak gösterilmeye başlanan Newcastle United, endüstriyel futbolun tahakkümünde söz sahibi olmaya hak kazandı. Peki, bu tarihi satışın ardından gelen dengelerin değişmesi/alt üst olması üzerine nasıl bir yaklaşım ortaya koyulabilir? Bu metni, yaşananlara dair eleştirel bir analizle kaleme almaya çalıştım.
Yeni Bir Yol (Yatırım), Düzinelerce Hedef (Hesap) ve Futbolun Kendisinin Bir Düş Kırıklığına Dönüşmesi
Siz bunu yeni bir yola girildiği şeklinde yorumlayabilirsiniz ama aslında olan yeni bir yatırım. Siz bunu ulaşılması amaçlanan düzinelerce hedef olarak görebilirsiniz ama o düzinelerce hesaptan oluşan bir maddi girdi. O halde kim daha kazançlı?
Yeni bir yatırım sonrası diğer kulüplerden de örnek verileceği üzere amaçlanan şeyin başarı, mutlak başarı ve sadece başarı olduğunu hepimiz biliyoruz. Bunların altında yatan kaygı ise daha çok güç ve daha çok para olduğunu da hepimiz biliyoruz. Taraftarın görmek istediği şampiyonluk, kupalar ve daha fazlası olduğunu da sanırım biliyoruz. Yeni bir yatırımla bunlara çok daha rahat erişebileceğiniz bir düzen. Mantıklı mı? Görünüşe göre mantıklı. Yoksa Manchester City bunca yatırımı neden aldı ve bunca masrafı neden yaptı? Sorular üzerinden gidilmesi gerekirse, endüstriyel futbolun yaratmış olduğu içi boş, kolektiflikten uzak ve sadece gelir kaynağı üzerine bir tahakküm aracı oluşturması da bundan kaynaklıdır. Futbolculara harcanan bonservisler, medya yayın gelirleri, reklam ve PR çalışmaları, maç bileti ücretleri gibi saymakla bitmeyecek örnekler… Hepsi, futbolu gün geçtikçe meta haline dönüştüren, endüstriyel bağlamda yeniden üreten etkenler. Bunların karşısında gösterilmek istenense oyun mu? Artık bunun üzerine yorum yapamıyorum. Çünkü futbolun bu oyunlara geldiğini düşünüyorum. Düş kırıklığına uğramış bir taraftardan ziyade artık futbolun da düş kırıklığına uğramış bir ‘nesne’ olduğunu düşünüyorum. Futbolu futbol yapan özelliklerin yavaşça ele geçirildiğini ve yerini kitleleri daha da içine çekmeyi amaçlayan bir girdaba dönüştürüldüğünü görüyorum. Ele geçirilen futbol özne olmaktan çok nesne durumuna düştüğü için de bu benzetmeyi yapmakla ne kadar iyi ettim emin olamıyorum.
