90’lı yılların bitmesi ile Formula 1’de garaj takımları yok olmaya başladı. Bu takımların son temsilcisi ve son birkaç yıldır deyim yerindeyse sürünen Williams da geçen sene ABD’li bir yatırım firmasına satıldı. Spordaki en başarılı üç takımdan biri olan Williams’ın 1997’deki son şampiyonluğundan sonra takımlar şampiyonluğu McLaren, Ferrari, Mercedes ve Renault gibi otomobil üreticisi markalara gitti. İstisnalar ise 2009’da Honda’nın spordan çekilmesi ile Ross Brawn önderliğinde kurulan ve çift katlı difüzörü tüm yıl tartışılan BrawnGP (bu takım 2010’da Mercedes oldu) ve 2010-2013 yıllarında saltanatını ilan eden Red Bull’du. Formula 1’de dünyaca ünlü otomobil markalarının yanında bir meşrubat takımının bu kadar başarılı olması kiminin taktirini kazanırken kiminin de nefretini kazandı. Ferrari’si ile tarihin en etkileyici performanslarından birini gösteren Fernando Alonso’ya şampiyonluk kapısını kapatan ve Mercedes hükümdarlığına son noktayı koymaya en yakın takım olan Red Bull’un sporlara girişi ve Formula 1’deki macerasına en baştan bir bakalım.
Firmanın Spor Politikası
Günümüzde sporun her branşında karşımıza çıkan Red Bull markası için yolculuk 80’lerin sonunda başladı. Avusturya’da marketlerin raflarından yolculuğa başlayan firmanın rotası, 90’larda ekstrem sporlara kırıldı. Yamaç paraşütü, rüzgar sörfü, atlama, BMX, dalma, kayak gibi ekstrem sporlara sponsor oldular ancak futbol, basketbol, rugby gibi ana akım sporlardan uzaktılar. Spor dallarındaki köklü rakipleri karşısında bir alkolsüz meşrubat markası… Tüm sporlara etki etmeyi ve kendine ait bir koltuk yaratmayı hedefleyen bu marka, otuz yıl sonra bunu başarmış gibi görünüyor. Kendi ülkelerinin köklü takımlarından SV Austria Salzburg takımına önce forma sponsoru oldular daha sonrasında takımı satın aldılar. Takımın renklerini, ismini ve amblemini değiştirdiler. Kulübün ortaklarından David Rettenbacher bir açıklamasında şöyle dedi: “Başlangıçta oldukça mutluyduk. Sadece yeni bir forma sponsoru olduğunu düşündük. İlk anda yeni bir kulüp kurmak istediklerini bilmiyorduk.”
Kelebek kanatlanmış ve artık bir daha tırtıl olmayacaktı. Büyük bir finansmanı olan firmanın Almanya’da Şampiyonlar Ligi müdavimi takımı ve ABD’de büyük ve prestijli sporcuları transfer eden bir takımı da bulunmakta. Red Bull’un futboldaki bu üç büyük atlısı da finansmanlarından ve çok fazla para ‘pompalamalarından’ dolayı protestolarla karşılaştılar. Ancak günümüzde sektörün çok büyümesi ve ‘eğlencenin artması’ bu paradan dolayı. 21. yüzyılın başlaması ile değişen spor kültüründe para, bazı durumlarda maziden çok daha değerli konumda. Gelişmiş performans merkezleri, kaliteli antrenörler, uzmanlar ve teknolojik aletler para ile satın alınıyor, tarihle değil. Ayrıca sporcu sponsorlukları için de büyük bir bütçe ayıran firmanın çalıştığı sporcular şunlar: Breanna Stewart (WNBA), Domic Thiem (ATP Tour), Travis Pastrana (Motocross), Blake Griffin (NBA), Neymar (Fransa Ligue 1), Trent Alexander-Arnold (İngiltere Premier Ligi), Max Verstappen (Formula 1).