Newcastle United Örneğini Taraftar ve İngiltere Premier Lig’i Üzerinden Düşünmek
Yaşanan bu satış işleminin Premier Lig’e yeni bir sayfa açacağı apaçık bir şekilde ortadaydı ancak yaşananlara taraftar bağlamında baktığımızda işler başlangıçta farklı gözükmekteydi. Satışın resmileşmesinin ardından birçok Newcastle United taraftarı ellerinde meşalelerle St. James Park etrafına toplanmıştı ve takımın el değiştirmesini oldukça mutlu bir şekilde kutlamıştı. Bu durum, ilk önce taraftarın duruşuna ters bir hareket olarak benim nezdimde değerlendirilse de Newcastle taraftarı takımın eski ‘sahibi’ Mike Ashley’nin gidişini kutlamaktaydı. Bunun üzerine Newcastle taraftarının yapmış olduğu tezahürat bu durumu açıklar nitelikteydi: “We’ve got our club back!(Kulübümüzü geri aldık!)”.[1]
Daha sonra taraftar, St. James Park etrafında ‘zafer turuna’ çıktı. Tüm bunların sonunda bazı taraftarlara yöneltilen sorular dikkat çekmekte. “Kulübün yeni sahiplerinin insan hakları ihlaliyle tanınması” üzerine bir taraftar: ‘’Taraftarlar olarak insan hakları konusunda yapabileceğimiz bir şey yok’’ şeklinde yanıt verdi. Devamında ise, ‘’Hepimiz insan hakları sorunlarının olduğu ülkelerdeki işyerlerinden çıkan kıyafetleri giyiyoruz. Ahlaki pusula böyle zamanlarda her zaman tuhaftır. Taraftarlar olarak, özellikle bizim gibiler için, biraz umudun tadını çıkarmamıza izin verilmeli ve bugünün önceliği bu olmalı, insan hakları meseleleriyle değil. Kulüp için umut, bölge için umut.”[2] şeklinde açıklamalarla, taraftarlık duruşuyla alakalı düşüncelerin yeniden sorgulanmasına yol açtı. Bu durum, taraftarlık kültürünün dönüşümünde yanlış bir noktaya gelinebileceğini mi göstermektedir? Şaşırtıcı bir şekilde kayıtlara bu şekilde geçen açıklamalar, İngiltere futbolunun ve Dünya futbolunun nasıl bir yaklaşıma sahip olduğuyla benzerlik ilişkisi taşımaktadır. Buradan Premier Lig’e dönecek olursak, saha dışında gerçekleşebilecek birçok sorunsala da zemin hazırlayacağını söyleyebilir miyiz? Bu konuyu genişletmek gerekirse; yayın gelirlerinden transfer maliyetlerine, gelir gider durumları üzerinden Manchester City örneği gibi yaşanmış birçok olayın tekrar edebileceğini söyleyebiliriz. Birçoğumuzun bu konuda hemfikir olduğunu varsayarak; futbolun endüstriyel bağlamda organize bir şekilde yeniden üretiminin ve buradan hareketle, yeni tahakküm alanlarının oluşabileceğini söyleyebiliriz.
Modern Futbol ve Tahakkümü Üzerine
Karşılaştığımız bu olay hiç de yeni bir şey olmamakla beraber; futbolun kendisini bir meta haline dönüştürebilecek şekilde sürekli yeniden üretimine bir örnek teşkil etmektedir. Futbol kültürünün dönüşümü bağlamında bu gibi örnekler, modern futbolun evrimini gözler önüne sermektedir. Premier Lig’in kurulmasından itibaren modern/endüstriyel futbol olarak adlandırılmaya başlanan bu süreç, artık medyanın da büyük etkisiyle küresel anlamda daha da yoğun bir şekilde varlık göstermeye başladı. Peki, “futbol kültüründeki değişimler neden yapay bir hale gelmektedir?” şeklinde bir soru aklımıza gelse herhalde yanlış olmazdı. Bu yapaylığı, daha önce bahsettiğim gibi futbolun meta oluşu ve özne olarak değerlendirilebilirken nesne konumuna gelmesi şeklinde açıklayabiliriz. Newcastle United örneği de bu sürecin yeni bir devinimini oluşturmaktadır. Daha önce de yaşanmış olan kulüpleri şirketlerin satın alması veya yatırımcılara devredilmesi, futbol ve kültürünün endüstriyel bağlamda nasıl bir tahakküm altına alındığını göstermektedir. Bu tahakküm, futbol ve kültürünü artık kendi çizdiği sınırlar içerisinde varlık göstermeye deyim yerindeyse ‘zorlamıştır’. Kitlelerin tahakküm altına alınmasıyla, futbol ve kültüründe artık onların da özne olmaktan çıktığı ve nesne konumuna geldiği gözlenebilmektedir. Bu durumda, futbolun üretim araçlarının iktidar sahipleri tarafından belirlenmesiyle kitlelerin futbol ile olan mesafesi ne kadar belirli yakınlıklarda olsa da bu mesafe zaman içinde yapay bir şekle bürünmektedir. Söz gelimi bu yapaylığı kurumların, organizasyonların, takımların ve diğer birçok unsurun her sene futbol için yeni uygulamalar getirmesiyle (bkz: Avrupa Süper Ligi), taraftarların ve futbolu takip eden kitlelerin arasına yapay ve içi boş bir set çekmektedir. Bu uygulamalar hepimizin sosyal medya üzerinden, televizyonlardan ve diğer medya araçlarından takip ederek öğrendiği içi maddi kaygıyla dolu ve futbolun doğasından tamamen uzaklaşmış bir görüntüyü açıklar niteliktedir. Öyleyse, futbolun gerçekliğinden koptuğu, doğasından uzaklaştığı ve kitlelerin onu sadece bir tüketim nesnesi haline getirmiş olması da yapaylığın görece en önemli vurgusu olduğu şeklinde değerlendirebiliriz.