Bugün Red Bull sporun, özellikle ekstrem sporların, ayrılmaz bir parçası. Ancak bir alkolsüz içecek firmasının spora etki etmesinin ilk örneği değil. Coca-Cola 1928’de Amsterdam’da düzenlenen Olimpiyat Oyunlarına sponsor olmuştu. Coca-Cola, hali hazırda dünyanın en büyük içecek markalarından biri ve bu pazardaki deve dişlerinden. Büyük spor organizasyonlarının ana sponsorlarından ancak Red Bull kadar etki yaratmıyor. Bunun en büyük sebeplerinden biri, Boğaların ekstrem sporlara yani heyecana odaklanması ve ağırlıklı olarak 18-35 yaş aralığındaki kesime hitap etmesi. Ülkemizden örnek vermek gerekirse; Coca-Cola markası ramazan sofraları ile özdeşleşirken Red Bull gece hayatı ve heyecan ile özdeşleşmiştir.
Formula 1’e Giriş
Firma, 1995’te Sauber takımı ile büyük bir sponsorluk anlaşması imzaladı. Sauber ile ortaklığı on sene devam etti. 2004’te başarısız Jaguar Racing takımının satılma kararı ile Red Bull, F1 operasyonunu büyütme kararı aldı. 2005’te spora giren firma, her sporda olduğu gibi burada da ‘kanatlanma’ peşindeydi. Kanatlanmak için sağlam ve güçlü bir kadro kurulmalıydı. Sporun tarihindeki en iyi mühendislerinden Adrian Newey, McLaren’de sorunlar yaşıyordu ve ayrılmak istediği birçok kişi tarafından biliniyordu. Sporun yeni takımı Red Bull ise Newey için yeni bir macera demekti.
Nigel Mansell’ın FW14B’si, Mika Hakkinen’in MP4/13’ü gibi şampiyon araçları tasarlayan altı dünya şampiyonluğu bulunan Newey, Red Bull’da şampiyonluk sayısını ona çıkaracaktı. Yeni oluşumdaki bir başka önemli isim ise Red Bull Racing ile anlaşmasıyla beraber en genç takım patronu olan Christian Horner’dı. Genç olmasına rağmen harika bir lider olan Horner, motive eden ve eğlenceli karakteri ile bu geminin kaptanlığını başarılı şekilde yaptı ve halen yapmakta. Diğer takımlara nazaran her zaman daha rahat çalışma ortamı sağlayan takımın ilk podyumu olan 2006 Monako’da Horner’ın havuza atlaması ise nasıl bir lider olduğunu izleyicilere gösteriyordu.
Pit duvarı ne kadar iyi isimlerle dolu olursa olsun kokpite aracın hakkını verecek pilot oturtmazsanız başarının gelmesi imkansıza yakındır. Red Bull, sürücü akademisi ile ilgilenmesi için eski yarış pilotu Helmut Marko ile anlaştı. Marko; Vettel, Ricciardo, Verstappen gibi isimlerin takıma kazandırılmasında önemli bir rol oynadı. Sıra aracın kokpitindeydi. Takım, iki aracından birini kariyerinde Williams ve McLaren için yarışmış David Coulthard diğerini ise genç Christian Klein’a emanet etti. Markanın spora girişinin son aşaması ise 2006 yılında Minardi F1 takımını satın alarak tamamladı. Bünyesindeki genç isimleri bu takımda test eden marka, bu hamleyle gridde dört araca sahip oldu. Takımın adı ise İtalyancada Red Bull anlamına gelen Toro Rosso’dur. Günümüzde takım moda markası olan AlphaTauri adını almıştır ve Red Bull Racing ile ilişkileri devam etmektedir.
Orta Sıra Yılları (2005-2009)
2009 yılına kadar orta sıra takımı olmaktan çok yukarıya çıkamayan marka 2005’te kendisine miras kalan Cosworth, 2006’da Ferrari, 2007’de uzun yıllar kullanacağı dört pilotlar ve dört takımlar şampiyonluğu kazanacağı Renault motorunu kullandı. Markanın ilk dört yılı dayanıklılık sorunları ve yapılanma sorunları ile geçti. Eleştirilere maruz kalan isimlerden biri ise Newey’di. 90’lardan beri hızlı araçlarda imzası olan isim ayrıca dayanıksız araçlarla da anılıyordu. Bu dört yılda yalnızca üç podyum kazanan ekip, güncel eğlence dünyasından tasarımları ile ilgi çekmeyi başardı.