Avrupa Süper Ligi Üzerinden Düşünmek
Bireysel düşüncemle Avrupa Süper Ligi oluşumunu, futbolun kayışı iyice koparmasına ilişkin en büyük örnek teşkil eden tehlikeli bir organizasyon olarak nitelendirmekteyim. Bu durumun başlangıcı ve bitişi itibariyle yaşananlara değinmek ve Newcastle United örneğiyle bir bağlantı kurmak için bu başlığı hazırlamış bulunmaktayım.
Modern futbolun tahakküm alanlarını genişletmesiyle beraber ortaya çıkan bu yeni oluşum çok sürmeden bitti ve bu taraftarlar sayesinde gerçekleşti. İngiltere’de birçok takımın taraftarı, takımlarının Avrupa Süper Ligi’ne girmesiyle beraber başlattıkları protestolarla deyim yerindeyse haklı bir şekilde kazanmış oldular. Bu durumdan hareketle, Newcastle United olayında taraftar neden hiçbir şekilde protesto etmedi? Bunun cevabını duygusal bağlamda, umuda olan inançları ve ihtiyaçlarından kaynaklandığını öne sürerek açıklayabiliriz belki de. Bu durum futbol adına üzücü bir şey gösterse de yaşananlara ilişkin bir direniş alanı oluşturduğunu da söyleyemeyiz. Çünkü çoğu Newcastle taraftarı, kulüpleri yabancı bir yatırımcıya satıldıktan sonra protesto göstermesi gerekirken bu duruma mutlulukla karşılık verdiler. Bu işte herhangi bir direniş veya protesto söz konusu olmadı ve yaşananları benim nezdimde hayal kırıklıydı. Avrupa Süper Ligi olayında yaşananlar futbol kültürü içerisinde bir direniş göstergesi olarak yer etmekteyken; bu satış durumuna karşılık hiçbir direniş yaşanmaması, futbolun ve taraftar kültürünün kendi kimliğine ters oluşuyla bağlantı kurduğunu düşünmekteyim. Bu iki durum birbiri içerisinde tezatlık gösterirken, artık futbol ve kültürünün de yaşananlara karşı çaresiz, umutsuz ve direnişten uzak bir tavır sergilediğini gözler önüne sermekte.
Futbol Kendi Üzüntüsünü Bile Yaşayamıyor
Bu metinde futbolun ve kültürünün nasıl dönüştüğünü ve yeniden üretildiğini Newcastle United örneğinden açmaya çalışarak değerlendirmek istedim. Sözlerimin bu son kısmında futbol için iyiyi ve daha iyiyi hak etmesini dilerken, futbolun üzüntüsünü yaşamasına fırsat tanımak istiyorum. Futbolun küreselleşmesiyle beraber yaratılan tahakküm alanlarıyla yorgun düşmekte ve gerçekliğinden kopmuş durumda. Bir izleyici ve taraftar olarak, futbolun da kendi üzüntüsünü yaşayamadığını görmekteyim ve en azından ona yalnız olmadığını hissettirmek için oyunun sadece 90 dakikadan ibaret olduğunu hatırlatmak isterim.
1 comment
Muhteşem bir yazı olmuş, kaleminize sağlık. Keşke insan hakları ihlaline ortak bir ses olup karşı çıkabilseydik.