2009 yılı ise saltanat yıllarının habercisiydi. RB5 aracı seleflerine göre daha dayanıklıydı. Coulthard’ın yerine 2008’de Monza’da Toro Rosso’su ile hem pole hem yarış kazanan Sebastian Vettel gelmişti. En genç pole pozisyonu, en genç yarış galibi, en genç puan alan pilot gibi unvanlarla takıma gelen Alman pilot, “F1’de Red Bull’lu yılların” baş mimarlarından biri olacaktı. Takımın ilk pole pozisyonu, ilk yarış galibiyeti ve ilk dublesi bu seneki Çin yarışında geldi. O sene çift difüzörlü sistemi sezonun ilk yarısı büyük bir fark yaratan BrawnGP’nin ardında ikinci olan takım için artık zaman şampiyonluk zamanıydı, hem de dört sene üst üste.
Rüya Yıllar (2010-2013)
Formula 1 tarihinin en heyecanlı ve çekişmeli senelerinden 2012’yi içinde barındıran bu dönemde Vettel ve Red Bull Renault’un en ciddi rakibi Fernando Alonso’ydu. Tarihin en iyi pilotlarından biri olan İspanyol, 2010 ve 2012 yıllarında Ferrari’sinin adeta suyunu çıkardı ama bu iki senede şampiyonluk yarışını son ana kadar götürdü. Ancak bu dört yıllık zinciri kıramadı. Newey’in kaba tabirle ‘arkası sağlam’ araç tasarımı, şampiyonluklarda aslan payını hak edenlerdendi. Arka kanat ve çift katlı difüzör tasarımları fark yarattı. 2013 yılındaki RB9 ise bir baş yapıttı. KERS (Kinetik Enerji Geri Kazanım Sistemi) kullanımında fark yaratan araç, çekiş açısından rakipsizdi ve sezonun son dokuz yarışını kazanan Vettel’le zirveye çıktı. Takım, araca mükemmel uyum sağlayan genç Vettel’in etrafında toplanınca da şampiyonlukların ardı arkası kesilmedi. Ta ki Formula 1’de hibrit çağ başlayana kadar…
Eski Günlere Özlem (2014-Günümüz)
2014 yılında Formula 1’de yeni bir çağ başlamıştı. Bu çağda hakimiyet tamamen Mercedes’in oldu. 2014’te takım tecrübeli pilot Mark Webber’in emekliliğin ardından aracı genç Avusturalyalı Daniel Ricciardo’ya emanet etti. Potansiyel bir şampiyon olan Ricciardo o sezon Mercedesler dışında yarış kazanan (üç yarış) tek isimdi. 27 yaşında olan dört kez Dünya şampiyonu Vettel’den araca daha iyi uyum sağlayan Ricciardo, takım arkadaşını süpürdü. O sezon sonu kırmızı tulumla şampiyonluk umudu yok olan Alonso, Ferrari’den ayrılacağını açıkladı. Vettel çocukluk hayali olan kırmızı araçta yarışmak için Şahlanan At’ı devralınca Rüya Yılların kadrosu bozuldu. 2015’te iyi bir şasiye sahip olan Avusturyalı takım, Renault’nun güç ünitesi zayıf kalınca sezonu 2008’den sonra ilk defa galibiyetsiz kapattı.
2016 yılı ise Red Bull’un yeni altın çocuğu ile tanışma yılıydı. Kyvat yerine koltuğa oturtulan Max Verstappen, çıktığı ilk yarışta Mercedeslerin birbirlerini imha etmesi ile 2016 İspanya’yı kazandı. O günden sonra takımın birinci pilotu olma yoluna giren Hollandalı, 2018 Azerbaycan yarışında net hatalı olmasına rağmen ‘yaptırım’ almayınca Ricciardo takımdan ayrıldı. Horner ve pit ekibinin artık amacı Max Verstappen’i dünya şampiyonu yapmaktı. 2019 yılına kadar Renault güç ünitesi ile sorunlar yaşayan Red Bull, o yıl Honda güç ünitesine geçti. Yeni bir şampiyonluk için yedi yıl bekleyen takım bu sene Red Bull, Honda ve Verstappen’in birleşiminden bir şampiyonluk çıkarabilecek mi?